Yaşam nedir ?
Geceleyin bir ateş böceğinin saçtığı ışıktır.
Kışın bufalonun soluğudur.
Otların arasında koşan
Ve günbatımında kaybolan gölgeciktir.
Karaayak (1821-1890)
Günümüzde medeniyet dediğimizde içi boşaltılmış bir kavramla karşı karşıya kalırız. Bize tabakta sunulan neyse, akıl yetimiz nispetince ona göre besleniriz. Gücü elinde tutanlar en medeni olanın kendisi olduğunu gösterebilmek için minik bir kuyuda kırk takla atar. Gücü elinde tutan Beyaz Anglo-Sakson Protestan zihniyet en medeni olduğunu zırvalar durur. Ya da onun yolundan gidenler gözlerimize serdikleri barbarlıkları ve insanları köle yerine koyuşlarıyla adeta dalga geçer medeniyet görselliğiyle.
Kadınını pazarlar, kadını bir mal gibi kullanır, kendisini pazarlar, parasıyla her şeyini pazarlar, senin zihnini psikolojik algılamalarla darmadağın etmek ister ve akıl yetisinden yoksun olanları kuyusuna düşürür. Size de aşağıdan el sallamak düşer. Pazarlanan kadın pazarlandığının bile farkında değildir. Farkında olsa bile cebine attığı paranın tadına bakar. Başka şeylerin de!
Nice sorunlar içinde boğuşan toplumları parayla tuzağa düşürüp sömürenler, yüzyıllar boyunca kara inci Afrika’yı sömürüp zenginliklerini kendi cebine sokanların ne idüğü belirsiz hastalıklı fikirleri ve eylemleri gözler önündeyken, sömürülenler barbar, sömürenler en medenidir. Aynı zihniyet dağdan gelip bağdakini kovmuştur yıllar boyu. Yemediği bok kalmamışken kendisi dışındaki her şeyi terörist, barbar, şeytan unvanıyla damgalamasını iyi bilmiştir. Yıllar boyu saf düşünceleri, topluma olan saygıları, doğa anaya duydukları sevgileri ve karıncayı bile incitmeyen nazik tavırları ile yüzyıllar sonra bize insanlık dersi veren insanlar topluluğunun kökünü kazımasını iyi bilmiştir bu zihniyet. Medeni olan yine de kendileridir. Kırmızı halılar üzerinde yürüyenlerdir medeniler. Katledilen hayvanların derilerini üzerinde taşıyan, emeği sömürülen kara inci toprak parçasından elmaslardan taşlar takan, bir çok masumun uğrunda öldüğü nimetleri tadan zihniyettir medeni olan..
Yerseniz!
Bazen görürsünüz Hollywood sinemalarındaki ya da bazı dizilerdeki Amerikan yaşamı saçmalığını. Hayallerin ülkesini.. Hayallere ulaşmak ve para kazanmak için her yolun mubah olduğunu. Gençleri sefilden farksızdır. Hayatlarının anlamı balolardır. Balolarda ya da doğum günlerinde caka satmaktır. Hayatı her yönüyle değil kasık arasından ibaret tutmaktır. Kendisinden ve kendi salak topluluğundan başka herkesi aşağılamaktır. İzlersiniz. Göz atarsınız. Her şeye şahitlik edersiniz. O bir film olsa bile o filmlerin yaşanmışlıklardan ve gerçekliklerden yaratıldığını bilirsiniz. O kadar aptalca zevklerin ve yaşam dürtülerinin boyunduruğunda boğulmuşlardır ki, aptallıklarının farkında bile değillerdir. O çok medeni okullarının koridorlarında, kız kıza gidilen tuvaletlerde, içilip zıbarılan barların, kıçların sallandığı diskoların sarhoş ediciliğinde felsefi ve erdemsel muhabbetlerine şahitlik edersiniz. Hayatın anlamını bulursunuz! Erdemli ve yürekli!
Kadınını pazarlar, kadını bir mal gibi kullanır, kendisini pazarlar, parasıyla her şeyini pazarlar, senin zihnini psikolojik algılamalarla darmadağın etmek ister ve akıl yetisinden yoksun olanları kuyusuna düşürür. Size de aşağıdan el sallamak düşer. Pazarlanan kadın pazarlandığının bile farkında değildir. Farkında olsa bile cebine attığı paranın tadına bakar. Başka şeylerin de!
Nice sorunlar içinde boğuşan toplumları parayla tuzağa düşürüp sömürenler, yüzyıllar boyunca kara inci Afrika’yı sömürüp zenginliklerini kendi cebine sokanların ne idüğü belirsiz hastalıklı fikirleri ve eylemleri gözler önündeyken, sömürülenler barbar, sömürenler en medenidir. Aynı zihniyet dağdan gelip bağdakini kovmuştur yıllar boyu. Yemediği bok kalmamışken kendisi dışındaki her şeyi terörist, barbar, şeytan unvanıyla damgalamasını iyi bilmiştir. Yıllar boyu saf düşünceleri, topluma olan saygıları, doğa anaya duydukları sevgileri ve karıncayı bile incitmeyen nazik tavırları ile yüzyıllar sonra bize insanlık dersi veren insanlar topluluğunun kökünü kazımasını iyi bilmiştir bu zihniyet. Medeni olan yine de kendileridir. Kırmızı halılar üzerinde yürüyenlerdir medeniler. Katledilen hayvanların derilerini üzerinde taşıyan, emeği sömürülen kara inci toprak parçasından elmaslardan taşlar takan, bir çok masumun uğrunda öldüğü nimetleri tadan zihniyettir medeni olan..
Yerseniz!
Bazen görürsünüz Hollywood sinemalarındaki ya da bazı dizilerdeki Amerikan yaşamı saçmalığını. Hayallerin ülkesini.. Hayallere ulaşmak ve para kazanmak için her yolun mubah olduğunu. Gençleri sefilden farksızdır. Hayatlarının anlamı balolardır. Balolarda ya da doğum günlerinde caka satmaktır. Hayatı her yönüyle değil kasık arasından ibaret tutmaktır. Kendisinden ve kendi salak topluluğundan başka herkesi aşağılamaktır. İzlersiniz. Göz atarsınız. Her şeye şahitlik edersiniz. O bir film olsa bile o filmlerin yaşanmışlıklardan ve gerçekliklerden yaratıldığını bilirsiniz. O kadar aptalca zevklerin ve yaşam dürtülerinin boyunduruğunda boğulmuşlardır ki, aptallıklarının farkında bile değillerdir. O çok medeni okullarının koridorlarında, kız kıza gidilen tuvaletlerde, içilip zıbarılan barların, kıçların sallandığı diskoların sarhoş ediciliğinde felsefi ve erdemsel muhabbetlerine şahitlik edersiniz. Hayatın anlamını bulursunuz! Erdemli ve yürekli!
Chamalu’nun yüreğinden kopup gelen ve yüreğin yolu olarak adlandırılan düşüncelerin ne kadar ehemmiyeti vardır ki? Medeni(!)lerce barbar olarak görülen ve katledilenler tarafından beyinlerimize zerk edilen şu sözleriyle:
Her şey kutsaldır; her şey büyük
Tanrısal tapınağın bir parçasıdır.
Eğer yüreğinden bakarsan,
Her yerde güzellik görürsün.
Eğer sarhoşsanız, aptalsanız, kandırılmışsanız, akılsızlığınız nedeniyle tuzağa düşürülmüşseniz hiçbir şey sizi mutlu edemez. İçi boş geçici heveslerden başka. Ki o da geçiciliğe mahkum!
Uygar olan hep Batı olmuştur. Kendilerinden başka kimseye koklatmak istememişlerdir bu erdemlerini! Çok yönlü bilgilenmiş olan ve bu bilgilerin özünü kavramaya çalışanlar için bu terim çok farklı. Kandırılmaları bir o kadar zor. Batı’nın vahşi ya da az gelişmiş diyerek aşağıladığı bir çok ulusun, doğa ile hatta kendisi ile daha bir uyum ve barış içerisinde olduğunu biliyoruz.
Birkaç yüzyıl geriye gittiğimizde, Kızılderililerin uzun yıllar boyunca taşıdıkları görüş ve yaşam örgülerinin günümüz modern insanlarına yüce bilgelikler sunduğunu görüyoruz. Göremediğimiz bir yaratıcıya, yaratıcı güce, Doğa Ana’ya ve geri kalan her şeye nasıl davranacağımızı odak noktasına alan bir felsefedir bu. Yaşayan varlıklar olarak bizim dışımızda kalan her şeye nasıl davrandığımız, dünyamızdaki yaşam örgümüzü çizen güçlü odaklardan biridir bu. Doğa’yı ve görünmez güçlerin tümünü bir potada erittiğimizde bedenimiz ve zevklerimiz önemsizdir. Kızılderililer doğanın her parçasıyla yaşamayı yemek yemek, su içmek gibi sıradan saymışlardı. Onlar kendilerinden ziyade doğadaki her ağaçla, her taşla, her hayvanla ve akan ırmakla varoluyorlardı. Onlar aslında kendilerince tüm yaşamlarıyla ibadet ediyorlardı. İçtikleri sudan, adım attıkları toprak parçasına kadar.. Yaşamları bile bir ibadetti. Medeni Batı’nın her Pazar günü toplanmasına benzemezdi bu. Ya da yediği her haltın ardından bir günah çıkarmayla temizlendiğini sanması kadar aptalca değildi bu bakış açısı.
Kara Geyik şöyle diyordu:
“Beyazların kendilerinden başka hiçbir şeyi umursamayarak bizim yarattığımız ulusal çemberimizi kırdığını görebiliyorum. Bizden alabilecekleri her şeyi alacaklar ve kullanabileceklerinden daha fazlasını da isteyecekler. Kalabalık insan topluğundan geriye bir şey kalmayacak ve belki de açlıktan öleceğiz. Dünyanın (doğanın) onların anneleri olduğunu unutacaklar. Bu onları, benim insanlarımın eski yollarından daha iyi hale getirmeyecek ve bizden daha iyi olamayacaklardır.”
Medeni beyazlar Amerika’ya ayak basar. Yerlilere ait her şeyi almaya, bir tehdit ile karşılaştığında köklerini kazımaya başlar. Bildiğiniz soykırım uygulanmaya başlanır. Yapılmayan zorbalık yoktur. 1854 yılında şef Seattle, halkının topraklarının satması istenmesi üzerine ibretlik bir konuşma yapar:
“Beyaz adamın ölüleri yıldızlar arasında yürümeye gittiklerinde, doğdukları ülkeyi unuturlar. Bizim ölülerimiz bu güzel dünyayı asla unutmazlar. Çünkü o Kızılderili’nin anasıdır. Biz bu dünyanın bir parçasıyız. Ve o da bizim parçamız. Güzel kokan çiçekler bizim kız kardeşlerimizdir; geyik, at, büyük kartal, bunlarsa bizim erkek kardeşlerimiz. Kayalık tepeler, çayırlardaki ıslaklık, tayın vücut ısısı ve adam, hepsi aynı aileye ait.
Dünya beyaz adamın kardeşi değil, ama düşmanıdır ve onu fethetti mi ilerlemeye devam eder. Babalarının mezarlarını geride bırakır ve aldırmazlar. Annesi dünyayı ve kardeşi göğe, satın alınan, yağma edilen, koyunlar ya da parlak boncuklar gibi değişilen birer malmış gibi davranır. İştahı dünyayı yiyip bitirecek ve geride sadece bir çöl bırakacaktır.
Beyaz adamın şehirlerinde sakin yer yoktur. Baharda yaprakların açılışını ya da böceklerin kanat vuruşlarını duyacak yer yoktur. Ama belki de benim vahşi olmamdan ve anlamadığımdandır. İnsan eğer bir kuşun yalnız ağlayışını ve su birikintisi etrafında tartışan kurbağaların seslerini duymazsa hayatın anlamı nedir?
Ben vahşiyim ve başka bir yoldan anlamam, çayırlarda çürüyen binlerce bufalo gördüm. Beyaz adamın geçen trenden vurup, bıraktığı. Ben vahşiyim ve dumanlı demir atın, bizim sadece canlı kalmak için öldürdüğümüz bufalodan nasıl daha önemli olabildiğini anlamıyorum.
Dünya annenizdir, dünyaya ne olursa, dünyanın oğullarına da aynısı olur. Eğer insanlar yere tükürürse kendi üzerlerine tükürürler.
Bunu biliyoruz biz, dünya insana ait değildir, insan dünyanındır. Bunu biliyoruz. Bütün her şey bir aileyi bağlayan kan gibi birbirine bağlı.”
Bu konuşma hala Washington’da muhafaza edilmektedir. Amerikan Expo 74’de sunulmuştur. UNEP tarafından çevre üzerine şimdiye kadar en güzel ve içten anlatım olarak kabul edilmiştir.
Yazıyı Tatanga Mani’nin (Yürüyen Bufalo) bir sözüyle kapatalım:
“Ağaçların konuştuğunu biliyor musunuz?” Bu soruya kendisi yanıt verir. “Evet konuşurlar; kulak verirseniz, sizinle de konuşacaklardır. Asıl sorun beyazların dinlememesidir. Kızılderilileri dinlemeyi hiç bir zaman öğrenemediler. Oysa ben, ağaçlardan çok şey öğrendim; bazen hava, bazen hayvanlar, bazen de Yüce Ruh hakkında.”
Onlar için her şey aslında çok basitti. Her şey Vakan Tanka’ydı. Yani onların inancına göre Yaratıcı Güç, Her Şeyin Kaynağı, Büyük Ruh..
Varolan her şey canlıdır.
Chukchee Şamanı
1 yorum:
Merhaba Mert,
Sonuçta o da bir Indian :)
Yorum Gönder