Baba filmini bilmeyen yoktur. Eğer ki bu filmi hala izlemeyenler varsa ölmeden önce muhakkak izlemeleri gereken bir numaralı filmdir. Bana göre şu ana kadar izlediğim en iyi filmdir. Oyunculuk anlamında ise dünyanın tartışılmaz bir numaralı filmidir. Al Pacino’nun bakışları bile inanılmaz şeyler anlatmaktadır. Film setlerinde Al Pacino’nun bakışı için “bir kadını soyuyormuş gibi bakıyor” dendiği rivayet edilmektedir.
Film için klasik bir mafya filmi tabiri kullanabilir bazı kesimler ama iç yüzünde çok daha farklı şeyler yatıyor. Aile olabilmek, bir hayatın en masum insanları bile nasıl değiştirebileceği, mecbur kalındığı taktirde hayatın bizleri hiç ummadığımız noktalara getireceği, kusurlarımızla yaşadığımızı, hayata tutunabilmek için yeri gelince kendi kanımızdan olanları bile harcayabileceğimizi, sadakatin vazgeçilmez olduğunu görüyoruz.
Bu filme dair sayfalarca dolusu yazabilirim ama konumuz bu değil aslında. Baba filminin beni en çok etkileyen taraflarından biri direkt girişi ile beni kendine çekmesidir. Birazdan paylaşacağım diyalog aslında bir efsane ve kült halini almış durumda. Yeri gelince bu repliği arkadaşlar arasında yaptığımız, ülkemize özgü bir hale getirdiğimiz ve gülme krizlerine girdiğimiz oldu. Ama asla oradaki oyunculuğa yetişemedik. Kimsenin yetişebileceğini de sanmıyorum.
Amerigo Bonasera – Amerika’ya inanıyorum. Servetimi Amerika sayesinde yaptım. Ve kızımı da bir Amerikalı gibi yetiştirdim. Ona özgürlük verdim ama ailesinin onurunu zedeleyecek bir şey yapmamasını öğrettim. İtalyan olmayan bir erkek arkadaş buldu. Onunla beraber sinemaya gitti. Geceleri geç geldi. Karşı çıkmadım. İki ay önce diğer bir erkek arkadaşıyla kızımı gezmeye götürdüler. Kızıma viski içirmişler. Ve sonra ondan faydalanmaya kalkmışlar.Kızım karşı koymuş ve onurunu korumuş. Bu yüzden onu bir hayvan gibi dövmüşler. Hastaneye gittiğim zaman gördüm ki burnu kırılmış, çenesi parçalanmıştı. Çenesi bir telle tutturulmuştu. Çektiği acı yüzünden ağlayamıyordu bile. Ama ben ağladım. Neden mi ağladım? O benim hayatımın ışığı idi. Çok güzel bir kızdı. Ama asla bir daha güzel olamayacak. Üzgünüm. Ben iyi bir Amerikalı gibi polise gittim. İki çocuğu mahkemeye çıkardılar. Yargıç onları üç yıl hapse mahkum etti. Ama daha sonra cezalarını erteledi. Cezalarını erteledi! Yani o gün ikisi de serbest bırakıldılar. Mahkeme salonunda aptal gibi kalakaldım. Ve o iki serseri bana bakıp gülümsediler. O zaman karıma dedim ki “adalet için Don Corleone'ye gitmeliyiz”.
Film için klasik bir mafya filmi tabiri kullanabilir bazı kesimler ama iç yüzünde çok daha farklı şeyler yatıyor. Aile olabilmek, bir hayatın en masum insanları bile nasıl değiştirebileceği, mecbur kalındığı taktirde hayatın bizleri hiç ummadığımız noktalara getireceği, kusurlarımızla yaşadığımızı, hayata tutunabilmek için yeri gelince kendi kanımızdan olanları bile harcayabileceğimizi, sadakatin vazgeçilmez olduğunu görüyoruz.
Bu filme dair sayfalarca dolusu yazabilirim ama konumuz bu değil aslında. Baba filminin beni en çok etkileyen taraflarından biri direkt girişi ile beni kendine çekmesidir. Birazdan paylaşacağım diyalog aslında bir efsane ve kült halini almış durumda. Yeri gelince bu repliği arkadaşlar arasında yaptığımız, ülkemize özgü bir hale getirdiğimiz ve gülme krizlerine girdiğimiz oldu. Ama asla oradaki oyunculuğa yetişemedik. Kimsenin yetişebileceğini de sanmıyorum.
Amerigo Bonasera – Amerika’ya inanıyorum. Servetimi Amerika sayesinde yaptım. Ve kızımı da bir Amerikalı gibi yetiştirdim. Ona özgürlük verdim ama ailesinin onurunu zedeleyecek bir şey yapmamasını öğrettim. İtalyan olmayan bir erkek arkadaş buldu. Onunla beraber sinemaya gitti. Geceleri geç geldi. Karşı çıkmadım. İki ay önce diğer bir erkek arkadaşıyla kızımı gezmeye götürdüler. Kızıma viski içirmişler. Ve sonra ondan faydalanmaya kalkmışlar.Kızım karşı koymuş ve onurunu korumuş. Bu yüzden onu bir hayvan gibi dövmüşler. Hastaneye gittiğim zaman gördüm ki burnu kırılmış, çenesi parçalanmıştı. Çenesi bir telle tutturulmuştu. Çektiği acı yüzünden ağlayamıyordu bile. Ama ben ağladım. Neden mi ağladım? O benim hayatımın ışığı idi. Çok güzel bir kızdı. Ama asla bir daha güzel olamayacak. Üzgünüm. Ben iyi bir Amerikalı gibi polise gittim. İki çocuğu mahkemeye çıkardılar. Yargıç onları üç yıl hapse mahkum etti. Ama daha sonra cezalarını erteledi. Cezalarını erteledi! Yani o gün ikisi de serbest bırakıldılar. Mahkeme salonunda aptal gibi kalakaldım. Ve o iki serseri bana bakıp gülümsediler. O zaman karıma dedim ki “adalet için Don Corleone'ye gitmeliyiz”.
Vito Corleone - Neden polise gittiniz? Neden daha önce bana gelmediniz?
AB - Benden ne istiyorsunuz? Her şeye razıyım. Ama sizden istediğim şeyi yapın.
VC - Neymiş o?
AB - O iki serserinin ölmesini istiyorum Don Corleone.
VC - Ben bunu yapamam.
AB - Size istediğiniz her şeyi veririm.
VC - Seninle yıllardır tanışırız. Ama sen ilk kez bana bir şey danışmak ya da yardım istemek için geliyorsun. Beni en son ne zaman bir fincan kahve içmek için evine çağırdığını hatırlamıyorum. Karım tek çocuğunun vaftiz annesi olmasına rağmen. Bence artık dürüst olalım. Sen dostluğumu asla istemedin ve bana borçlanmaktan korktun.
AB - Başımın derde girmesini istemiyordum.
VC - Seni anlıyorum. Sen Amerika’da cenneti buldun. İşin iyiydi. İyi para kazanıyordun. Polis seni koruyordu ve mahkemelerin yasaları vardı. Benim gibi bir dosta ihtiyacın yoktu. Ama şimdi yanıma gelip bana “Corleone; adaleti sağla” diyorsun. Ama bunu saygıyla yapmıyorsun. Dostluğunu önermiyorsun. Bana “baba” demek bile aklına gelmiyor. Onun yerine kızımın evlendiği gün evime geliyor ve benden para karşılığı cinayet işlememi istiyorsun. Değil mi?
AB - Senden adalet istiyorum.
VC - Bu adalet değil ki! Senin kızın hala hayatta.
AB - O halde acı çeksinler. Onun çektiği gibi. Bunun için ne ödeyeceğim?
VC – Bonasera, Bonasera... Bu kadar saygısızca davranman için sana ne yapmış olabilirim? Eğer bana dostça gelseydin kızını mahveden o serseriler hemen acı çekmeye başlamış olurlardı. Eğer senin gibi dürüst bir adam tesadüfen düşman kazansa bile onlar da benim düşmanım olurdu. O zaman senden korkarlardı.
AB - Dostum olur musun? Baba...
VC - Güzel... Bir gün -tabi o gün hiç gelmeyebilir- senden benim için bir şey yapmanı isteyeceğim. Ama o güne kadar bu adalet meselesini kızımın düğününde bir armağan olarak kabul et.
AB - Grazie grazie baba!
VC - Prego...
VC - Bu işi şeye ver, Clemenza'ya. Güvenilir adam istiyorum. Yani heyecana kapılmayacak adamlar. Bizler cani değiliz. Yani şu cenazeci öyle dese bile.
2 yorum:
Godfather'ın bir numara olduğunu kabul etmeyen sinemadan anlıyor olamaz. Tonaj kullanımı, oyuncu performansı, müzikleri, tarihi gelişimi anlatması, oluşturduğu havayla kesinlikle bir sinema dersidir; film olmaktan çıkmıştır bu şaheser. Sadece mafyayı anlattığını sandıkları için köşe bucak kaçanlar büyük hata ediyorlar.
Kesinlikle katılıyorum. Olaya şiddet ve mafya açısından bakıp izlemeden önyargı yapanlar dünya sanatının en büyük mihenk taşlarından birini kaçırmış oluyorlar. Bu filmdeki her an kesinlikle dikkatle takip edilmesi gerekiyor. Oyunculuk nasıl yapılır isimli bir ders verilmek istenseydi izletilecek ilk fim bu olmalıydı. Çünkü Marlon Brando ve Al Pacino'nun duruşları, bakışları bile bünyemizde garip bir his yaratıyordu. Yani bilmiyorum. Bu kadar doğal görünüp bu kadar müthiş sanatçılık fışkıran rol kesmelere ne diyebilirim.
Coppola'ya çok çektirdiler. Yapım firması Marlon Brando ve Al Pacino'yu istemiyordu. Coppola ısrarla bu iki ismi oynatacağım diyordu. Tuttuğunu kopardı ve dünyanın en iyi oyuncularından ikisini göz zevkimize sundu. İyi de yaptı...
Yorum Gönder