9 Aralık 2010 Perşembe

Sonunu Göremeyen Diziler

(Bana Göre Dünyanın En İyisi: Six Feet Under)

Her yeni dizi, eğer kaliteli ve farklıysa yeni bir soluk, yeni bir hevestir. Büyük bir hevesle gömülürsünüz içine. Diziler sinemalardan farklıdır. Uzun soluklu oluşunun yarattığı farklılık söz konusudur. Uzun soluklu olmanın getirdiği bir aidiyet duygusu vardır. Kendinizden bazı parçaları görürsünüz. Gerçekleşen olaylar içinde kaybolursunuz. Bazı karakterlerle aranızda bir bağ oluşur. Daha doğrusu dizinin her yönüyle garip bir bağ kurarsınız. Bazen Dexter Morgan’sınız, bazen Gregory House, bazen Mick St. John gibi insancıl bir mahlukat, Dan Vasser gibi gizemli, Kyle gibi saf, Molly Caffrey gibi işkolik, Amiral Adama gibi babacan, Nate Fisher gibi gerçekçi ve yahut ilk sezonlarında olduğu gibi Dean gibi yavşak..

Böyle bir bağı nasıl kurarsınız? Bir dizinin içinde nasıl kaybolursunuz ve aidiyet bağı kurarsınız? Haftada bir bekleyerek bir dizi ile bağ kurmak elbet mümkün ama DVD oynatıcınızda tüm bölümleri sırayla izlediğinizde aldığınız keyif gibisi yoktur. Bu daha etkili bir yöntem. Kurduğunuz bağı iyice güçlendiriyorsunuz. Çok fazla dizi takip ediyorsanız, her hafta hepsini teker bölüm üzerinden izlemek tamamen dağılma sebebi. Hem kafa olarak hem de takibat anlamında. O yüzden hala devam eden dizilerin misal Caprica, Dexter, Fringe, House MD, Supernatural, SGU Stargate Universe, The Event, The Vampire Diaries vs gibi yeni sezonlarına veyahut devam eden sezonlarına hala göz atmamış bulunmaktayım. Elimde izlemek üzere 30-35 tane daha dizi olduğu için ve bunların çoğu bitmiş diziler olduğu için bu anlaşılabilir bir durum. Bitenlere yönelmen doğal.

Hani olur ya. Kurulursunuz rahatça. Başlarsınız izlemeye bir diziyi. Sarar sizi. Hoşunuza gider. DVD oynatıcınızda sırayla her bölümü izlemektesinizdir. Bölümler ilerledikçe sizi bütünüyle kapsar oyuncular, karakterler ve olaylar örgüsü. Hiç bitmesin istersiniz. Sanki farklı bir hayat algılaması oluşturmuşsunuzdur. Bir gerçek dünya vardır, bir de fantezi dünyası. Bu fantezi dünyası sizi günlük yaşamın yoruculuğundan uzaklaştırır. Bir umut aşılar. Bazen öfke.. Bazen derinden gelen bir duygu.

İçinizde sürekli yinelenip duran derin bir ses:

Bitmesin..
Bitmesin..
Bitmesin..

Ama biter. Gün gelir biter. Yarattığınız fantezi dünyasının bir parçası kopup gitmiştir kutsal dünyanızdan. İçiniz çoraklaşır o an. Üzülürsünüz. Sizin için önemli olan insanları toprağa vermişsinizdir sanki. Rahatsız edicidir. Ya bir de bu diziler sonunu görmeden bitmişse? İşte bu oldukça sinir bozucu.

Özellikle 2000’li yıllardan itibaren oldukça farklı konulara yönelen ve bu yönüyle büyük paralara ve yapımlara ihtiyaç duyan dizilerin sayısında büyük bir artış söz konusu. Fantastik, korku, gizem ve bilim kurgu öğelerinin üst seviyede olduğu diziler gerçekten çok pahalı yapımlar. En çok dikkat çeken diziler de genelde bu türden diziler olabiliyor. Dikkat çekmeleri doğal. Kullanılan yüksek bir teknoloji söz konusu ve bu durum her zaman para demek. Hem de çuvalla para..

Bahsettiğimiz bu dönemlerde nice diziler yayınlandı. Bir çoğu ikinci sezonlarını göremeden çat diye bitirildi. Bu dizileri aradan geçen birkaç yıl sonra izleyen bizler hayıflanıp durduk. Ya da bazıları ülkemizdeki bazı kanallarda yayınlanırken bir anda biten dizilere hayıflandık. Ve neden bittiklerini sorgulayıp durduk. Öyle ya, gerçekten çok güzel dizilerdi. Çok kalitelilerdi. İçi dolu dizilerdi. Saçma sapan onca dizi dururken neden bu diziler çöpe atılmıştı? Sinir bile yaptık. Neden ama? Neden biterler anlamsız bir şekilde.

Cevap çok ama çok basit. İsterseniz dünyanın en kaliteli dizisini yapın. İsterse çok fazla sayıda izleyeni olmasa bile inanılmaz kemik ve fanatik hayranlara sahip olsun. Her şeyin nedeni çok basit: Kapitalizm.. Para.. Reklam..

Bu dizileri finanse edenler insanlara bir şeyler vermeyi, bir şeyler göstermeyi, bazı dersler vermeyi düşünmüyordur bile. Yönetmenler ve oyuncular belki bazı mesajlar vermek ister ama o dizilerin mali gücünü elinde tutanlar için asıl gerçek çok farklı. Onlar yatırdıkları paranın çok daha fazlasının dönmesini beklerler. Başa baş gitmeyi bile düşünmezler. Eğer izleyici kitlen yeterli değilse, izlenme oranı düşükse ve bu durum mali anlamda zarara uğramanıza sebep oluyorsa, yatırdığınız para size fazlasıyla geri dönmüyorsa tamamen kapitalist bir ruh ile işini yapan para babası, izleyicinin, en fanatik izleyicinin göz yaşını bile dikkate almadan kilidi vurur hemen diziye.

Bu noktada dizilerin yayınlandığı ülkedeki izleyici profilini de sorgulamak lazım. O kadar kaliteli dizileri nasıl olur da takip etmezler değil mi? Herkes sizin gibi düşünmez ki ama! Bize aptalca gelebilecek şeyler onlara muazzam geliyordur. Hayatı sorgulayıcı dizilerdense seksist öğelerin baskın olduğu saçmalıkları seviyorlardır belki de. Daha Irak’ın bile nerede olduğunu bilmeyen bir halkın akıl düzeyi ile uğraşacak değilim. Hal buyken gerçekten içi dolu bazı dizileri neden takip etmediklerini sorgulamak gülünç olur.

Eski dönemlerde ve özellikle son dönemlerde izleyip sonunu göremeyen bazı diziler söz konusu. Birkaç tanesini burada dikkate alıyorum. Bu dizilere başlamak isteyenler sonunu göremeyeceklerinden de emin olsunlar isterim..

KYLE XY

Garip bir dizidir gerçekten. Bazı yönleriyle Amerikan yaşamının ve Amerikan aile yapısının kutsallığı örgüsünü gözlerimizin içine sokadururken, bir yandan da inanılmaz bir insancıllığa dokundurması ve bilimkurgu/aile dizisi tarzında görünse bile bizleri duygusallığıyla gözyaşlarına boğması ilgi çekicidir. Süt gibi tüysüz, göbek deliği olmayan bir gencimiz kendisini ormanda bulur. Ne adını bilir, ne de geçmişini. Konuşmak bile konuşamaz. Bir bebekten farksızdır. Koruyucu bir aileye verilen Kyle, bir çok özel yeteneğe sahiptir. Zaten iki çocuğa sahip olan Amerikan ailesinin, bir deney ürünü olan ve küvette uyuyabilen Kyle için bir çok şey yapması, kendi öz evlatlarından ayırt etmemesi ve gerçekleşen olaylar silsilesi ilginçtir. Garip yeteneklere sahip olan Kyle’ın aşk macerası da komiktir. Her şeye rağmen, özellikle ilk sezonu itibariyle en sevdiğim dizilerdendir. Az gözyaşı dökmedim bazı sahnelerde.. Amanda denen zerzevat beni az uyuz etmemiştir. Üçüncü sezonunda çat diye bitirilmiştir. Koskoca üç sezon dayandınız, bir sezon daha mı dayanamadınız!

MOONLIGHT


Dört yaşındaki bir kızı kurtardıktan sonra tamamen farklı bir hayat yörüngesine giren, oldukça insancıl, yardımsever bir hal alan vampir ve özel dedektif Mick St. John’un hikayesi. 85 yaşında olup 30’lu yaşlarında görünen karizmatik bir kahraman. Eğer, dört yaşındaki ufak kızı, 33 yıldır evli olduğu vampir eşi kaçırmışsa ve onu öldürerek kurtarmışsa daha da ilginç. Dört yaşındaki kız büyür, kocaman, çok güzel bir muhabir olur Beth Turner adında. Yolu Mick St. John ile kesişir. Bir çok cinayeti birlikte aydınlatmaya başlarken, zamanla geçmiş kaderin gerçekliği de aydınlanır. Beth anlar ki, Mick St. John onun koruyucu meleğidir ve onun sırlarını paylaşmaya başlar. Bu dizide beni en çok vuran nokta ise Marcel Proust’un Remembrance of Things Past kitabının gözlerimize sık sık sokulduğu bir bölümdür. 16 bölüm ile sonlandırılmış çok eğlenceli ve sürükleyici bir dizi daha.

THRESHOLD


Okyanusun ortasında bulunan gemideki mürettebatın gezegen dışı, 4-5 boyutlu, sürekli şekil değiştiren bir cismi görmeleriyle başlıyor dizi. Bu cisim gezegen dışı olduğu için hükümet, bu tür zor durumlarda yol haritasını önceden çizmiş olan Molly Caffrey’i göreve çağırarak Threshold planını devreye sokuyor. İlgili şekli gören ve ilgili şeklin sesini duyan insanlara bir hal olmaktadır. Bazıları bu duruma dayanamayıp deforme olup yüzleri patlarken, bazıları inanılmaz güçlü insanlar haline gelir. Sanki uzaylıların elinden evrim geçiriyordur insanoğlu. Hemen hemen her bölümüyle beni benden almış oldukça kaliteli bir diziydi. Her bölüm özene bezene hazırlanmışken, üstünde oldukça iyice çalışılmışken, bazı bölümleri tam anlamıyla tırstırırken zevksiz Amerikalıların gazabına uğramış güzel dizilerden biri olması üzücü. Sadece 13 bölüm dayanabildi.

JOURNEYMAN


Rome dizisinin Lucius’u Kevin McKidd’i bilirsiniz değil mi? Bu adamımız Dan Vasser adında bir gazetecidir. Bir gün işe giderken garip bir dalga onu günümüz dünyasından alır. Bayılan adamımız kendine geldiğinde şoka uğrar. Çünkü uyandığında geçmiştedir. Anlar ki, geçmişe gitmesinin bir nedeni vardır. Bazı insanları kurtarmak zorundadır. Onları kurtarması muhtemel geleceği daha güzel yapacaktır. Dan’imiz yeni görevini ailesine anlatmakta zorluk çekse bile her bölümüyle bizi beraberinde sürükleyerek kahramanlığına devam eder. Eğlencenin ve güçlü bir kurgunun kanatları altında süzülürken 13. bölümde beysbol sopasını kafamıza indirirler. Evet, günümüzdeyiz. Katledilen başka bir dizi daha..

SURVIVORS


2008 yılında işe başlayan Survivors, 1975’te yayınlanan bir dizinin tekrarıdır. Dünyayı virüs salgını esir alır ve dünya nüfusunun neredeyse %99’u ölür. Geriye minik bir insan kitlesi kalır. Bu insanların yeni yaşam koşullarına alışabilmeleri ve aç kalmamak için gerekirse öldürmek zorunda oluşları kolay bir şey olmasa gerek. Britanya kırsallarında geçen dizi, özellikle birbirine bağlı olan ve bir aile olmayı başaran bazı hayatta kalanların merkezinde ilerleyerek bizlere büyük bir keyif verir. İlk sezonu 2008 yılında 6 bölüm olarak yayınlandı. İkinci sezonu ise yine altı bölüm olarak içinde bulunduğumuz yılın Ocak ve Şubat ayında yayınlandı. Her bölüm 1,5 saattir. Devamı gelecek midir bilinmez! Beni gerçekten saran bir dizidir. Umarım devamı gelir.

SURFACE


Okyanus merkezli bir dizi deyip geçmemek lazım. Eğer ki okyanusta balinadan bile büyük garip bir yaratık peydalanmışsa.. Elektrikliyse.. Magmada bile yaşıyorsa.. Denizleri ısıtıyorsa. Asıl gücünü elektrikten alıyorsa. Vücut salgısı inanılmaz bir iyileştirme gücüne sahipse. İnanılmaz bir şekilde ürüyorsa ve tüm dünya bundan habersizse. Bunun farkında olanlar bir deniz biyologu olan Laura Daughtery ile kardeşini yaratığa kaptıran sıradan bir vatandaş olan Rich Connely ise.. Bir de o yaratığın yumurtasını bulup onu evcilleştiren Miles isimli veledin başından gerçekten ilginç olaylar geçiyorsa hevesle yumuluyorsunuz diziye. Her bölümle bir sır perdesi aralanıyor. Beklenmedik komplimanların içinde buluyorsunuz kendinizi. Ta ki 15. bölüme kadar.. Sonrası sonunu görememek..

THE 4400


20. yüzyılın belli dönemlerinde, insanlar gökyüzünden gelen güçlü bir ışık tarafından alınmışlardır. Alınan kişiler 1940’lı yıllarda yaşayan 8 yaşında bir kız çocuğu, 1970’li yıllarda yaşayan yaşlı bir adam ya da 1980’li yıllarda yaşayan genç biri olabilmektedir. Bir gün ormanlık bir gölün üzerine devasa bir ışık topu gelir. Tüm dünya nefesini tutmuş izlemektedir. Işık topu gözden kaybolduğunda göl kenarında yüzyıl boyunca kaçırılmış olan insanları görürüz: 4400 kişi! İşin ilginç tarafı, 1940 yılında kaçırılıp 2004 yılında bırakılmış biri belki 64 yıl daha yaşlı olmalıdır ya da 64 yılı yaşamış olmalıdır. Ama öyle değildir. 4400 insan için birkaç saniyelik zaman kaybı söz konusudur. Aradan zaman geçtikçe görürüz ki her bir elemanın kendine özgü özel gücü vardır, tele kinetikten iyileştirme gücüne, düşünceleri duyabilmekten bukalemun gibi görüntü değiştirebilmeye kadar. 4 sezon boyunca yayınlanan bu dizinin sonunu göremeden bitmesi dünya genelinde olumsuz karşılanmıştır; bir ve ikinci sezonunda müthiş işler çıkaran dizi, özellikle dördüncü sezonunda bayağı sıçsa da!

THE DRESDEN FILES


Jim Butcher’ın aynı isimli, ünlü ve oldukça yaratıcı olan dedektiflik kitabından yola çıkan dizinin kitap kadar etkili olmadığını kabul edebilirim. Bir büyücü olan Harry Dresden’ın ilginç ve paranormal olaylar olduğunda Chicago Polis Departmanı’na sözde danışmanlık yaparak olayları çözümlendirdiği, eğlenceli bir diziydi. Çok kaliteli olmasa bile izlemesi gayet hoştu. İzlerken bayağı gülümsediğimi hatırlıyorum. Yapımcısı da Nicolas Cage’di. Sadece 13 bölüm dayanabildi.

JERICHO


Jericho kasabası güzel bir kasabadır. Ufak bir kasabadır. Bir gün Jericho halkı, orada, çok uzak bir köyde, orası bizim köyümüzdür köyünde, çok çok uzakta mantar bulutlarını görür. Yakın civara nükleer bomba düştüğünü sanarlar. Ama sanılanın aksine tüm dünya nükleer bomba yemiştir ve hayatta kalma şartları zorlaşmıştır. Survivors’dan öte, burada kasaba halkının dayanışmasından dem vurabiliriz. Tabii hükümetin pis işler peşinde olduğunu en yakın zamanda anlayabilmek zor olmasa gerek. Bu dizinin ilginç bir özelliği vardı. İlk sezonu 22 bölüm olarak yayınlanan diziden bir açıklama gelmişti, devamı gelmeyecek diye. Fanlar o kadar bastırdı ki, dayanamadılar ve geri döndüler ikinci sezonuyla. Ama ikinci sezon kısa ömürlü oldu. Yedi bölümcük kadar! Biz de mal gibi kala kaldık!

1 yorum:

Devremülk dedi ki...

Jericho çok hoş bir dizi
tavsiye ederim

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails