11 Ocak 2011 Salı

What's Heavy? (Bölüm VI)

1990’lı yıllar aslında bir çok Metal müzik tarzının iç içe yaşadığı bir dönem olmuştur. Teknolojik gelişimler, iletişim imkanlarının büyümesi, daha iyi reklamların yapılması ve haber elde edebilme imkanlarının büyümesiyle tam bir türler karmaşası yaşanacaktı. Bu dönem aynı zamanda geçmişte uzun süre müzik yapıp da çok etkili olamayan isimlerin daha çok isim sahibi olacakları bir döneme denk geliyordu. Örnek mi? Iced Earth, Crematory, Sentenced, Blind Guardian, Dream Theater, Paradise Lost gibi sayısız gruplar.

Modern soundların yer aldığı Power Metal gibi bir tür de zamanla ağırlığını koyacaktı ve liriksel yönüyle çok farklı pasajlar içinde derin yolculuklara çıkacak, kendine has özel hayranlara sahip olacaktı. Bu müziğin felsefesi ve liriksel yönü daha geniş bir alana yayılmıştı ve söz konusu tarzın her icracısı kendi şahsına münhasır noktalardan demetler sunuyordu. Aslında derin bir mesaj kaygısının olduğunu söylemek mümkün değildi. En azından dünya problemlerine, politik karşı duruşlara, toplumsal bakış açılarına pek yer verilmemiştir. Çünkü genelde fantastik konular, mitlere dayanan tarihsel pasajlar, savaş mitleri, melankolik ve atmosfer dolu dokunduruşlar ve yenilikçi seslerin eklenmesi farklı bir boyut getiriyordu. Daha eğlenceli varyasyonlar da liriklerde göze çarpmıyor değildi ama Power Metalde değişken konu atlamalarının olduğunu ve her grubun kendine özgü dünyasını aktardığını es geçemeyeceğiz. Bu tarzın en önemli ayrıcı özelliklerinden biri güç dolu, seri şekilde giden müziğe daha temiz ve hafif opera tarzı bir sesin eşlik etmesiydi. Gruptan gruba değişen çeşitli ideolojik süreçlerin olduğu bu tarzda en çok göze batan tema ise fantastik bakış açıları olmuştur. Bu konuda en güçlü isimler Stratovarius, Gamma Ray, Helloween, Rhapsody, Blind Guardian, Symphony X, Kamelot, Hammerfall, Virgin Steele gibi isimlerdi.

Aynı anlarda Doom Metal de büyük bir yükselişe geçmişti. Bu tarzda bahsedilen şeyler Heavy Metalin bilindik felsefesinden çok farklıydı. Çünkü toplumda ve dünyada olan değişiklikler, politik süreçler, yönetim şekilleri gibi konularda kafa patlatmaktansa insana özgü psikolojik, karamsar ve melankolik duygusal boyutların aktarımları gözlere çatıyordu. İnsanoğlunun kendi içinde yaşadığı acılar, sıkıntılar, duygusallıklar müzikal anlamda Metal müzikle aktarılıyordu ve Metal müziğin genelde bunalım, karamsar, melankolik bir havası dikkatleri çekiyordu. Aslında bu yönüyle Doom Metal çok özel bir müzik tarzı oluyordu. En azından toplumsal, politik, modernleşme konularında önemli bir mesaj kaygısı taşımıyordu ve insanın iç dünyasında yaşadığı karanlık pasajlardan dokumalar sunuyordu. Saint Vitus gibi bir grubun geçmişte yaptığı işlerle tetiklenen bu tarz My Dying Bride, Anathema, Candlemass, Funeral, Winter, Theatre Of Tragedy ve yer yer de Paradise Lost gibi grupların çabalarıyla büyük atılımlara neden olacaktı. Bu müzikteki sorgulayışlar belki siyasal, ekonomiksel, dünyayı ilgilendiren global sorunlara değinmiyordu ama “her insanın kendine özgü özel bir hayatı vardır” sözünü desteklercesine dinsel, duygusal, melankolik, psikolojik, karamsar her noktadan demler vuruluyordu.

Ama kim ne derse desin bu yıllarda en çok öne çıkan müzikal tarzlardan biri de Black Metaldi. Başlangıçlarda Celtic Frost, Venom ve Bathory gibi gruplardan ilhamlar alan bu tarz, 90’lı yıllarda Death Metal’den de ufak tefek ilhamlar alarak yeni melodileri oturtmuş, müziğe daha fazla dikkat edilmiş ve hassasiyetli melodileri de empoze etmiştir. Artık bu tarzda yeni bir evre başlamıştı ve bu evrenin başlangıcında söz sahibi olan isimler Emperor, Darkthrone, Immortal, Gorgoroth, Burzum, Enslaved, Marduk, Mayhem gibi gruplardı. Bu gruplar soundlarında oldukça distorşınlı tonları, çeşitli artistik ve yaratıcı yönlerle birleştirmişler, şeytani temalarla kinayeli oyunlar oynayarak görsel, efektsel ve şova yönelik bir kaos ortamını yaratmışlardı. Thrash, Death ve Grindcore ritimlerinden de demetler sunarak lanetlenmiş düşünceleri şarkı sözlerine yansıtmışlardır. Sanatsal anlamda Black Metal sözünü ettiğimiz tarzların ahlak ve erdem kurallarına bakış açılarına kısıtlı olarak yaklaşmış, kabul edilebilir sosyal duyarlılıklar ve politik bakış açıları liriksel anlamda çok az olmuştur. Bu müzik başlangıçta politik demeçlerden tamamen uzak olarak saf kötücül ve nefret dolu bakışlara odaklanmış, her grup ve müzisyen özel ideolojisini ve kendi ilhamlarını müziğe adapte etmiştir. Onlara göre ahlaki meseleler tüm insanoğlunun tavırlarına bağlı bir olaydı. Bu müzikte doğayla birey bir ilişki içerisinde bulunur ve bu yaşam zincirinin içinde en önemli olan şey insanoğlunun yer aldığı ve bulunduğu konumdur. Zihinsel istekler ve arzular zamanlar geçtikçe disiplin eksikliği altında ezilecek ve hazcı bir bakış açısı gelecekti. Bu yönüyle de ideolojiye bir farklılık gelecekti. Black Metal öyle bir tarzdı ki hiçbir şeyden kendisini sorumlu tutmuyor, ama kendi gerçekleriyle fantezilerini topluma teröristçe görünerek birleştiriyordu. Sanki bir nevi düşünsel anlamda terörist hareketlerin fantezisi kusuluyordu. Belki de imajlarını satıyorlardı.

Bir sonraki yazı da Black Metal, Death Metal ve yeni tarzlar üzerinden gidecek ve son yazı olacaktır.

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails