5 Ekim 2009 Pazartesi

Rusalka: Hayatımın Ta Orta Yerine Eden İnanılmaz Film


Bazı filmler vardır. Tanıdık isim bulamazsınız. Hele ki Hollywood’dan çıkmış yüksek bütçeli filmlerden hiç değildir. Ama oyunculuk, görüntüler, konusu ve senaryosu ile hayatınızın ta orta yerine etmiş, ruhsal göstergelerinizi delik deşik etmiş, sayısız Hollywood filmini gücü ve içeriğiyle çöpe atmıştır. Filmi izlerken birbiri ardına tuhaf nüanslarla karşı karşıya kalıp şok üstüne şok yaşarken, bir de inanılmaz ayrıntılarıyla filmin içinde kaybolmuşsunuzdur. Film bittiğinde siz de bitmişsinizdir. Kalbinizin en güzel yerinden bıçaklanmış ve kendinizi kaybetmişsinizdir. Çevrenizde Alisa gibilerini görmek istersiniz. Ama göremezsiniz.

Rusalka, Rusça bir kelime ve Deniz Kızı anlamına geliyor. Dvorak’ın az bilinen operalarından ve en sevilenidir. Hikayeye göre, prensin aşkını kazanabilmek için insan olmak isteyen su perisinin acıklı öyküsüdür. Tam kavuşma anında prens ölür. Rusalka ise hiç peşini bırakmayacak anıları ile yaşamaya mahkum edilir. Tabii film aynen bu doğrultuda gerçekleşmiyor. Bu film kaba taslak haliyle, Slav mitlerinde Rusalka adıyla geçen peri kızının, oldschool ruhlu bir kızla örtüştürülerek kapitalizme geçen ve sınıflar arasındaki tuhaf çelişkilerine şahitlik ettiğimiz Rusya’ya uyarlamasıdır.


Film başından sonuna kadar normal değil. Burada oturup sizlere konuyu net olarak anlatamam. Anlatmak o kadar kolay değil. Çünkü yaklaşık 2 saati bulan bu filmin anlatmak istediğim o kadar yönü var ki baştan aşağıya kadar her sahnesini anlatmak isteyebilirim. O kadar dolu ve etkili bir şaheser.

Her konuda çok iştahlı olan şişman bir anne bir gün denize gider ve yalnızken yüzmeye başlar. Yüzüp kıyıya geldiğinde eşyalarının yanında bir denizci vardır. Ay ufuğa girer ve kızımız Alisa dünyaya gelir. Filmin kahramanı olan Alisa kızımız… Bir de kendisine bakarken donduğunuzu hissettiğiniz anneanne vardır.

Alisa çok özel bir kızdır. Havaya, suya hükmedebilmektedir ve hassas istekleri vardır. Alisa’nın zaman ilerledikçe ekranda kaç yıl, kaç ay ve kaç gün yaşadığını sık sık görürüz. 6 yaşındaki Alisa’nın en büyük isteği balerin olmaktır ve bir türlü olamaz. Bazen rıhtımdaki iskeleye çıkar ve denize doğru üfler. İlk üflemesi etkisizken ikinci üflemesi daha kuvvetli olur ve deniz de güçlü bir rüzgar ve dalga ile ona karşılık verir.


Alisa’nın balerin olmak istemesi, babasını görmeyi dilemesi ve annesinin cinsel yönden iştahlılığı onu çok etkiler. Babasının ne zaman geleceğini sorduğunda annesinin “asla” cevabını vermesinin ardından, güneşin tutulduğu gün meydanda geceye kadar bekler ve bir daha konuşmama yemini eder. Bir gün inanılmaz kızar. Denize kızgın bir şekilde kuvvetli şekilde üfler. Hemen ardından evleri yıkan ve bölgeyi mahveden bir fırtına meydana gelir. İnsanlar evsiz kalır. İnsanlar ağlamaktadır bunun suçlusu kim diye. 6 yaşındaki Alisa ağlayıp sızlar kendi içinde konuşarak ‘suçlu bendim’ diye.

Aile akabinde Moskova’ya taşınır ve her şey o noktadan sonra başlar.

Moskova’ya geldikten sonra hayatı yavaş yavaş keşfetmesi, kapitalizmin ağına kapılmış Moskova sokaklarındaki bilboardlarda yazan yazıların Alisa’nın o anki ruh durumlarını birebir yansıtması, Alisa’nın sessizliği boyunca çok dilediği her şeyin hemen gerçekleşmesi, birbirinden absürd insanlarla iletişim kurması, para kazanmak için giydiği cep telefonu kostümü, bir gün köprüden Moskova nehrine atlamak üzereyken aşık olacağı prensinin hemen arkasından gelip intihar etmek üzere nehre atlaması, onu nehirden çıkarır çıkarmaz isminin ne olduğunu dilemesi, prensinin baygınken bir anda uyanıp ismini söyleyerek ona bakınması ve yıllar boyu sessizlik yemini etmiş kızımızın “Alisa” diye ismini zikrederek tekrar konuşmaya başlaması, prensini başka bir kızla sevişirken yakalaması üzerine giydiği köpüklü bira bardağı kostümüyle sokaklarda koştura koştura ağlaması, kendisini bazen dış dünyadan tamamen soyutlamış ruh hali, hayata tutunabilmek adına bin bir türlü mücadele, renkli ve soluk yaşamlar, üzüldüğünüz ve hemen akabinde üzülmekten vazgeçtiğiniz, acayip keyif aldığınız tuhaf yaşamlar. Anna Melikyan’ın muhteşem şaheseri.


Tuhaflığıyla şaşırtırken aynı zamanda kahkahalara boğan, garip bir yaşam enerjisiyle dolduran, çok mutlu bir film. Bir o kadar da mutsuz bir film. Hayat gibi. Bazen de hayattan bihaber.

Müthiş renkler, inanılmaz detaylar, ufku açıcı görüntüler. Filmi izlemeden dışarıdan gözlemleyenler için bir Amelie vakasıdır bu film. Amelie üzerinden gitmektedir. Filme dair izlenimleri okurken edinilecek ilk dürtü bu oluyor. Sanki Amelie üzerinden prim yaptıracakmış havası estiriyor. Ama filmden sonra bunu düşünen insanoğlu lafını yeyip oturuyor yerine. Amelie’yi bir kenara atıyorsunuz ve Alisa gibi bir karaktere inanılmaz saygı duyuyorsunuz.

Şu ana kadar sayısız film izlemişimdir. Son 3-4 yılda izlediğim film sayısı 2.000’i aşmıştır. Ama çok sınırlı bir kısmı ruhen darmadağın etmiştir beni. Hayatımı dümdüz eden ve beni şoke eden ender filmlerden biri oldu Rusalka ve Alisa karakteri. Amelie’de böyle etkilendiğimi hatırlamıyorum.


Alisa karakterinin giyimi, marjinal duruşu, hayata saf bakışı, dünyaya karşı takındığı bulunamaz tavrı bizlerde hayranlık uyandırması için yetip artıyor bile. Finali hakkında hiçbir şey söylemek istemiyorum. Finali izlediğiniz an sizin için şu an yaşadığınız hayatın hiçbir önemi kalmıyor. Keşke Alisa yanı başımda olsaydı diyorsunuz. Ah be Alisa!

1 yorum:

Dreamtime dedi ki...

Finali ben tahmin ettim ve nitekim o şekilde sonuçlandı :/ Güzel filmdi.''oo güzel bir film daha izledim, hemen arşive atayım'' cümlesini özlemişim kardeşim.Sağolasın abiciğim senin sayende arşiv genişliyor :)

Filmdeki Renklerin hastası oldum.Belirtmeden geçemeyeceğim.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails