19 Haziran 2009 Cuma

Arsene Wenger vs Alex Ferguson




Ülkemiz ve dünya futbol arenası incelemeye tabi tutulduğunda ‘istikrar’ konusunun inanılmaz önemli olduğu gerçeğine şahitlik etmişizdir. Özellikle ülkemiz takımlarının gömlek değiştirir gibi teknik direktör değiştirdiği bir ortamda hemen Arsenal’ın Wenger ve Manchester United’ın Ferguson’una atıfta bulunmamız değişmeyen bir kural halini almıştır.

Peki söz konusu uzun yıllara dayalı istikrarlı sistemin uygulanabilirliği nedir? Öte yandan Wenger mi yoksa Ferguson mu daha başarılı bir yol takip etmektedir?

Wenger’in kariyerinde iki önemli dönüm noktası vardır. İlki 1987 yılında Monaco’nun başına getirilmesiyle başarılı bir takım yaratması. İkincisi ise 1995 yılında Japon takımı Grampus Eight’deki bir yıllık deneyiminin ardından 1996 yılında Arsenal’in başına getirilmesidir. Adı sanı duyulmayan bir takımdan Arsenal’in başına getirilmesi ve başlangıçtaki sıkıntılara rağmen takımdaki yerini koruyabilmesi, bir sistem oturtabilmek için sonuna kadar desteklenmesi ve sabır gösterilmesi öğesinin önemli bir parçasıydı. Wenger on üç yıldır Arsenal’in başında olmasına rağmen Avrupa’da hiç kupa kaldırılamamıştır.

Ferguson ise yaptıklarıyla ‘sir’ lakabını neden aldığını bizlere fazlasıyla kanıtlamış kurt bir hoca. Özellikle İskoçya’da Rangers-Celtic hegemonyasını, sıfırdan yarattığı bir Aberdeen gerçeği ile yerle bir etmesi onun ne kadar özel bir hoca olduğunu kanıtlıyordu.

Şöyle bir görüntü aklınıza getirin: Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor’un olduğu bir ligde misal Konyaspor’un başına gelen bir hocanın sıfırdan, çok genç oyunculardan bir takım yarattığını ve ligdeki büyük takımların varlığına rağmen üç kez şampiyonluk kazandığını, bununla kalmayıp Avrupa Kupa Galipleri Kupası ve Süper Kupa’yı da hanesine eklediğini varsayın.

Ama ülke olarak asıl feyz almamız gereken, Ferguson 1986 yılında Manchester United’ın başına geldiğinde 1990 yılına kadar Manchester inanılmaz kötü yıllar geçirdi. 1990 yılında kazanılan Avrupa Kupa Galipleri Kupası’na kadar hiçbir kupa başarısı yoktu. Bazen ligin diplerine demir atılmıştı. Fakat her şeye rağmen yönetim Ferguson’un arkasında durmuş; 8 Premier Lig şampiyonluğu, 1 FA Kupası, 6 FA Charity Kupası, 2 Şampiyonlar Ligi, 1 Kupa Galipleri Kupası, 2 Kıtalararası Kupa ve 1 UEFA Süper Kupası bu sabırla kupalar hanesine eklenmiştir.

Artık günümüze baktığımızda Arsenal ve Manu takımları bir takım kimliğinin iyice ötesine giderek adeta bir şirket, bir kurum yapısını kazanmıştır. Sportif başarılar önemli olmakla birlikte en az bunlar kadar başarılı olma mertebesini kazandıran şey ise kulübü mali anlamda çok iyi para kazanan güçlü bir kuruma, şirkete dönüştürmek. Wenger ve Ferguson’un adeta bir şirket CEO’su tadıyla sağladıkları mali başarılar neden vazgeçilmez olduklarını, daha doğrusu sportif bir başarı elde edilemese bile sonuç itibariyle neden başarılı kılındıklarını açıklayan en önemli noktadır.

İki hocayı teraziye vurduğumuzda Ferguson’un başarılar açısından inanılmaz ağır bastığını görebiliyoruz. Bunun en önemli sebebi, bana göre, Wenger’in genç oyunculara daha fazla takıntılı olması. Eğer bir takıma çok fazla genç oyuncuyu monte ederseniz, tecrübesizliklerinin neden olacağı olumsuzluk özellikle Avrupa arenasında sırıtacaktır. Ferguson ise elindeki genç oyuncuları mükemmel derecede işlemekle birlikte genç oyuncularla tecrübeli oyuncuların optimal uyumunu sağlamakta ve denge duyusu oldukça sağlıklı olan bir kadro ile maçlarını oynamaktadır. Wenger’in kadroyu sürekli gençlerle yenilemesi, gençlerin ağırlıkta olması ve her yıl peşi sıra gerçekleşen genç oyuncu rotasyonu tecrübe ve uyum açısından takım olabilmenin önüne geçen en önemli engeller olarak dikkati çekiyor.

Eğer takımınız kadrosal anlamda süreklilik kazanamamışsa ve her yıl sürekli değişime uğruyorsa takım olma prensibini gerçekleştirmek güçleşecektir. Ferguson açısından olaya baktığımızda Manu ile özdeşleşmiş ve yıllarca Manu formasını giymiş bir çok futbolcu ismi sayıklanabilir: Ryan Giggs, Paul Scholes, Neville kardeşler, Roy Keane, Bryan Robson…

Arsenal açısından böyle uzun bir liste çıkarmak oldukça güç. Ferguson’un özellikle gençleri çok daha başarılı bir şekilde işleyebilme, inanılmaz özellikler ekleyebilme becerisiyle beraber takım içinde yer alan oyuncuların varlıklarını uzun süreye yayması, Manu’nun uzun süre rakipsiz olmasının en büyük nedenlerinden biriydi. İlk geldiği günlerde fiziksel anlamda oldukça güçsüz olan, ayakta zoraki duran Christiano Ronaldo’dan günümüzün futbolcu canavarını yaratan ve Wayne Rooney’i günümüzde komple bir futbolcuya dönüştüren Ferguson işlemeciliğinin üstün yetisinin altını çizmek lazım.

Bu iki takım en kötü zamanlarında bile aynı isimlerle yola devam ederken, Manu Ferguson geldiğinde ilk yıllarda diplerde sürünürken hâlâ Ferguson’un arkasındayken, ülkemizde neden uzun yıllara dayalı planlı ve programlı bir sistem uygulanmaz? Ülkemizde istikrara dayalı, sportif başarıdan ziyade mali olarak başarılı bir kurum, gerçek bir şirket hüviyetindeki futbol işletmelerini kurabilmek ne kadar mümkündür? Eğer olaya Wenger ve Ferguson açısından yaklaşmak istersek ülkemizde böyle bir sistem imkansıza yakın gibi görünmektedir. Bunun bir çok nedeni var.

Öncelikle ülkemizde her şeyin sportif başarıya odaklandığı bir futbol anlayışına sahibiz. Taraftar olarak bunu ön plana alan zihniyeti geçtik; yöneticilerimiz de her şeyi sportif başarıdan ibaret olarak görmektedir. İstikrarı sağlamak anlamında aydın bir düşünceyle ve radikal bir kararla yola çıkan bir yönetim mevcut olsa bile sportif başarısızlık durumunda bu aydın düşünceyi sürekli boğmak isteyecek bir taraftar profilini maalesef es geçemiyoruz. Çünkü taraftar her ne kadar “yensen de yenilsen de taraftarın seninle” diye tezahürat etse bile, peş peşe üç mağlubiyet sonucunda takımını yerden yere vuracak ve protestolara başlayacaktır. Öncelikle sağlam bir sistem kurmak adı altında istikrarı düşünen yönetimlerin isteği, düşüncesi ve geleceğe dair planlarını taraftara çok iyi anlatabilmesi kritik bir noktadır. İster kabul edelim, ister etmeyelim, günümüzde kulüp yöneticiliği bir nevi taraftarın reaksiyonuna göre hareket edebilme sanatına dönüşmüştür.

Peki Wenger ve Ferguson’un kurduğu scout sistemini, yani oyuncuları izleme komitesinin oldukça etkin çalışabilmesini ülkemizde sağlayabilmek mümkün müdür? Fazlasıyla mümkündür ama bunun için maalesef önemli bir mali altyapıyı sağlamak gerekmektedir. Hem oyuncuları ararken paraya ihtiyaç vardır, hem de önemli bir gelecek vaat eden gençleri kulübe kazandırabilmek ve genç oyuncunun kulübünü ikna edebilecek mali yeterliliğe sahip olmak gerekmektedir. Bu anlamda daha fazla paraya sahip olan ve dünya üzerinde önemli bir isme sahip olan takımların bir adım değil, fersahlarca adım önde olduklarını kabul etmek lazım. Örneğin Arsenal ve Manu’nun talip olduğu bir genç oyuncunun Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş tarafından her anlamda ikna edilebilmesi çok güç. Maça öncelikle 3-0 yenik başlanıyor.

Bu noktadaki en önemli sıkıntılardan biri kulüplerimizin 15-16 yaşındaki oyunculara minimum bir anda 5-6 milyon euro ödemesinin imkansıza yakın olması. Çünkü futbol kültürümüzde maalesef 15-16 yaşındaki bir çocuğa 5-6 milyon euro öderseniz, hem medya hem de taraftarlar tarafından tefe koyulursunuz.

Örneğin Arsene Wenger Carlos Vela için 2005 yılında daha on altısındayken 10 milyon dolar teklif etmiş ve 5 yıllık sözleşme imzalanmıştır. 16 yaşında bir çocuğun İngiltere’de çalışma izni mümkün olamadığından Celta Vigo, Salamanca ve Osasuna gibi takımlarda kiralık oynamış ve bu sezon formasına kavuşmuştur.

Ya da Cesc Fabregas…

Henüz 15 yaşındayken Barcelona altyapısından Arsenal’e 5 milyon euroya kazandırılmıştır.

Hem de Arsenal altyapısına…

Bizim ülkemizde böyle bir transfer ve transfer ücreti inanılmaz eleştirilere maruz kalacakken Arsene Wenger bu transfer hakkında şöyle diyordu: “Onu bu kadar ucuza nasıl aldık, hâlâ inanamıyorum!”

Şu an Fabregas’ın nasıl bir oyuncu olduğu ortada ve kulübüyle 2014 yılına kadar sözleşme uzattı.

Fabregas’ın günümüzdeki yetkinliği tamamen futbolcu izleme komitesinin başarısıdır. Çünkü genç oyunculardaki cevheri görebilmekle birlikte o cevheri işleyebilmek, çocuk yaşta olsalar bile oldukça yüksek rakamlarla satın alıp, birkaç yıl boyunca A takımda oynatmadan pişmesi için beklemek de tamamen sabırlı bir sistem ve istikrar planının karşılığıdır. Bu anlamda düşündüğümüzde ülkemizde böyle bir sistem ve planın neden ‘şu an için’ söz konusu olamayacağını şu ufacık örneklerle bile görebilmek mümkündür.

1 yorum:

Burak Eren dedi ki...

İlk yorum benden olsun abi blogun hayırlı, uğurlu olsun. Wenger ve Ferguson içinde şunları demek istiyorum. İkiside sistem hocası ama Ferguson daha kurt olduğu için ön planda. Öyle bir sistem kurdularki gidenin yeri dolar, öncelikli amaç kazanarak büyümektir. Wenger geleceğin kadrosunu kuruyor, Ferguson ise bunu 92'lerde yaptı ve hala değişim yaşıyorlar.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails