19 Ekim 2009 Pazartesi

Galatasaray – Trabzonspor: Futbol Bir Şölense…




Futbol hem oynanırken hem de seyredilirken zevk vermeli insanoğluna. Milyon dolarların döndüğü ve günümüzde artık bir endüstri olarak anılan bu sektörün, yeşil sahada sergilenirken futbolseverleri sarhoş etmesi beklenir. Futbola dair bir çok göstergenin sürekli değişip durduğu ve öngörülemeyen değişimlere şahit olmanın dayanılmaz ağırlığını hesaba kattığımızda futbolun neden çok sevilen bir oyun olduğunu anlamış olabiliriz. Bazı oyunlarda mantık aranabilir, bazılarında da aranamaz. Mantıklı açıklamalar bulunamaz.

Böyle bir maçtı Galatasaray – Trabzonspor maçı. Futbola dair bir çok lezzetin tadına baktık. Futbolun sadece skor odaklı bir oyun olmadığını, aynı zamanda şölen tadında geçmesi ve hayranlarına büyük zevk vermesi gereken bir etkinlik olduğunu gördük. Bir futbolsever olarak bu yıl Turkcell Süper Ligi’nin en renkli, zevkli ve tempolu oyunlarından birini izledim ve büyük zevk aldım. Skorun sürekli değişip durduğu ve peş peşe gelen gollerin ne zaman gerçekleştiğinin farkına dahi varamadığımız absürd bir oyundu dünkü maç. Her iki takımı her iki devrelik performanslarına göre değerlendirmek istediğimizde birine bir devre ak derken diğerine kara diyebilirdik.

İlk yarıya bakalım. İnanılmaz iştahlı başladı Sarı Kırmızılılar. İlk 10 dakika itibariyle rakibine nefes aldırmayan, ileri bölgede ikili ve üçlü kıskaçlarla pres yapan, topu ayağına aldığında çabucak atağa çıkan ve rakibini bunaltan bir Galatasaray. Galatasaray’ın bu yılki en büyük sıkıntılarından birinin takım olarak etkili pres yapmaması ve orta sahasının çok çabuk, rahat bir şekilde geçilmesi olarak görmüştük. Orta göbeğe monte edilen oyunculardan Sarp takımın defansif sübabını oluştururken, Ayhan ise defans ve forvet arasındaki bağlantıyı sağlayan akışkan madde gibiydi. İlk yarı itibariyle Galatasaray rakibini rehin aldı dersek yeridir. Hem kanatları kullanan hem de ortadan gelen takım hüviyetindeydi Aslanlar. Galatasaray rakiplerine pres yaptığı zaman oyunun kontrolünü tamamen ele geçiriyor, rakibine nefes dahi aldırmıyordu. Rakibine beklenmedik bir pozisyonda gol fırsatı tanırken kendisi ise soyunma odasına giderken skor hanesini çok rahat bir şekilde 5 rakamıyla süsleyebilirdi. Kewell ile kaçan iki gol ve Gökhan Zan’ın direkten dönen kafa vuruşu derken futbola dair şölen tadını çıkarıyordu Sarı Kırmızılılar.

İlk yarı itibariyle ak takımdı Galatasaray. Trabzonspor da koşmaktan başka bir şey yapamayan kara takımdı. İkinci yarı başlamadan önce Galatasaray’dan yine baskın bir futbol ve skoru koparması bekleniyordu. Ama ne olduysa ikinci yarı göstergeler Bordo Mavililer lehine değişmeye başladı. Kaybedecek bir şeyi olmayan Karadeniz’in hırçın çocukları hızlı, dikine, presli ve ayağa çabuk paslarla oynamaya başladı. İlk yarıdaki kara takımın yerinde yeller esiyor, ilk yarının ak takımı ise gardı düşmüş zayıf bir boksör edasında çırpınıyordu. Beklenmeyen bir durumdu bu. Galatasaray üçüncü golü bulana kadar tüm ipleri elinde tutan takımdı Bordo Mavililer. Bu durum sadece Trabzonspor’un hızlı ve akıllı oyunu ile açıklanabilir miydi? Tabii ki hayır. İlk yarı pres yapan ve takım savunmasını iyi yapan Sarı Kırmızılılar’dan eser dahi yoktu. Adeta “buyurun, istediğiniz gibi rahat rahat kalemize akın, biz size baskı uygulamayacağız, pres yapmayacağız” havasındaydılar.

Galatasaray’ın bu yılki en büyük zaaflarından biri belli. Soğuk savaşın en önemli stratejilerinden biri rakibin ya da düşmanın zaaflarını tespit etmek ve zaaflarından beslenmektir. Galatasaray bazı maçlarda rakiplerinin kendi zaaflarından beslenmesine izin veriyor. Halbuki geçmiş yıllarda Sarı Kırmızılıların en önemli gücü ve dinamosuydu günümüzün zaafı. Nedir bu zaaf? Sarı Kırmızılılar gerekli presi uygulayamıyor, orta sahasında darbeli, sert oynamıyordu. Takımın en yumuşak karnı orta sahası oluyor. İzin verildiği sürece rakipler ellerini kollarını sallayarak çok rahat bir şekilde Galatasaray’ın defans adamlarıyla karşı karşıya kalıyor, herhangi bir direnişle karşılaşmadıkları için defans oyuncularının dengelerini bozabiliyorlar. Bu yıl Galatasaray’ın zorlandığı maçlara dikkat edilirse söz konusu problem dikkatleri çekecektir. Trabzonspor’un ikinci yarı ipleri eline almasını en önemli sebebi, hızlı ve ayağa paslı oyunlarıyla birlikte Sarı Kırmızılıların sert olmayan ve pres yapmayan zaafıydı.

İşler Galatasaray için iyi gitmezken geçmişteki bazı maçlarda oyunu okuyamamakla ve bir B planı olmamakla suçlanan Rijkaard, adeta onları haksız çıkarırcasına oyunu okuyabildiğini göstererek gerekli hamlesini yapıyordu. Orta sahası çok rahat bir şekilde geçilen Galatasaray, takım savunması anlamında o dakikalarda oyundan düşen Kewell’ı dışarı alıp Barış Özbek’i alarak orta saha emniyetini sağlıyor, bunun da katkısıyla nasıl olduğunu anlamadığımız bir şekilde bir anda farkı yeniden ikiye çıkarıyordu.

İlk yarı Trabzonspor defansı hiç beklenmedik hatalar yaparken ikinci yarı da Galatasaray defansı bu tarz hataları yaptı. Atılan bazı gollerin en büyük sebebinin defans hataları olduğunu söyleyebiliriz. Kopya kağıdı gibi goller görmedik de değil. Örneğin Trabzonspor’un bulduğu ikinci gole baktığınızda Gaziantep deplasmanında yenilen ilk golü hatırlarsınız. Topu ayakta gereksiz bir şekilde gevelemenin ve ayağında topu taşıyan oyuncuya ceza sahası önünde pres yapmamanın nelere yol açtığını yeniden hatırladık. Eğer birazcık yetenekli olan bir oyuncuya gerekli baskıyı kurmazsanız elini kolunu sallayarak, göstere göstere işini yapacaktır. Öte yandan Galatasaray’ın attığı üçüncü gole bakarsanız bir sistem golü olduğunu ve Beşiktaş’a karşı atılan üçüncü golün bir nevi kopyası niteliği taşıdığını göreceksiniz.

Özel bir paragrafı Keita için açmak lazım. Galatasaray’ın bir çok pozisyonunda ve gollerinde adı geçen baş aktörlerden biriydi. Açtığı ortalarla büyük tehlikeler yaratmış ve takımın enerjik yönünü sergilemişti. Bu yıl Sabri ile birlikte yakaladıkları uyum ve takımları adına sağladıkları etkinlikleri ile takımları için çok önemli ve kritik bir hale geldiler. Fakat Keita’nın özel hareketler yapma çabası ve seyirciyi coşturmak istemesi gibi nedenlerle asıl potansiyelini yer yer sekteye uğrattığını düşünüyorum. Eğer Keita’da Kewell’daki sakinlik ve denge duyusunun çeyreği olsaydı maç çok daha erkenden kopabilirdi. Keita’nın en büyük sorunlarından biri savrukluğu ve yer yer takım oyununun önüne geçen şahsi şovudur. Taraftar için tabii ki güzel hareketler yapılmalıdır ama eğer skoru değiştirme imkanını sağlayacak net durumlar söz konusu ise daha tedbirli ve dengeli kararların alınması takım yararına olacaktır.

Geçmiş maçlara nazaran Galatasaray’ın pas kurgusunda iyi işler yaptığını kabul etmekle birlikte ayağa sürekli pas olayının tam anlamıyla oturamadığını gözlemliyoruz. Ayhan’ın bir çok pozisyonda pozisyonu zorlaması, ayağında ısrarla topu tutması beklenmedik anlarda top kayıplarına sebebiyet verdi. Galatasaray bu zaafını hala giderememiş görünüyor. Arda ise bizi şaşırtırcasına egoistlikten kaçınıyordu.

Anlayamadığım durum, skor 2-2 olduktan sonra maçın bitmesine yarım saatten biraz daha fazla süre varken Sarı Kırmızılıların beklenmedik panik ve dağınık haliydi. Son maçlara kadar 90 dakika boyunca paniğin p’sini görmediğimiz takımın bu maçta bu kadar panik yapmasının sebebini anlayabilmiş değilim. Fenerbahçe’nin maçı kaybedip puan farkını 2’ye indirebilme şansının zora girmesinden ve bunun yarattığı baskıdan yola çıkmak isteyeceğiz ama Rijkaard sisteminin en önemli yapıtaşlarından biri olan sisteme sadakat ve disiplin olgusunun 2-2 sonrası sekteye uğradığını, söz konusu panik halinin rakibe daha rahat pozisyonlar yarattığını es geçmeyeceğiz. Rijkaard ne zamanki Barış’ı oyuna alarak oyuna müdahale etti, o zaman kendine gelir gibi oldu Sarı Kırmızılılar.

Gelelim en önemli uyarımıza. İlk yarıda izlediğimiz Galatasaray’ın devamı halinde Turkcell Süper Ligi’nde Sarı Kırmızılıların bileğinin bükülmesinin çok zor olduğunu kabul etmekle birlikte ikinci yarıdaki futbolun ise kabul edilemez bir uyarı niteliği taşıdığını iletmeliyiz. Takım olarak iyi savunma yapamazsanız, forvet oyuncularınız takım savunmasına katkıda bulunmazsa, orta sahanızı darbeli ve sert oyunculardan oluşturmazsanız ve pres yapmadığınız için rakibin elini kolunu sallaya sallaya gelmesine izin verirseniz bir çok maçınız azap içinde geçecektir. Günümüzde futbol mücadele etmeden kolayca kazanılmıyor. Eğer tüm bunların üzerine bir de panik yaparsanız işiniz iyice zora girmiş demektir. Bu açıklamaların ışığında haftaya oldukça önemli bir maça çıkacak olan Sarı Kırmızılılar bu zaaflarının önüne geçemezlerse ezeli rakipleri karşısında çok zor durumlara düşeceklerdir. İkinci yarıda pres yapmayan ve panik yapan Galatasaray’ın devamı halinde Saraçoğlu’nda kesinlikle kazanamaz Sarı Kırmızılılar. Bu zaaflarını aşarlarsa ve ilk yarıdaki oyunlarını sergilerlerse istediklerini elde edebilirler. Yeter ki panik yapmasınlar ve mücadele etsinler.

Maça genel olarak bakacak olursak ben futbola, ikinci yarıdaki o müthiş tempoya, hararetli oyuna ve heyecana bayıldım. Ya siz?

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails