Yaş otuz beş yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı, ne var
Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz
Ya gözler altındaki mor halkalar
Neden öyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar
Cahit Sıtkı Tarancı bu muazzam şiirin sonunu “Bir namazlık saltanatın olacak, taht misâli o musalla taşında” lafıyla sonlandırdığında hayatın özlerinden birine ulaşıyorsunuz. Ne yaparsak yapalım, nasıl yaşarsak yaşayalım herkesin ulaşacağı nokta bellidir. Bu son ise çok ciddi bir şeydir. Hayatın bütününü anlamak konusunda fazla söze gerek bırakmaz.
İnsan hangi yaşta olursa olsun beş, on, yirmi yıl sonra nasıl bir hal alacağını, her şeyden önce, yaşayıp yaşamayacağını, bu dünyada nasıl bir konuma sahip olduğunu ve neler başardığını sorguluyordur muhakkak. İçinde bulunduğumuz yaşın güzelliğini tadıp tatmadığımız her bireyin kendi içinde cevaplandırması gereken bir ana denk geliyor. Onlu yaşlarda bir veletken ve daha hayata dair pek bir şey bilmezken, sorumluluk ve hayata sıkı sıkıya tutunmak kavramlarının farkında bile değilken, orada burada 18 yaşının reşitlik demek olduğunu okurdum. Bunun ne demek olduğunu tam olarak idrak edemezdim. 18 yaşına girdiğimizde bir anda farklı mı hissedecektik? Bir anda farklılaşmış fizyolojik ve psikolojik devinimler mi kuşatacaktı bizi? Ne yani, 18 yaşına basar basmaz bir anda kanatlarımız mı çıkacaktı? Bir anda büyüyecek miydik? Büyük adam mı olacaktık?
Her ömrü yeten gibi ben de erişmiştim 18 yaşına ve hiçbir farklılık hissetmemiştim. Bir gün önce ne hissediyorsam, bir gün sonra aynı şeyleri hissediyordum. Tek farkı, bir gün öncesinde birçok kanuni hakka sahip değilken, bir gün sonra o haklara sahip oluyordum. Ama gariptir ki, eğer o yaşta çalışmıyorsanız ve okumuyorsanız devlet güvencesinden mahrum kalıyordunuz. Velinizin sigortası size teğet bile geçmiyor oluyordu.
Yirmili yaşlar da daha çılgınca anların yaşandığı ve biraz daha bilinçlendiğimiz zamana denk düşüyordu. 18 yaşında ne kadar veletlik ve şımarıklık yapıyorsanız, başınıza çok büyük ve önemli bir şeyler gelmediği sürece 25 yaşınızda da aynı şeyleri yapıyordunuz. Sadece biraz daha bilinçli oluyordunuz ama ‘olmuş’ sayılmıyordunuz.
Peki, iyice bilinçlendiğimi, birçok anlamda olduğumu, hayatın gerçek anlamıyla ayırtına vardığımı bizzat kafamın içinde hissettiğim yaş sınırı neydi? Ne zamanki 28 ve 29’lara eriştim, birçok şey daha farklı hissettirmeye, daha gerçekçi algılamaya meyillendi. Artık atılan her yaş adımı daha fazla bilinçlenmek ve hayatın daha fazla farkında olmak demekti. Şunun ayırtına vardığım söylenebilir. 28-29 yaşına kadar sürekli bir gelişim, bilgilenme, doygunluk ve bilinç seviyesi yükselişi söz konusuydu ama bu yaş sınırına eriştikten sonra kazandığınız her bir yıl logaritmik olarak sizi daha fazla olgunlaştırıyordu. Daha keskin farklılıklar söz konusuydu. Özellikle 30 yaşına adım attığımda birçok şey benim için çok farklıydı artık. Çok garip hissettirmişti. Dile kolay, gençlik çağı denen şey artık arkanızda kalıyordu. Eskisi gibi hissetmiyordunuz. Biraz daha büyümüş, daha az yavşak, çocuksu aptallıklardan daha fazla uzak ve daha bir bilinçlilik. Adım attığınız her yaş öyle farklı hissettiriyordu ki bir yıl önceki insan olmuyordunuz. Çok rahat bir şekilde üç yıl önceki insan olmadığımı söyleyebilirim. İki yıl önceki insan da değilim. Bir yıl önceki de.. 28-29 sonrası hep böyle hissettim. Deve dönüştüğünü, zeka pırıltılarının daha fazla ışıdığını, aptalca şeylerden uzaklaştığını ve yavşakça şeylerle hiç işiniz bile olmadığını hissediyordun.
Ama..
Ama ki her ne kadar hissedişlerim bir nevi olmuşlukla eşdeğer olsa bile hâlâ yaşımı lanse eden insanlarla aynı klasmanda olmadığımın çok iyi farkındayım. Klasik bir yaşama sahip olan 35 yaş insanı olmadığımı çok iyi biliyorum. Bilgi, birikim, olgunluk, hayatı bilme ve sorumluluk anlamında bir 35 oldum belki ama hayatı karşılamak, hayata karşı güçlü durmak, klasik 35 yaş haricindeki çocuksuluklara açık olmak anlamında yolumda yürümeye devam ediyorum. 35 yaş insanı hayatı yaşamadığımı fark ediyorum. Deli bir özgürlük isteği, deli bir bağımsız yürüme arzusu, eski kuşak 35-40 yaşlarının çocuksu bulacağı şeyler üzerinde hâlâ büyük bir istekle tutunma arzusu. Ortalama 35 yaş Türk erkeğinin müziği iplemeyeceği, sinemaya tırıs geçeceği, bu tür kulvardaki coşkusuzluğu yok ruhumda. Olayın özü coşku boyutunda olmasın? Hâlâ büyük bir coşkuyla müzik dinlemek ve onu yorumlamak, büyük bir şevkle izlenen eserlerin içeriğine kilitlenmek ve edebi bir dile kotarmak farklı tatlar anlamına geliyor. Belki de ekonomik durumun getirisi olsa gerek. Hayat ile oldukça zor şartlar altında savaşanların önceliği midesine ve ailesine yemek getirmek iken, müzik ile kendinden geçmesi o ruh haliyle ne kadar mümkündür ki?
Ömrün yarısına resmen geldim bu gece itibariyle. 30 Haziran 1976 yılında başladığım bu hayat yürüyüşüne hâlâ devam ediyorum. Daha ne kadar sürecek bilemiyorum tabii ki. Ama gerçekten de ömrün yarısına eriştim mi? Olgunluk, birikim, sıfır yavşaklıkla belki eriştim ama hissedişim çok farklı söylüyor.
Bazen Engin abinin o güzel laflarını hatırlıyorum; 54 yaşındaki Engin abimin o güzel lafını: “Eğer bu müzik olmasaydı bu kadar mutlu, genç, enerjik ve idealist olmazdık. Belki de bir katil olur çıkardık.”
Gerçekten de öyle Engin abim. Gerçekten öyle. Hayata dair tek bir kesit bile keskin bir yola çıkarıyor sizi, mutlu kılıyor. Tarancı için 35 yaş ömrün yarısı olabilir ama eğer yüze erişme şansım olursa bilesin ki ömrümün yarısına 15 yıl daha var büyük adam. Onu geçtim, yüzümde çizgi bile yok, mor halkadan tek bir adedini bile bulamazsın. Hâlâ otuzu bulmamış bir yüz ifadesine ve görüntüsüne sahibim. Otuzlu yaşları gösterişim ancak kırkımda olacak zannedersem büyük şair.
Yeni yaşıma harika bir tatla giriyorum. Sayısız kere, peş peşe dinleyip duruyorum. Hayat çok ama çok güzel, her şeye rağmen iyi ki varız hayatın içinde diyorum. Çünkü daha yaşanacak, dinlenecek, izlenecek, gözetilecek ve adımlanacak büyük yollar var. Şarkıda olduğu gibi;
Dalgalar tamamen kırılırken
Kendi umudunda olduğu gibi hayata daha fazla tutunursun
Yanlış bir yol üzerindeyken
Yolunu değiştirirsin
Ve nihayetinde kendi yolumu yaratırım.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı, ne var
Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz
Ya gözler altındaki mor halkalar
Neden öyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar
Cahit Sıtkı Tarancı bu muazzam şiirin sonunu “Bir namazlık saltanatın olacak, taht misâli o musalla taşında” lafıyla sonlandırdığında hayatın özlerinden birine ulaşıyorsunuz. Ne yaparsak yapalım, nasıl yaşarsak yaşayalım herkesin ulaşacağı nokta bellidir. Bu son ise çok ciddi bir şeydir. Hayatın bütününü anlamak konusunda fazla söze gerek bırakmaz.
İnsan hangi yaşta olursa olsun beş, on, yirmi yıl sonra nasıl bir hal alacağını, her şeyden önce, yaşayıp yaşamayacağını, bu dünyada nasıl bir konuma sahip olduğunu ve neler başardığını sorguluyordur muhakkak. İçinde bulunduğumuz yaşın güzelliğini tadıp tatmadığımız her bireyin kendi içinde cevaplandırması gereken bir ana denk geliyor. Onlu yaşlarda bir veletken ve daha hayata dair pek bir şey bilmezken, sorumluluk ve hayata sıkı sıkıya tutunmak kavramlarının farkında bile değilken, orada burada 18 yaşının reşitlik demek olduğunu okurdum. Bunun ne demek olduğunu tam olarak idrak edemezdim. 18 yaşına girdiğimizde bir anda farklı mı hissedecektik? Bir anda farklılaşmış fizyolojik ve psikolojik devinimler mi kuşatacaktı bizi? Ne yani, 18 yaşına basar basmaz bir anda kanatlarımız mı çıkacaktı? Bir anda büyüyecek miydik? Büyük adam mı olacaktık?
Her ömrü yeten gibi ben de erişmiştim 18 yaşına ve hiçbir farklılık hissetmemiştim. Bir gün önce ne hissediyorsam, bir gün sonra aynı şeyleri hissediyordum. Tek farkı, bir gün öncesinde birçok kanuni hakka sahip değilken, bir gün sonra o haklara sahip oluyordum. Ama gariptir ki, eğer o yaşta çalışmıyorsanız ve okumuyorsanız devlet güvencesinden mahrum kalıyordunuz. Velinizin sigortası size teğet bile geçmiyor oluyordu.
Yirmili yaşlar da daha çılgınca anların yaşandığı ve biraz daha bilinçlendiğimiz zamana denk düşüyordu. 18 yaşında ne kadar veletlik ve şımarıklık yapıyorsanız, başınıza çok büyük ve önemli bir şeyler gelmediği sürece 25 yaşınızda da aynı şeyleri yapıyordunuz. Sadece biraz daha bilinçli oluyordunuz ama ‘olmuş’ sayılmıyordunuz.
Peki, iyice bilinçlendiğimi, birçok anlamda olduğumu, hayatın gerçek anlamıyla ayırtına vardığımı bizzat kafamın içinde hissettiğim yaş sınırı neydi? Ne zamanki 28 ve 29’lara eriştim, birçok şey daha farklı hissettirmeye, daha gerçekçi algılamaya meyillendi. Artık atılan her yaş adımı daha fazla bilinçlenmek ve hayatın daha fazla farkında olmak demekti. Şunun ayırtına vardığım söylenebilir. 28-29 yaşına kadar sürekli bir gelişim, bilgilenme, doygunluk ve bilinç seviyesi yükselişi söz konusuydu ama bu yaş sınırına eriştikten sonra kazandığınız her bir yıl logaritmik olarak sizi daha fazla olgunlaştırıyordu. Daha keskin farklılıklar söz konusuydu. Özellikle 30 yaşına adım attığımda birçok şey benim için çok farklıydı artık. Çok garip hissettirmişti. Dile kolay, gençlik çağı denen şey artık arkanızda kalıyordu. Eskisi gibi hissetmiyordunuz. Biraz daha büyümüş, daha az yavşak, çocuksu aptallıklardan daha fazla uzak ve daha bir bilinçlilik. Adım attığınız her yaş öyle farklı hissettiriyordu ki bir yıl önceki insan olmuyordunuz. Çok rahat bir şekilde üç yıl önceki insan olmadığımı söyleyebilirim. İki yıl önceki insan da değilim. Bir yıl önceki de.. 28-29 sonrası hep böyle hissettim. Deve dönüştüğünü, zeka pırıltılarının daha fazla ışıdığını, aptalca şeylerden uzaklaştığını ve yavşakça şeylerle hiç işiniz bile olmadığını hissediyordun.
Ama..
Ama ki her ne kadar hissedişlerim bir nevi olmuşlukla eşdeğer olsa bile hâlâ yaşımı lanse eden insanlarla aynı klasmanda olmadığımın çok iyi farkındayım. Klasik bir yaşama sahip olan 35 yaş insanı olmadığımı çok iyi biliyorum. Bilgi, birikim, olgunluk, hayatı bilme ve sorumluluk anlamında bir 35 oldum belki ama hayatı karşılamak, hayata karşı güçlü durmak, klasik 35 yaş haricindeki çocuksuluklara açık olmak anlamında yolumda yürümeye devam ediyorum. 35 yaş insanı hayatı yaşamadığımı fark ediyorum. Deli bir özgürlük isteği, deli bir bağımsız yürüme arzusu, eski kuşak 35-40 yaşlarının çocuksu bulacağı şeyler üzerinde hâlâ büyük bir istekle tutunma arzusu. Ortalama 35 yaş Türk erkeğinin müziği iplemeyeceği, sinemaya tırıs geçeceği, bu tür kulvardaki coşkusuzluğu yok ruhumda. Olayın özü coşku boyutunda olmasın? Hâlâ büyük bir coşkuyla müzik dinlemek ve onu yorumlamak, büyük bir şevkle izlenen eserlerin içeriğine kilitlenmek ve edebi bir dile kotarmak farklı tatlar anlamına geliyor. Belki de ekonomik durumun getirisi olsa gerek. Hayat ile oldukça zor şartlar altında savaşanların önceliği midesine ve ailesine yemek getirmek iken, müzik ile kendinden geçmesi o ruh haliyle ne kadar mümkündür ki?
Ömrün yarısına resmen geldim bu gece itibariyle. 30 Haziran 1976 yılında başladığım bu hayat yürüyüşüne hâlâ devam ediyorum. Daha ne kadar sürecek bilemiyorum tabii ki. Ama gerçekten de ömrün yarısına eriştim mi? Olgunluk, birikim, sıfır yavşaklıkla belki eriştim ama hissedişim çok farklı söylüyor.
Bazen Engin abinin o güzel laflarını hatırlıyorum; 54 yaşındaki Engin abimin o güzel lafını: “Eğer bu müzik olmasaydı bu kadar mutlu, genç, enerjik ve idealist olmazdık. Belki de bir katil olur çıkardık.”
Gerçekten de öyle Engin abim. Gerçekten öyle. Hayata dair tek bir kesit bile keskin bir yola çıkarıyor sizi, mutlu kılıyor. Tarancı için 35 yaş ömrün yarısı olabilir ama eğer yüze erişme şansım olursa bilesin ki ömrümün yarısına 15 yıl daha var büyük adam. Onu geçtim, yüzümde çizgi bile yok, mor halkadan tek bir adedini bile bulamazsın. Hâlâ otuzu bulmamış bir yüz ifadesine ve görüntüsüne sahibim. Otuzlu yaşları gösterişim ancak kırkımda olacak zannedersem büyük şair.
Yeni yaşıma harika bir tatla giriyorum. Sayısız kere, peş peşe dinleyip duruyorum. Hayat çok ama çok güzel, her şeye rağmen iyi ki varız hayatın içinde diyorum. Çünkü daha yaşanacak, dinlenecek, izlenecek, gözetilecek ve adımlanacak büyük yollar var. Şarkıda olduğu gibi;
Dalgalar tamamen kırılırken
Kendi umudunda olduğu gibi hayata daha fazla tutunursun
Yanlış bir yol üzerindeyken
Yolunu değiştirirsin
Ve nihayetinde kendi yolumu yaratırım.
16 yorum:
Atilla, hakikaten şahane yazmışsın. Engin Abi'ye selamlarımı ilet, yüzde yüz haklı bu konuda.
O değil de, iyi ki doğmuşsun be Atilla. Tanıdığım en güzel adamlardan birisin. Umarım ömrünün geri kalanında yüzündeki o gülümseme kaybolmaz. Sevdiklerinle, mutlulukla, sağlıkla nice yaşlara.
Madem şimdiden yazdın Atilla (Abi, Çelik, Bilader),
Doğum günün kutlu olsun.
Nice nice senelere.
Önemli olan ne kadar yaşadığımız değil ki zaten,
Ne kadar dolu yaşadığımız saçma bir klişeyle.
Kimileri de var ölüm döşeğinde
"Ama, ah bir şansım daha olsaydı!" demede.
İşte bunu demezsek o günde eğer,
Onlar da sadece sayı olarak kalacak.
İyi ki doğdun.
( Niye bu şekilde kafiyeli, şiirmsi yazdım hiç bilmiyorum =))) )
Çok teşekkür ederim Ozan, selamın baş üstüne, iletirim.
Ben de kendimi şanslı sayanlardanım, senin gibi birini tanıdığım için. Güzel dileklerin için çok teşekkür ederim.
Teşekkür ederim Can'ım, yerim şiirini, seni de bi güzel dişlerim. İzin var ama değil mi? Dişleyebilirim değil mi? Dişleyebilirim! Dişş...
Kıtırt!!
Oh...
:)
Dişle be abi ne olacak eti de senin kemiği de yalnız benim külbastım güzel olur yahnim güzel olmaz fgşlcghögfşj =)
İyi ki doğdun tekrardan, valla acayip mutlu oldum =)
iyiki doğmuşsun da atilla abi seni tanıma şansına eriştim şu dünyada.senle hiç tanışmadık ama inan bana yazılarını okurken sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi hissediyorum.TANIMADAN tanıdığım çok güzel bir insansın.umarım birgün yüzyüzede görüşme şerefine nail olurum.tekrardan iyiki doğdun atilla abi.iyiki varsın :)
Güzel sözlerin için çok teşekkür ederim Pelezinho. Mahcup ediyorsun beni nazik sözlerinle.
Burak Eren'le geçen ömür bi 10 yaş daha genç yaşamak demektir :) Bu da demek oluyorki 25 yaşına girdin abi :)
Yeni yaşını kutluyorum ve hangi yaşına girsem ömrün yarısı demekten vazgeçmeni istiyorum. Ben bildim bileli seni hep ömrün yarısı diyorsun, hepimizi gömersin sen :)
Galatasarayla birlikte nice yaşlara, İstanbul'da alemlerin kralı olacağız...
Nice güzel yaşlara abi :)
Sana benzeyen birini gördüm Maiden konserinde. Seni hep fotolardan biliyorum ya :) Ama adam 35'inde göstermediğinden yanına gitmedim. Anladığım kadarıyla sen değildin.
Nice senelere
Geçenlerde arkadaş muhabbetinin ballandığı anların birinde, "hiç 30 yaşındakilere benzemediğimizi" anladık.
Şortla top oynayıp, kanlı dizle eve döndüğümüzde, 30lu yaşlardaki abiler, kalantor, göbekli, 2 çocuklu, "dükkana giden", kumaş pantolon-gömlek kreasyonunun dışına çıkmayan, hayata dair en çocuksu yanları "geç lan kaleye bi şut atiim"den ibaret olan abilerdi.
Bu manada bizler de abilerimize benzemiyoruz. Hala bağırta bağırta müzik dinliyoruz, hala bilgisayar oyunu, futbol peşindeyiz ve hala geyikteyiz.
Herkesin işi, gücü, sistemin layık gördüğü ünvanları mevcut. Kimse aylak değil. Lakin kimse klasik 30lu yaşların adamı da değil.
Ne kadar güzel anlatmışsınız yaşların evrimini. "Klasik bir yaşama sahip olan 35 yaş insanı olmadığımı çok iyi biliyorum." dediğinizde ise yazıyla tamamen bütünleştim.
Demek ki bizim neslin içindeki çocuk peki bir cevval, ölmüyor.
Ölmesin de.
Doğum gününüz kutlu olsun
Nice senelere...
Geçenlerde arkadaş muhabbetinin ballandığı anların birinde, "hiç 30 yaşındakilere benzemediğimizi" anladık.
Şortla top oynayıp, kanlı dizle eve döndüğümüz zamanlarda, 30lu yaşlardaki abiler; kalantor, göbekli, 2 çocuklu, "dükkana giden", kumaş pantolon-gömlek kreasyonunun dışına çıkmayan, hayata dair en çocuksu yanları "geç lan kaleye bi şut atiim"den ibaret olan abilerdi.
Bu manada bizler de abilerimize benzemiyoruz. Hala bağırta bağırta müzik dinliyoruz, hala bilgisayar oyunu, futbol peşindeyiz ve hala geyikteyiz.
Herkesin işi, gücü, sistemin layık gördüğü ünvanları mevcut. Kimse aylak değil. Lakin kimse klasik 30lu yaşların adamı da değil. En azından bizim bildiğimiz anlamda...
Ne kadar güzel anlatmışsınız yaşların evrimini. "Klasik bir yaşama sahip olan 35 yaş insanı olmadığımı çok iyi biliyorum." dediğinizde ise yazıyla tamamen bütünleştim.
Demek ki bizim neslin içindeki çocuk pek bir cevval, ölmüyor.
Ölmesin de.
Doğum gününüz kutlu, mutlu, ömürünüz huzurlu olsun.
@Burak Eren,
Burakçığım bakma ömrün yarısı deyip durmama. Hem ben demiyorum, Tarancı diyor :) Biz seninle daha çok leş bırakırız. Durdursunlar bizi durdurabilirlerse.
@JordiMetal,
Hakancığım, teşekkür ederim. Maiden’a gitmedim ama 54 yaşındaki Engin Abim oradaydı :)
@ Yakup,
Sevgili Yakup, güzel sözlerin ve harika yorumun için çok teşekkür ediyorum. Sen ne demek istediğimi çok ama çok iyi anlamışsın. Sanki mutsuzluk var eski 35’lerde, hayatın sillesinde boğulmuşluk var, garip ciddiyet ve birçok zevkten uzak olmak var. Ama hayatı güzel yapan şeyleri de bırakmamak lazım, ne kadar sorumluluk olursa olsun..
Mutlu Yıllar,iyi ki doğmuşsunuz.
Yazıyı keyifle okudum.
Şarkı da bize hediye oldu.
Sizinle hatırlanacak. (:
Teşekkür ederim güzel ve ince sözlerin için sevgili OzZ :)
Bonjovi these days isimli şarkısında der ki;
These days are fast, nothing lasts in this graceless age.
O, bu lütufsuz çağ, diye söylerken, ben hep 20'li yaşlara yormuştum bu sözü. çünkü birden geçiverdi 20'ler içine çok şey koyup hiçbirşeyi dolduramadan...
Umarım yazdıkların ve yaptıklarını tutku ile yapmaya devam edersin sevgili Atilla Abimiz :)
O yaşlardan, en azından bana, yol göster hala oyun oynamak için fırsat olacak mı?
Nice sağlıklı güzel günlere...
Çok teşekkür ederim büyük Kaptan :)
Yorum Gönder