10 Şubat 2011 Perşembe

Hayat Fısıldar


Çok karanlıktı. Kendi ellerini göremeyecek kadar karanlık! Nefes alamıyor gibiydi ve ufacık bir kutuya sıkıştırılmış gibi hissediyordu. Nefes alamadığını hissediyor olmasına sebep olan şey neydi? Neden hiçbir şey göremiyordu? Ellerini ya da bedeninin herhangi bir parçasını dahi göremiyordu.

Neden bir şeye sarılmış paket gibi hissediyordu kendini? Hayatın garip bir tezahürü olsa gerekti. Bu kadar basit olabilir mi? Bu kadar sıradan ve anlamsız! Hayatın olduğu yerde sıradanlıktan bahsedilebilir mi?



Işık hızı 299,792,458 m/sn'dir. Acı insanoğlunun bedenini 106 m/sn'de geçer. Hapşırık bile 160 sn/km'ye ulaşır. Peki! Ya hayat? Yaşam konusu? İşte yanınızdan vız diye geçer gider.

Ortalama bir yaşamda kalbiniz iki milyon kez atar. 30.283LT tükürük ve 560 km saç üretirsin. Altı fil ağırlığında yemek yersin. Hayat gerçekten şaşırtıcı değil mi?



-“Yalnızlığın ruhumuza nasıl hükmettiğini hiç düşündün mü? Neler hissettirdiğini, neler yaptırdığını ve neler düşündürdüğünü?”
-“Ne gibi?”
-“Kalabalık içinde olsan bile kendini yalnız hissetmen gibi. Kendi başına olsan kendini hiç yalnız hissetmemen, bizzat kendi farkında olman ve yüzeysellikten uzaklaşmak gibi!”
-“Anlayamıyorum ki!”
-“Ama eğer yalnız başınaysan duvarlarla istediğin gibi konuşabilirsin karanlık odanda. Duvarın seni görmesine, senin duvarı görmene gerek yoktur. Sabahlara kadar, istediğin gibi ve bizzat olduğun, olduğun ‘sen’ gibi rahat rahat konuşabilirsin. Kalabalıklar yabancılaştırır!”



Birden bedeni karıncalanmaya başladı. Ama bedeninin neresi karıncalanmıştı? Anlayamadı bir türlü. Aslında buna karıncalanma da denilemezdi. Sanki bir şeyler üzerinde geziniyor ve kaşınma ihtiyacını doğuruyordu. Belki çiyan, belki karıncaydı üzerinde gezinen. Ya da yılan! Ama kapkaranlıktı. Hiçbir şey göremiyordu.

Ölümün en büyük öğretmen olduğu söylenir. Ölüm söz konusu olduğunda bir çok şeyin kifayetsiz kaldığı söylenir. Cennet ve cehennemin nasıl bir yer olduğu hakkında fikrimiz bile yoktur. Bazılarının varlıklarına dair inançları bile yoktur.



Bu karanlık yerde içi inanılmaz sıkılıyordu. Hareket kabiliyeti sınırlanmış gibiydi. Ne sınırlanması! Hiç hareket edemiyordu ki! Aslında dudaklarını oynatamıyordu dahi. Bedenine ait tüm hareket kabiliyeti sihirli bir değnekle üzerinden tamamen alınmıştı sanki.

Sessizlik...

Karanlık...

Hareketsizlik...



Ortalama bir yaşam, başarı ve başarısızlıklarla doludur. Büyük aşklar ve küçük yıkımlar beraberinde gelir. Mutlu kılan çikolatalar, tüylerinizi diken diken eden melodiler, ruhunuzu ve ufkunuzu açan hayal gücü tavan yapmış görsel sanatlar ve edebi eserler, sahip olduğunuz ufacık odalar, dikkatimizi bile çekmeyecek rast gele yaşamlar ve ayakkabılar..

Sıradan görünüyorlar değil mi? Korkunç derecede normal ve oldukça şaşırtıcı. Farkında olmamız gereken her şey burada. Hem de şimdi!

Derin bir nefes alın ve bir kerede yutun! Hayat yanımızdan akıp geçiyor ve sonra, birdenbire, o… gerçekliğe ulaşırsınız..



Birden gülümsedi. Gülümsemesi kesinlikle maskeden ibaret değildi. Gülümsedi... Birden ağzına toprak dolmaya başladı ve de tüm bedenine. Tek duyduğu, küreğin çıkardığı ses ve küreği hareket ettiren ellerin sahibinin nefesiydi.

İnsanlardan hiçbir iz yoktu. Kürek çalan bir adamdan başka! Ve hiç hareket edemiyordu... Bembeyaz bir örtüyle kaplanmıştı. Bedenine serpilen topraklarla, aklığı benliğini kaybediyordu.



Hayat gerçek ve korkarsın. O yüzden.. İş işten geçmeden;

Derin bir nefes alın ve bir kerede yutun!

6 yorum:

koala dedi ki...

Atilla pek çok zaman ölümü düşünürüm, şu dönemler yine adet sancım tutmuş gibi "kendimi öldürsem, bunu nasıl yaparım?"ı düşünürken, üstüne iyi geldi bu yazı.

El bombasını ağzına almak en güzeli ama el bombasını nasıl bulacağım onu bilmiyorum...

Atilla Çelik dedi ki...

Sevgili Ozan,

Hepimizin bildiğin gibi depresif anları var. Bazen gün geliyor, bir çok şeyi anlamsız buluyorum. Çünkü bu hayat trafiği, iş hayatı beni öyle yoruyor ki! Evlenmeden sanki 10 kişiyle evlenmişsin gibi bir çok sorumluluk taşımak haddinden fazla yük taşımaya benziyor. Böyle anlarda kaldıramıyorum bir çok şeyi.

Ama sonra bir şey oluyor. Ufak tefek şeyler. Sıradan, rast gele şeyler. Klasik müzik ile ilgili olan bir dizide beni hayata bağlayan sahnelere maruz kalıyorum veyahut yeni albüm çıkarmış çok sevdiğim bir Death Metal grubunun beni fezaya çıkaran tınılarına şahitlik ediyorum, ufak tefek yaşam parçacıkları nüfuz ediyor bana ve o anlarda yüküm azalıyor gibi hissediyorum. Bu hep devam edecek. Bu merdiveni çıkıp duracağız.

Ben sana el bombası bulurum. Ama tek bir şartla: Seni bunaltan mecraların ve insanların müsait yerlerine o bombayı tıkarsan!

Eren dedi ki...

abi ne yaptın sen yahu? kendimden utandım vallahi, şimdi gidip hemen sorularını hazırlıyorum.

Atilla Çelik dedi ki...

Sağolasın Erenciğim. Beğendiysen ne mutlu. Öperim müsait yerlerinden :)

Mert Kuyumcu dedi ki...

Merhaba Atilla,

Seni kitap yazmaya çağırıyorum. :)

Atilla Çelik dedi ki...

Merhaba Mert,

Güzel bir istek, makul bir istek. Şu iş hayatı olmasa kesinlikle düşünebileceğim bir istek. Ama kahretsin ki kamburumuz çıktı iş hayatı yüzünden, nefes aldırmıyorlar pek :)

Teşekkür ederin övgün için.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails