7 Ekim 2009 Çarşamba

Samuray ve Şövalyeler: Bölüm VI

Çok fazla ödül düşmanın kaynaklarının tükendiğini,
Çok fazla ceza ise aşırı sıkıntı koşullarının varlığını gösterir.


Sun Tzu





Bushido ve Şövalyelik


Günlük hayatımızda birinin ölümünü görmek, cinayetler, katliamlar, savaşlar belki bize korku vermekte ve dehşete kapılmamıza neden olmaktadır. Yüzyıllar önce gözünü hiç kırpmadan ölüme giden insanlar, askeri sınıflar vardı ve ölüm, onlar için sıradan bir şeydi. Odakların ve felsefelerin iç yüzünü bilmeden, o insanların kör olduğunu düşünmek bir nevi akılsızlık olur. Bu durum onların kendi egolarından kaynaklanmıyordu. İki askeri aristokrat sınıfa baktığımızda, bunun içinde çok derin anlamlar mevcuttu. Bireysel savaşçıların övülmesi ve yüceltilmesi, savaşma alışkanlığı düşünüldüğünde Froissart’ın kroniklerinde ve Heike Monogatari’nin bakış açılarında derlenecekti. Her iki topluluğun sahip olduğu bakış açıları, mesleklerinin-görevlerinin gerçeklikleri ve felsefeleri bazı kurallara tabi tutuluyordu.

Tüm bu kurallar, Avrupa’da Şövalyelik, Japonya’da Edo döneminin ilk yıllarında Bushido olarak isimlendirilecekti. Ama Japonya’da Bushido’nun temelleri yüzyıllar önce, en düşük rütbeli samuraylardan talep edilen sadakat ve cesaret üzerine atılmıştı. Bu kurallar belki o zaman yazılmamış, yazıya bağlı kurallar bütünü olmamıştı ama atalarının kahramanlıkları bazı temel kuralların anlaşılması için ders, ilham ve kaynak niteliğindeydi. Bu kuralların anlaşılamamasının imkanı yoktu. Çünkü yüzyıllar boyunca ortaya koyulan değerler, kendiliğinden bir nevi örf ve adetler gibi samuraylar ve şövalyelerin ruhlarına etiket gibi yapışıyor, değişmez bir kural halini alıyordu.

Bushido ve Şövalyelik felsefesine şimdiki modern dünya gözüyle baktığımızda, karşımıza bambaşka bir dünya çıkıyor. Günümüz insanlarına inanılmaz çekici, farklı, vurucu ve şaşırtıcı geliyor. Bushido ve Şövalyelik, savaşın dehşet ve korkutucu yüzünün birbirinin kopyası iki kültürüne tekabül ediyordu. Bu öyle bir dünyaydı ki, sivillere hiç yer yoktu ve seçkin askeri sınıfın mesleğini icra edişi, sivil insanlar dışında cereyan ediyordu. Öyle değerler ve bakış açıları söz konusuydu ki, günümüz dünyası söz konusu görüşleri karşılamamış, karşı karşıya kalmamış ve bu ihtiyacı hissetmemiştir. Günümüz insanları iki askeri sınıfın yaptığı şeyler için suçluluk duymuş olabilir. Fakat bu olayların gerçekleştiği sırada, yaptıklarından dolayı samuray ve şövalyelerin suçluluk duyması mümkün değildi. Görevleri, efendilerine itaatti ve söz konusu sadakatlerini göstermek onların ilk kuralıydı. Kendilerine verilen emri tereddütsüz uygulamalıydılar. Mesela samuraylar, yaptıkları şey ne olursa olsun, bundan suçluluk duymaz ve benzeri duyguları hissetmez. Buna Kore’de yapılan katliamlar da dahil! Gerçi Keinen gözlemlerinde bazı samurayların, vahşetleri isteyemerek yaptıklarını iletiyor ama istisnalar kaideyi bozmuyor.

Yoshino Jingoza’emon, 1592’de Kore’de Pusan’ın düşüşünde, samurayların bir katliam partisindeymiş gibi davrandıklarını, çıldırmış bazı samurayların kedi ve köpeklerin bile başını kestiğini yazmıştı. Çok önemli meseleler dikkate alınmış ve rapor edilmişti. Ama söz konusu olayları rapor eden bazı kronikçiler, gerçekleşen olayları, okuyuculara karşı bir kalkan tutup savunurmuş gibi savaşın gerçekleri olduğunu söyleyebilmiştir. Ne de olsa top dumanlarının oluşturduğu sislerin kapladığı savaş alanında, bilinmeyen topluluklardan oluşmuş kaba askerlerin aralarında dövüştükleri bir savaştı ve bundan daha gerçekçi bir şey olamazdı!!! Gururlu samuraylar için savaş, kabul gören genel bir düşünceydi.

Bushido ve Şövalyelik hakkındaki kroniklerde gözüken hakikatsizliğin en büyük öğesi, nadiren var olan savaş ideallerinin yükseltilerek savaş tanımlamaları olarak abartılmasıydı. Hem Froissart Kronikleri, hem de Heike Monogatari’nin savaş bölümlerinde buna benzer taslaklar yer almıştır. İlginç olan ikisi de hemen hemen aynı zamanlarda yazılmıştı ama görgü tanıkları mahiyetinde değillerdi. Pembe gözlüklerle manzaraya bakan yazar, “savaş nasıl olur?” mantığını işliyordu. Heike Monogatari eserinde Minamoto Yoshitsune ve Taiheiki’de Kusunoki Masashige’nin kahramanlıkları, sonraki nesilleri yönlendirecek, rehberlik edecek standartları temsil ediyordu. Ama bir yandan sanki imkansız bir şeyler vardı.

Örneğin; Konjaku Monogatari’de okuyucuların aklına şu not gelmelidir: “Korkaklığın üstesinden gelmek için kendini, karını ve çocuklarını unutmalısın.”

Bu tema daha sonra Heike Monogatari’de görülmüştür: “Savaşta anne-babası yada çocuğu katledilse ve öldürülse bile, doğu savaşçısı cesedin üzerinden geçer ve savaşına devam eder.”

Bu düşünce kelime kelimesine Taiheiki’de tekrar edilmektedir: “Efendiler ve vasallar öldürülse bile ölenlerin sayısına bakmadan borçlarını ödemeli, bedenlerin üzerinden geçmeli.”

Yukarıdaki notlar, her seferinde tekrarlanan, idealleştirilen geleneğin örnekleridir.

Sengoku döneminde samurayların, piyadeler ve diğer birliklerle kombinasyonu sağlanarak, göz alıcı gözükmese de başarılı olma ve savaşı kazanma ihtimali yüksek görünüyordu. Geçmişi düşünüp geçmiş örneklerin cazibesine kapılarak bireysel yeteneklerin sergilenmesi, samurayların aklında çok önemli bir yer tutuyordu. Böylece Kore’de olağanüstü kanlı bir çatışmanın görüldüğü Ch’ungju’nun ele geçirilmesiyle, 1184 yılındaki Ichi no Tani Savaşı’na romantik bir kıyaslama yapılabiliyordu. 1597’deki Chiksan Savaşı’nda saldırı kararının alınıp alınmamasında Nagashino Savaşı’ndaki koşulların örnek alınmasının büyük etkisi vardır. Çünkü söz konusu savaşta, Oda ve Tokugawa birlikleri sayıca, nitelik olarak çok üstün olmasına rağmen Takeda Katsuyori onlara saldırmayı yeğlemişti. Heike Monogatari savaşa dair bir çok pasajın idealleştirildiği bölümlere sahiptir. Savaş, kahramanca meydan okumayla teke tek dövüşle başlar ve bütün dövüşler asilce, temiz ve şevkle idare edilir.

Her iki kültür, savaş alanında idealleştirilmiş davranışları ortaya koyabilmek için bazen ekstra yardıma ihtiyaç duymuştur. 1352 yılındaki Mauron Savaşı’nda Fransızlar, konumlarını dik bir dağın üzerinde almışlardı. Onların amacı, uçuş imkansızlığının bilinmesiyle dövüşmek için istekleri arttırmaktı. Çünkü; dik bir dağın başında, arkanızı kaçmanızın imkansız olduğu bir uçuruma dayarsanız ve kaçmanın tek yolu uçmak olursa, bu da imkansızsa, o mücadeleyi kazanmak için varınızı yoğunuzu ortaya koyacaksınızdır.

Japonya tarihinin en büyük liderlerinden biri olan Shibata Katsuie’nin hikayesi de meşhurdur. Shibata, kendisine emanet edilmiş Chokoji Kalesi’nde 400 adamıyla, 4000 kişilik bir ordunun kuşatması altında kalmıştır. Düşman orduları kalenin su kanalını tıkamış ve kaleyi susuz bırakmak amacını gütmüştü. Shibata, adamlarının moralini Rokkaku’ya karşı bir baskın ile yüksek tutmak istiyordu.

O gece adamlarını toplamış ve onların şaşkın bakışları altında, kalede azıcık kalan su varillerinin hepsini parçalatmıştır. Artık adamların su içebilecek hiçbir şeyi kalmamıştı. Burada güdülen amaç, susuz kalan askerleri motive etmek ve kale dışında var olan su kaynağını göz önüne alarak susuzluktan ölmemek için düşmana büyük bir güçle saldırmalarını ve hayatta kalmak istiyorlarsa onları tepelemelerini sağlamaktı. Shibata, kaledeki su varillerini parçalattıktan hemen sonra adamlarına dönerek şöyle söylemiştir: “Susuzluktan yavaş yavaş ölmektense savaşarak hemen ölmeyi tercih ederiz.”

Sonuç mu? Shibata emrindeki 400 adam, 4000 kişilik düşman ordusunu perişan etmiş ve düşman kaçmıştır.

Savaş gerçeğinin tarihsel sürecine bakıldığında, hoş olmayan noktalar da göze çatıyordu. Sürpriz şekilde gece saldırısı yapmak, binaları yakmak, bir anda piyade sürüleriyle saldırmak; zafere ulaşmak açısından, delikanlı gibi yüz yüze meydan okuyup savaşa çıkmaktan daha garantili bir durumdu. Minamoto Yoriyoshi, Kuriyagawa’yı yaktığında kronikçi Mutsu Waki haykırmıştır: “Yaşlı liderin sadakati adına, kudretli bir rüzgar bahşet. Rüzgarı gönder! Alevleri büyüt!”

Diğer taraftan Avrupa’da gerçekleşen bir olay, yukarıdaki örnekle büyük benzerlikler göstermekteydi. Yüz Yıl Savaşları’ndan bahseden Fransız tarihçisi Denifle şöyle yazmıştı: “Ateş İngilizler’in değişmez müttefikiydi.”

Samurayların bir çok kere şartların gerektirdiği ölçülerde ateşe başvurmalarının yanında, Brandenburg yöneticisi aynı hislere sahip olmalı ki, kendi kültürlerinin bakış açısının ışığında, ateş için şu tanımlamada bulunmuştur: “Ateş, Meryem Ana ilahisinin akşam duasını aydınlatması gibi savaşı da aynı şekilde aydınlatan bir şan vermiştir.”

Bushido ve Şövalyelik arasındaki bir büyük fark, Japonya tarafında eşlere karşı nazik sevginin pek yer almayışıdır. Avrupalı şövalye, hanımına ait bir bileziği miğferine iliştirerek dövüşür, kavgada hareketsizlik olduğu zaman çabucak sone adı verilen koşuk okuyarak çarpışırdı. Bu noktada şövalyeler samurayların dengi değildi. Nerede kaldı samuraylara, savaş esnasında ebeveynleri, çocukları ölse bile, onların bedenini ezip geçerek savaşa devam etmesi gerektiği bildiriliyordu. Gikeiki eserinde Minamoto Yoshitsune’nin hayatından bahsedilirken, kahramanın, genç bir kadını baştan çıkarışını aktaran bir bölüm vardır. Ama onun amacı, kadının babasından çok önemli Çin askeri bilgilerini içeren belgeleri ele geçirmektir. Samuray kahramanlığı açısından kadınların görünümüne bakıldığında, bir kale düştüğünde intihar ettikleri gibi kendilerini kurban ettikleri de görülmektedir. Sakasai Kalesi liderinin hanımı, kalenin büyük bronz çanını kendi omuzları üzerinde kaldırıp kendisini kale hendeğine atmıştır.

İki askeri sınıf arasında görülen ortak noktalardan biri, herhangi bir sebepten dolayı ya da efendileri için kendilerini gönül rahatlığı ve içtenlikle öldürebilmeleridir. Bu davranış tarzını değil Japonya tarihinde, günümüz Japonya’sında bile görmek mümkündür ve bir hatadan dolayı kendini öldürmek söz konusu olunca, akıllara gelen ilk toplum Japonlardır. Samuray döneminde buna seppuku adı veriliyordu.

Fakat Avrupa’da savaş sonrası intihar örneklerine nadiren rastlanmıştır ve onlara göre, bu hareket soylu bir davranış değildir. Ama samuraylar için seppuku, en büyük onur örneğidir. Avrupa’da görülen nadir örneklerden biri, 1333 yılında Halidon Tepesi’nde kaybedilen savaş sonrası, bir çok İskoç’un kendilerini denize atıp kasten boğularak ölmeleridir. Çünkü bunu yapmazlarsa, kaderlerinin tutsaklıkta pek iyi olmayacağını biliyorlardı. Samuraylar tutsak olmanın utancından kaçmak ve hatalarını telafi etmek için intihar ederlerdi. Örneğin; Avrupalı şövalyeler 1461 yılındaki Kawanakajima Savaşı’nda Yamamoto Kansuke’nin kendisini öldürmesini ve bunu niçin yaptığını anlayamayacaktı. Stratejiyi Yamamoto Kansuke belirlemiş, plan son derece yanlış olmuş, başarısızlığın sorumluluğunu üzerinde kabul ederek hayatına dramatik noktayı koymuş ve kendi canını almıştır.

Samuray ve şövalyeler arasındaki en büyük benzerliklerden biri, kendi inançları çerçevesi içinde sapasağlam durmaktı. Çünkü savaşçı kurallarının varlığı, onların seçkin bir kitle olduğu anlamını güçlendiriyordu. 1592 yılında Kato Kiyomasa, Mançurya’ya saldırdığında onun tek motivasyonu, Japon cesaretinin acımasızlığını göstermekti. Namwon Kuşatması’nda Okochi Hidemoto, piyade askerlerinden ‘bizim astlarımız’ diye söz etmiştir. Bosworth Savaşı gazisi Lord Rivers, İspanya’ya yardım için gittiğinde bir İspanyol yazar İngiliz şövalyeleri için şu yorumu yapmıştı: “Davranış olarak soğuk ve saldırgan bir adadan gelseler bile, kendilerinin dünyanın en kusursuz insanı olduklarına inanıyorlardı.”

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails