Japonya, art arda dizilmiş bir adalar ülkesidir. Dördü büyük, geri kalanlar irili ufaklıdır. Adaların toplam sayısı 3,800 civarındadır. En kuzeyden güneye ve batıya doğru sırayla gidersek, bir zamanların Ainu ülkesi Hokkaido, en geniş ve uzun Honshu (Hondo), en mavili yeşilli Shikoku ve en tarihi olan Kyushu adasıdır.
Japonya insanı kendini bildi bileli bu adalar üzerinde yaşamıştır. Kendiliğinden yetişen ya da kendi yetiştirdiği bitkilerle yaşadığı yeri paylaşmıştır. Adaların yüzde 80’i dağlık, dağların yüzde 88’i –ülkenin yaklaşık olarak yüzde 68’i- ormanlıktır. İki genel kural vardır. Bu ormanı kesip yakmazlar ve keçiye de yedirmezler. İlk Amerikan elçisinin, bahçesinde tek bir süt keçisi beslemesi bile ulusal sorun olmuş, izin verilmemiştir. Orman ürünleri, ülkenin petrolden sonraki en büyük dışalım kalemidir. Tarımsal ekim, endüstriyel üretim, yerleşim, konut ve ulaşım için ülke yüzeyinin ancak yüzde 20’si geriye kalmaktadır.
Japon insanı, “Tatami” denen, yaklaşık 90smx180sm boyutundaki dikdörtgen hasırlar üstünde büyür. Yarım tatami’de oturur, bir tatami’de yatar, iki tatami’de çalışır. Beş-altı tatami’lik odada aile yaşar. Sıkılan, yorulan kişi, köşe başındaki tapınağın, türbenin, dergahın bahçesine, kent parkına, karşı dağlardaki ulusal parklardan, “Onsen” denen kaplıcalardan birine, volkan göllerine, yağmalanmamış kıyılara koşar. Buraları öyle büyük, geniş yerler değildir. Ancak insan yapısı nesneler, doğal simgeler öyle ölçeklerde seçilmiş, öyle ustaca kullanılmıştır ki açık mekanlar olduğundan daha geniş görünür. Kent çevresinden yarım günlüğüne uzaklaşabilen kişi, Güney Adaları’nın egzotik doğallığı içinde bulur kendini. Adalar, trencilikte İsviçre’ye, temizlikte İskandinavya’ya, düzenlilikte Almanya’ya, iş bilirlilikte Hollanda’ya, konukseverlikte Afrika ülkelerine, sanatseverlikte İtalya’ya benzer. Bu özelliklerin hepsini birleştirip bütünleştiren ruh ise özgün Japon Ruhu’dur. Kültürün yaratıcı gücü, küçüğü büyük, büyüğü güçlü, kaçınılmazı dayanılabilir gibi gösterir. Görünen, yaşanan gerçek budur. Kimse açıkça yakınmaz. Yaşam gerçeğini güler yüzle karşılar.
Japon insanı bu ölçülü, sınırlı ve olgusal dünyaya dışardan –denizden- geldiğini söyler. “Deniz Çocuğu” olduğuna inanır. Denizin çocuğu sudan çıkıp dağlara doğru yükselmiştir. Yüce Dağ ile kendisi arasında bir özdeşlik kurmuştur. Güneş Tanrıçası Amateratsu da, tanrısal ataların yarattığı Doğa ile kendi soyundan gelen bu insanlar arasındaki karşılıklı saygı ile özdeşliğe tanık olmaktan mutludur.
Japon Kültürü (Bozkurt Güvenç)
2 yorum:
Ben de biryerde okumuştum Japonya'da işten eve erken dönersen ayıplanıyormuşsun,çalışmak o kadar önemli.
Erken dönebilme şansları pek yok maalesef. Çünkü iş çıkışı patron dahil iş üzerine konuşmak için restaurant tarzı yerlere giderler. Bir de orada harıl harıl konuşur dururlar. Eve kapağı atmaları bayağı zamanı alır.
Yorum Gönder