İnsanoğlu hayatının ilerleyen sürecinde eskileri yad eder. Toplumsal izdüşümleri dikkate alarak geçmiş kuşakları incelemeye aldığımızda, her kuşağın kendi kuşağını daha üstün, daha güzel ve hayal gibi nitelendirdiğini görebiliriz. Eğer 68 kuşağına en güzel yılların hangi yıllar olduğunu sorarsanız, tartışmasız 68 döneminin bir rüya gibi olduğunu ve dünya tarihinde bir daha eşi benzeri olmayacağını iletir. Ya da 80’ler deyince akan sular durur. Çünkü 80’ler her yönüyle ayrıca incelenmesi gereken bir dönem olmuştur. O dönemin kuşağına göre 80’ler en muhteşem dönemdi ve böyle bir dönem bir daha gerçekleşmeyecektir.
Burada her dönemi en ince ayrıntısına kadar inceleme gereği duymuyoruz. Konumuz, futbolun eski kuşaklarının günümüz futbol kuşaklarına hangi gözle baktıkları, nasıl reaksiyon gösterdikleri ve ne gibi değerlendirmelerde bulunduklarıdır. Söz konusu reaksiyonları gösterirken hangi ruh hali içinde olduklarını bilemeyiz, ama çıkışlarının dayandığı psikolojik etmenler muhakkak vardır.
Dünya futbol tarihine göz attığımızda inanılmaz oyuncular sahnedeki yerlerini almışlardır; Pele, Maradona, Puskaş, Yaşin, Kempes, Littbarski gibi. Ülkemiz futbolunda da Lefter, Metin Oktay, Cemil Turan, Zeki Rıza Sporel, Hakan Şükür, Rıdvan Dilmen, Tanju Çolak gibi. Bunun haricinde ülkemizde top koşturmuş bizden biri olan yabancı usta ayaklar da vardı, Cevat Prekazi ve Hagi gibi. Futbol arenasında bir efsane halini almış bu oyuncuları unutabilmemiz mümkün değil. Olaya Galatasaray açısından yaklaştığımızda Metin Oktay, Tanju, Prekazi, Hakan Şükür ve Hagi gibi isimler bulundukları dönemde futbol adına muhteşem performans göstermişler, dönemlerinin ikonu haline getirilmişlerdir.
Benim de için bulunduğum 80’li yılları duyumsamış Galatasaraylılar için Tanju ve Prekazi ayrı bir sayfada değerlendirilir. Özellikle Prekazi’ye duyduğum hayranlık ve onu ikon haline getirişim dün gibi aklımdadır. Tekmelik takmadan çoraplarını indirmesi, arkadan saçlarını uzatması ve bazı maçlarda bandana takması o dönem bizleri imaj açısından çok etkilerdi. Bu imajı futbolculukları ile birleştirdiğimizde ortaya ‘idol’ kabul edilebilecek bir gerçek çıkıyordu. Böyle bir imajın ayağına topu alması, gollük ortalar yapması ve muhteşem frikikler kullanması, Prekazi’yi dünyanın en iyi topçularından biri olarak nitelendirmeme neden olurdu. Serde çocukluk vardı nede olsa. Hatta eğer koşan bir adam olsaydı Real Madrid’te çok rahat bir şekilde oynayabileceğini kabul ederdik. Hoş! Prekazi’nin kendisi de “eğer koşan bir oyuncu olsaydım Real Madrid’te oynardım” dediğini biliyoruz. Kendine güveni üst seviyede olan ama bir o kadar da kendisini bilen bir futbolcu tanımına karşılık geliyordu Prekazi ismi.
Bu isimlerden rahmetli olanları dikkate almazsak, bazılarının kendi nesillerini övdüklerini ve şimdiki futbolculara dudak büktüklerini görebiliyoruz. Galatasaray cephesinden olaya yaklaştığımızda Prekazi ve Tanju’nun günümüz Galatasaray futbolcularına pek iyi gözle baktıkları söylenemez. Prekazi’ye göre Galatasaray aşkı ile oynayan, topu gerçekten seven ve gerçek anlamıyla profesyonel top oynayan oyuncular fazla yok. Tanju ise yorumlarıyla aşmış durumda. Ona göre şimdiki oyuncular kendi dönemindeki oyuncuların tırnağı bile olamayacak neredeyse. Eğer Hagi ya da Lincoln ile oynasaydı çok rahat 40 golü bulacağını, şimdiki defanslara her maçta çok rahat iki tane çakacağını ifade etmekten kaçınmıyor. Tanju’nun golcülüğüne ve öldürücü son vuruşlarına kesinlikle laf yok. Bu anlamda Türkiye’nin en iyisiydi belki de. Günümüzde değeri fazla bilinemediği için bu durum onu psikolojik olarak olumsuz etkiliyor olsa gerek ki, kendisiyle kıyaslanabilecek oyuncuları kıyaslattırma gereği duymuyor bile. Hakan Şükür için övgü dolu sözler söylese bile, ‘Türkiye’nin en iyi golcüsü Hakan Şükür’ tanımı önüne sürüldüğünde, bu konudaki rahatsızlığını, oynadıkları lig maçı ve atılan gol baz alınarak gol ortalamasına bakılması gerektiğini söyleyerek belli ediyor.
Ona göre o dönemde oynayan oyuncular şimdiki oyunculardan çok daha iyiydi. Fakat madem bu kadar iyiydiniz, milli takım düzeyinde neden bu kadar az gol attın ve de o zamanlar neden milli takım bu kadar başarılı değildi konusunu takım olarak yeterli olmamaya ve eksikliklerin olmasına yormuştur. Bu da ayrı bir paradoks tabii ki.
Pele, Maradona gibi oyuncular kendilerini dünyanın en iyisi olarak görseler bile günümüz oyuncularını çok övdüklerini biliyoruz. Hatta Pele’nin yaşayan oyuncular arasından meşhur yüz kişilik listesi(!) bile vardır. Maradona’nın Messi ve Ronaldinho’ya hangi gözle baktığını biliyoruz. Yabancıların çok daha ılımlı olduğunu söylemek mümkün.
Günümüz futbolcularını beğenmeyen ve kendi döneminin oyuncularını rakipsiz gören anlayış, bu anlayışını hangi sağlam temeller üzerinden şekillendirmektedir? Kendi dönemlerinde doğru düzgün tesislerin olmamasından, şimdiki güçlü organizasyonların yerinde yeller esmesinden ve o zamanki futbol sahalarının bir tarlayı ve çamur deryasını andırmasından dem vurabilirler. Gerçekten de şartlar öyleydi. Fakat aynı oyuncular kendi dönemlerindeki futbol sistemi, anlayışı ve mücadele gücünün statik bir değerde olduğunu, günümüzde futbolun daha kora kor, daha baskı unsuru taşıyan ve çok daha iyi olmayı gerekli kılan gerçeklik unsurlarını neden göz ardı ederler? Yoksa o zaman kazanılan paralarla şimdi kazanılan paraların arasında hayal bile kuramayacakları farkın etkisi var mıdır? Döneminin karın tokluğuna oynatan mali sistemiyle günümüzde tek bir transfer ücretiyle tüm hayatın garantiye alınabildiği sistemleşmenin rahatsız ediciliği bir yaradır belki de…
Evet. Belki bana göre 80’li yıllar bir rüya gibiydi. Asla bir daha öyle bir dönem gelmeyecektir. O zamanın modası, müziği, sineması ve kültürü her zaman bir rüya tadında olacaktır. Ama 80’li yılların kendi içeriğinin güzelliği, günümüz devirlerini aşağılamak ve küçümsemek şıklarını sunar mı bize?
Misal bir Tanju Çolak ve benzerleri günümüz futbolcuları kadar çok koşmuşlar mıdır? Kendilerine göre o zamanki defans anlayışı daha sert ve güçlü olabilir. Varsayalım o zamanki defans oyuncuları çok daha iyi olsun. Örneğin Galatasaray ve Fenerbahçe’de top koşturmuş Semih Yuvakuran’ın böyle düşündüğünü biliyoruz. Ama şöyle bir gerçek var ki, o zamanki defans anlayışı, defans oyuncusu kabiliyeti ve sertliğinin şimdiki oyun anlayışıyla aşık atabilmesi çok güçtür. Yoksa, Çanakkale geçilmezi oynamamıza rağmen İngiltere’den çuvallar dolusu sekizleri yemenin bir açıklaması olmalı. Günümüzdeki futbolda bilimin ve oyuncu sağlığına ilişkin bilimsel verilerin her türlü değişiminin sürekli takip edildiği bir sistemde güç, mücadele, koşmak, dayanıklılık ve sisteme özgü yeteneklerin kıyaslaması yapılamaz bile. O zamanki oyuncular o anki yapılarıyla günümüze gelseler ve günümüzdeki oyuncularla maç yapsalar eminim ki günümüz futbolcularının temposuna ayak uyduramazlar ve erkenden pes ederlerdi.
Futbol sadece futbol değildir öte yandan. Geçmiş yıllarda her mahallenin boş alanı olurdu. Muhakkak top koşturulacak alanlar bulunurdu. Mahalle maçı diye tabir edilen tadı damağımızda kalan maçları unutmuyoruz. Yaratıcılık olarak tabir edilen yeteneği işlemeye açık olan bu futbol şansının günümüzde uygulanabilme şansı eskiye nazaran düşmüştür. Küçük yaşlarda oldukça şekilsiz bir sahada kabiliyetlerin döktürüldüğü bir ortamda, o kadar kötü bir sahada kendisini deneme imkanı bulan insanoğlu, daha rahat bir alana geçtiğinde farklılığını gösterecekti belki de. Şu anki oyuncuların o imkandan daha yoksun olduğunu unutmamacasına…
Vinnie Jones, Materazzi gibi tuttuğunu koparan aslan(!!) parçalarını da gördük; aynı zamanda Ronaldinho, Messi, Christiano Ronaldo, Torres, Arda Turan gibi büyük yeteneğe sahip olan oyuncuları da.
Geçmişte bir futbolcunun başına istemediği olaylar gelmiş olabilir. Kendisine vefasız davranılmış olabilir. Kendince hak etmediği vukuatlarla karşı karşıya kalmış olabilir. Kendisine göre dünyanın ya da yaşadığı ülkenin en iyisi olarak nitelendirilmeliydi! Ama sırf bunlar yaşandı diye objektif ve bilimsellikten uzak olarak, psikolojik kaygılar ve tabiri caizse yüksek oktavlı narsistliklerle ‘en büyük benim’ciliğe gerek yok. Çünkü dünyanın en muhteşem oyuncusu olunsa bile işin içine kibir girerse ortaya itici bir görüntü çıkar.
Gönül ister ki, tarihin en iyi oyuncularından biri olmasına rağmen her zaman bizden biri gibi davranan, halkın bir yareni olan ve her türlü övgüyü hak etmesine rağmen mütevazılığı, saygıyı kesinlikle elden bırakmayan ve kibirin ‘k’sını bile göstermeyen Metin Oktay’lar futbol ufkumuzdan eksik olmasın…
Burada her dönemi en ince ayrıntısına kadar inceleme gereği duymuyoruz. Konumuz, futbolun eski kuşaklarının günümüz futbol kuşaklarına hangi gözle baktıkları, nasıl reaksiyon gösterdikleri ve ne gibi değerlendirmelerde bulunduklarıdır. Söz konusu reaksiyonları gösterirken hangi ruh hali içinde olduklarını bilemeyiz, ama çıkışlarının dayandığı psikolojik etmenler muhakkak vardır.
Dünya futbol tarihine göz attığımızda inanılmaz oyuncular sahnedeki yerlerini almışlardır; Pele, Maradona, Puskaş, Yaşin, Kempes, Littbarski gibi. Ülkemiz futbolunda da Lefter, Metin Oktay, Cemil Turan, Zeki Rıza Sporel, Hakan Şükür, Rıdvan Dilmen, Tanju Çolak gibi. Bunun haricinde ülkemizde top koşturmuş bizden biri olan yabancı usta ayaklar da vardı, Cevat Prekazi ve Hagi gibi. Futbol arenasında bir efsane halini almış bu oyuncuları unutabilmemiz mümkün değil. Olaya Galatasaray açısından yaklaştığımızda Metin Oktay, Tanju, Prekazi, Hakan Şükür ve Hagi gibi isimler bulundukları dönemde futbol adına muhteşem performans göstermişler, dönemlerinin ikonu haline getirilmişlerdir.
Benim de için bulunduğum 80’li yılları duyumsamış Galatasaraylılar için Tanju ve Prekazi ayrı bir sayfada değerlendirilir. Özellikle Prekazi’ye duyduğum hayranlık ve onu ikon haline getirişim dün gibi aklımdadır. Tekmelik takmadan çoraplarını indirmesi, arkadan saçlarını uzatması ve bazı maçlarda bandana takması o dönem bizleri imaj açısından çok etkilerdi. Bu imajı futbolculukları ile birleştirdiğimizde ortaya ‘idol’ kabul edilebilecek bir gerçek çıkıyordu. Böyle bir imajın ayağına topu alması, gollük ortalar yapması ve muhteşem frikikler kullanması, Prekazi’yi dünyanın en iyi topçularından biri olarak nitelendirmeme neden olurdu. Serde çocukluk vardı nede olsa. Hatta eğer koşan bir adam olsaydı Real Madrid’te çok rahat bir şekilde oynayabileceğini kabul ederdik. Hoş! Prekazi’nin kendisi de “eğer koşan bir oyuncu olsaydım Real Madrid’te oynardım” dediğini biliyoruz. Kendine güveni üst seviyede olan ama bir o kadar da kendisini bilen bir futbolcu tanımına karşılık geliyordu Prekazi ismi.
Bu isimlerden rahmetli olanları dikkate almazsak, bazılarının kendi nesillerini övdüklerini ve şimdiki futbolculara dudak büktüklerini görebiliyoruz. Galatasaray cephesinden olaya yaklaştığımızda Prekazi ve Tanju’nun günümüz Galatasaray futbolcularına pek iyi gözle baktıkları söylenemez. Prekazi’ye göre Galatasaray aşkı ile oynayan, topu gerçekten seven ve gerçek anlamıyla profesyonel top oynayan oyuncular fazla yok. Tanju ise yorumlarıyla aşmış durumda. Ona göre şimdiki oyuncular kendi dönemindeki oyuncuların tırnağı bile olamayacak neredeyse. Eğer Hagi ya da Lincoln ile oynasaydı çok rahat 40 golü bulacağını, şimdiki defanslara her maçta çok rahat iki tane çakacağını ifade etmekten kaçınmıyor. Tanju’nun golcülüğüne ve öldürücü son vuruşlarına kesinlikle laf yok. Bu anlamda Türkiye’nin en iyisiydi belki de. Günümüzde değeri fazla bilinemediği için bu durum onu psikolojik olarak olumsuz etkiliyor olsa gerek ki, kendisiyle kıyaslanabilecek oyuncuları kıyaslattırma gereği duymuyor bile. Hakan Şükür için övgü dolu sözler söylese bile, ‘Türkiye’nin en iyi golcüsü Hakan Şükür’ tanımı önüne sürüldüğünde, bu konudaki rahatsızlığını, oynadıkları lig maçı ve atılan gol baz alınarak gol ortalamasına bakılması gerektiğini söyleyerek belli ediyor.
Ona göre o dönemde oynayan oyuncular şimdiki oyunculardan çok daha iyiydi. Fakat madem bu kadar iyiydiniz, milli takım düzeyinde neden bu kadar az gol attın ve de o zamanlar neden milli takım bu kadar başarılı değildi konusunu takım olarak yeterli olmamaya ve eksikliklerin olmasına yormuştur. Bu da ayrı bir paradoks tabii ki.
Pele, Maradona gibi oyuncular kendilerini dünyanın en iyisi olarak görseler bile günümüz oyuncularını çok övdüklerini biliyoruz. Hatta Pele’nin yaşayan oyuncular arasından meşhur yüz kişilik listesi(!) bile vardır. Maradona’nın Messi ve Ronaldinho’ya hangi gözle baktığını biliyoruz. Yabancıların çok daha ılımlı olduğunu söylemek mümkün.
Günümüz futbolcularını beğenmeyen ve kendi döneminin oyuncularını rakipsiz gören anlayış, bu anlayışını hangi sağlam temeller üzerinden şekillendirmektedir? Kendi dönemlerinde doğru düzgün tesislerin olmamasından, şimdiki güçlü organizasyonların yerinde yeller esmesinden ve o zamanki futbol sahalarının bir tarlayı ve çamur deryasını andırmasından dem vurabilirler. Gerçekten de şartlar öyleydi. Fakat aynı oyuncular kendi dönemlerindeki futbol sistemi, anlayışı ve mücadele gücünün statik bir değerde olduğunu, günümüzde futbolun daha kora kor, daha baskı unsuru taşıyan ve çok daha iyi olmayı gerekli kılan gerçeklik unsurlarını neden göz ardı ederler? Yoksa o zaman kazanılan paralarla şimdi kazanılan paraların arasında hayal bile kuramayacakları farkın etkisi var mıdır? Döneminin karın tokluğuna oynatan mali sistemiyle günümüzde tek bir transfer ücretiyle tüm hayatın garantiye alınabildiği sistemleşmenin rahatsız ediciliği bir yaradır belki de…
Evet. Belki bana göre 80’li yıllar bir rüya gibiydi. Asla bir daha öyle bir dönem gelmeyecektir. O zamanın modası, müziği, sineması ve kültürü her zaman bir rüya tadında olacaktır. Ama 80’li yılların kendi içeriğinin güzelliği, günümüz devirlerini aşağılamak ve küçümsemek şıklarını sunar mı bize?
Misal bir Tanju Çolak ve benzerleri günümüz futbolcuları kadar çok koşmuşlar mıdır? Kendilerine göre o zamanki defans anlayışı daha sert ve güçlü olabilir. Varsayalım o zamanki defans oyuncuları çok daha iyi olsun. Örneğin Galatasaray ve Fenerbahçe’de top koşturmuş Semih Yuvakuran’ın böyle düşündüğünü biliyoruz. Ama şöyle bir gerçek var ki, o zamanki defans anlayışı, defans oyuncusu kabiliyeti ve sertliğinin şimdiki oyun anlayışıyla aşık atabilmesi çok güçtür. Yoksa, Çanakkale geçilmezi oynamamıza rağmen İngiltere’den çuvallar dolusu sekizleri yemenin bir açıklaması olmalı. Günümüzdeki futbolda bilimin ve oyuncu sağlığına ilişkin bilimsel verilerin her türlü değişiminin sürekli takip edildiği bir sistemde güç, mücadele, koşmak, dayanıklılık ve sisteme özgü yeteneklerin kıyaslaması yapılamaz bile. O zamanki oyuncular o anki yapılarıyla günümüze gelseler ve günümüzdeki oyuncularla maç yapsalar eminim ki günümüz futbolcularının temposuna ayak uyduramazlar ve erkenden pes ederlerdi.
Futbol sadece futbol değildir öte yandan. Geçmiş yıllarda her mahallenin boş alanı olurdu. Muhakkak top koşturulacak alanlar bulunurdu. Mahalle maçı diye tabir edilen tadı damağımızda kalan maçları unutmuyoruz. Yaratıcılık olarak tabir edilen yeteneği işlemeye açık olan bu futbol şansının günümüzde uygulanabilme şansı eskiye nazaran düşmüştür. Küçük yaşlarda oldukça şekilsiz bir sahada kabiliyetlerin döktürüldüğü bir ortamda, o kadar kötü bir sahada kendisini deneme imkanı bulan insanoğlu, daha rahat bir alana geçtiğinde farklılığını gösterecekti belki de. Şu anki oyuncuların o imkandan daha yoksun olduğunu unutmamacasına…
Vinnie Jones, Materazzi gibi tuttuğunu koparan aslan(!!) parçalarını da gördük; aynı zamanda Ronaldinho, Messi, Christiano Ronaldo, Torres, Arda Turan gibi büyük yeteneğe sahip olan oyuncuları da.
Geçmişte bir futbolcunun başına istemediği olaylar gelmiş olabilir. Kendisine vefasız davranılmış olabilir. Kendince hak etmediği vukuatlarla karşı karşıya kalmış olabilir. Kendisine göre dünyanın ya da yaşadığı ülkenin en iyisi olarak nitelendirilmeliydi! Ama sırf bunlar yaşandı diye objektif ve bilimsellikten uzak olarak, psikolojik kaygılar ve tabiri caizse yüksek oktavlı narsistliklerle ‘en büyük benim’ciliğe gerek yok. Çünkü dünyanın en muhteşem oyuncusu olunsa bile işin içine kibir girerse ortaya itici bir görüntü çıkar.
Gönül ister ki, tarihin en iyi oyuncularından biri olmasına rağmen her zaman bizden biri gibi davranan, halkın bir yareni olan ve her türlü övgüyü hak etmesine rağmen mütevazılığı, saygıyı kesinlikle elden bırakmayan ve kibirin ‘k’sını bile göstermeyen Metin Oktay’lar futbol ufkumuzdan eksik olmasın…
2 yorum:
Atilla selam.
Bu kez de ben konuk olayım sana:-))
Aslında fazla uzun yazmayacağım.
Sadece bizim kuşağın 1960'lı yılları neyse sizin kuşağın 1980'lerinin o olduğunu düşündüm yazını okuyunca.
Şimdi görüyorum ki keşke 1950'leri, hatta 40'ları da görseymişim. En azından Baba Gündüz'ü dünya gözüyle seyretseymişim. 1960'lar bu dönemlerin yanında oldukça kirli kalıyor çünkü.
1980'leri neredeyse an be an yaşadım. Bir yandan kirli, bir yandan da inanılmaz masum bir 10 yıldır. Benim için en heyecanlı olan 12 Eylül'den sonra sevdiğim Galatasasaray'la yeniden ilgilenmek için bolca zaman bulmam olmuştur. Çünkü 12 Eylül'den önce biraz ihmal etmişliğim vardır bu aşkımı, en azından maçlarına gitmemek bakımından.
Bir de 1982'de ASY'nin yeniden açılmasıyla oluşan tribün çok heyecanlıydı. Kapalı'da hilafsız herkesin elinde bayraklar olur (o zamanlar sopalı bayrakla girilirdi statlara) 90 dakika boyunca susmadan ve bayraklar sallanarak tezahürat yapılırdı.
Ben hayatım boyunca o tribünü bir daha yaşamadım. Ta ki 1986-87 sezonunun Numaralısı'na kadar. ("Tecavüzcü Coşkun liderliğinde inanılmaz etkili bir tribündü Numaralı ve diğer tribünleri Coşkun yönetirdi.)
Bir de 80'li yılların Spor Sergi Sarayı müthişti. Özellikle 1985'te finalde Fenerbahçe'yi süpürdüğümüz şampiyonluk serisi.
Selam ve muhabbetle.
Melih Şabanoğlu
O derin bilginle bizleri aydınlattığın ve o dönemlere götürdüğün için çok teşekkür ediyorum Melih Abi. Zannedersem an be an gençliğini yaşadığımız dönemleri yüceltmek ve diğer devirlere biraz dudak bükmek insani bir duygu olsa gerek. Eskilerin kendine has sıcaklığı, içtenliği tamamen ayrı bir boyut. Günümüzde insanı tekrarları sonucunda komaya sokan ve uyuşturan "Laaa laaa laaayy bastır Galatasaray" tezahüratı var ki ekran başında zor dayanıyorum. :)
Yorum Gönder