İnsanoğlu yerküre üzerinde yüzyıllardır hüküm sürmeye çalışıyor. Hem de hayatın her alanında. Hükümranlık aynı zamanda bir yaşam biçimi ve hayatı idame ettirebilmenin gerekçelerinden biri. Yerkürenin nimetlerinden en fazla yararlanan varlık sınıfına giriyor bahsi geçen memeliler. Bu onun kaderi. Öyle bir kader ki, teolojide insanoğlunun varolma nedeni bile çok zor ve ağır bir sorumluluk süreci.
Öte yandan hayatı yaşamaya çalışmak, hayata tutunabilmek ve karşılaşılan bir çok şey tezatlıklar ve denge üzerine kurulu. İnsanoğlu varolduğundan beri hep bir şeylerin ikileminde kalmış ve denge duyusunu sağlamaya çalışmış. İyi – kötü, siyah – beyaz, mutlu – mutsuz, depresif – pozitif, soğuk – sıcak, maddiyat – maneviyat. Söz konusu denge süreci Doğu felsefelerinin en büyük temellerinden birine öncülük ediyor. Ying – Yang örneğinde olduğu gibi. Sürekli bir denge tutturabilme yarışı, bu hayata tutunabilmek için. Öyle ya, demin de söylediğimiz gibi, teolojik anlamda insanoğlu daha yaratılırken bir seçime maruz bırakılmış; Şeytan ve Tanrı arasında. İnsanoğlunun varoluşu bile tezatlıklara ve denge duyusuna mecbur bırakılmış. Şeytan ve Tanrı meselesi John Milton’ın Kayıp Cennet’ine bırakılsın..
Bir de ilgili tezatlıklara kaos ve sükunet, doğa ve makine anlamında bakanlar, sorgulayanlar ve üzerinde duranlar var. Tıpkı Hollanda’nın yoğunluklu olarak tarım, sanayi ve hizmet sektörlerinin kesişmesinin yarattığı işbirliği sonucu Avrupa’nın en önemli bilim merkezlerinden biri haline gelmiş Kuzey Brabant bölgesinin Tilburg şehrinde vuku bulmuş Textures grubu elemanları gibi. Kuzey Brabant bölgesinin kendisine has doğa ve bilim dengelerini barındıran bir mevki olması, o bölgede yaşayan ve orada büyüyen Textures elemanlarını kaos ve sükunet, doğa ve makine üzerinde tezatlıklara sürükleyip sorgulamalar yapmaya teşvik etmiş. Adeta doğal bir seleksiyon tadında.
Buradan benim için çok ama çok özel olan Textures grubuna geçiş yapmış olduk. Hanidir, karamsar ve çevrenin karanlık seslerce sarıldığı ortamlardan çok geçmişizdir. Bulutların ardında saklanmış güneşin eksikliği bazen depresiflik ve umutsuzluk sebebi. Bir an bir şey olur. Bulutlar dağılır ve güneş tüm parlaklığıyla gözümüzü kamaştırır. Güneşin parlamasıyla hayatımız da kendi içinde doğar ve farklı bir anlam kazanır. Umutla dolar.
Textures’un bütünsel anlamda yaptığı müzik ise kendi paşa gönlümde tek başına bulut dağıtma sebebidir. Enstrümanlarından çıkan melodiler güneşin mimarlığına soyunur ve güçlü bir haz, mutluluk sebebidir. Doğa, kaos, sükunet ve makine karmaşasının iç içe geçtiği bir dünya tasvirini birebir betimleyebilecek tüm sesleri bir araya getirdiğinizde ortaya birden fazla müzik türünü bir araya getiren, Cynic hislerini andıran üstün bir müzik ruhu çıkıyor. MTV yerküre üzerine her gün birbirinden yeteneksiz zibidileri süredursun, belki de geleceğin müziği bu. Ya da dünya topraklarının altında kapana kısılmış ve çıkmak üzere kendisini zorlayıp duran saklı melodiler ışığı diyelim. Etkili, güçlü ve manyaklar gibi çalan grubun özellikle bu kadar modern bir müzik yapabilmesi muazzam bir yetenek meselesi.
Çok da yaşlı değiller halbuki. 2001 yılında yola çıkıp, 2003 yılında Polars, 2006 yılında Drawing Circles ve 2008 yılında Silhouettes ile şimdiden üstün yetenekli grup yaftasında yerlerini almış durumdalar. Hem de her albümde üstüne koyarak ve daha fazla modernleşerek.
Bahşettikleri söylemlerin ışığından yol aldığımızda gruba dair oluşturulan tüm semboller, logolar, çizimler ve ilgili sembollerde tezatlıkların üstüne yapılan vurgulamalar yerli yerine oturuyor. Oldukça usta ellerden çıkmış olduğu aşikar olan bu sembolleri ise bir başkalarına yaptırmamışlar. İlhamı ruhlarında taşıyan bizzat kendileri ve ilgili ruh hallerini birebir sembollere ancak kendileri yansıtabilirlerdi. Bu sembollerde imzası olanlar grubun vokalisti Eric Kalsbeek ve basçı Remko Tielemans’dan başkası değil. Aşağıda görüldüğü gibi.
Grup bizlere yönelttiği söylemlerde özellikle kendi hayat deneyimlerinden yola çıkıyor. Yaşadıkları bölgenin ve yaşam şeklinin bir çok şeyi gözlemleyebilmek, tartabilmek ve kağıda dökebilmek anlamında önemli katkısı söz konusu.
Grubun liriklerindeki çağrışımlar ve betimlemeleri müzik ile birlikte tartarak, yontarak, hissederek uyumlaştırdığınızda isimleri gibi hayatımızı dokuduklarını hissetmiyor değilim. Duman salan kızgın sahalardan yayılan rüzgar ve tozların arasına karışmış kuş tüyleri ve karaya oturmuş gemiye uçuşan kuşlar, eski günlerin yeniden doğmasıyla önceden olayları seyredenlerin güçlü toplanışına tanıklık eder. İnsanoğlu tıpkı böcekler gibi hayata adımını atar. Milyonlarca düşünce ve fikir gözyaşı döker, bu sonsuz enerji ve sinerjiyi daha güçlü kılar. Özgürlüğü böyle buluruz ama aynı zamanda ruhumuz inanılmaz bir boşluk içindedir. Arzular yalandan farksızdır ve insanoğlunun geleceğe dair tüm planları zayıflıktan ibaret kalır. Yapılan onca hatanın ardından kayıtsız bir şekilde günahların bağışlanmasına odaklanılır ve buna dair yapılan eleştirilere kusur bulunur. Bu insanoğlunun doğa ve yaşam ile olan mücadelesinde çok sık karşılaştığı temel problemlerden biri.
İnsanoğlunun tüm teknolojik gelişmeler ışığında nereye gittiğini sorguladığı görülmüştür ama bu sorgulamaları ne kadar gerçekliğe döktüğü koca bir soru işaretidir. Hayatta bunca zorluk varken, katledilen doğa, içine düşülen kaos halleri ayrıntıdan ibarettir bazen. İnsanoğlu ironik bir şekilde savaşı getirir, katil olmayı yeğler ve genel bir kitleye korku salar. İlgili genel kitle de bir avuntuya ihtiyaç duyar. Para ve kan üzerine bir saltanat kurulmuştur çünkü. İnsanoğlu böyle bir ortamda kutsanmayı, avunmayı ve yeniden doğuşa tanıklık etmeyi ister. Böyle anlarda sükunet çok uzaklardadır, insan ilişkileri zayıftır. Medeniyetler arasında derin kuleler inşa edilmiştir. Aslında dünya takımyıldızları altında kaybolmuştur ve rüzgar sessizce eser gider. Duman salan kızgın sahalara, uçuşan kuş tüylerine ve karaya oturan gemiye geri döneriz bir an. İlgili söylemin en başına... Kaos ve sükunet, doğa ve makineler arasındaki aleni ve saklı savaşlara şimdiden şahitlik ederiz. 2008 tarihli Silhouettes albümünün giriş parçası olan ‘Old Days Born Anew’ şaheserinin bana bahşettikleri bunlardı işte.
Hepimiz bu hayatta bir yolcuyuz aslında, sadece geçip giden. Bazen birlikte yürüyen. Bazen de burada olduğu farz edilmeyen ve tüm yolların olduğumuz yere çıktığı. Şüpheli öyküler anlatan elçilerin arasında sonsuz şaşkınlık içindeyiz. Her mevsim kokularını alıyoruz.
Karanlık kokularını..
Bazen tüm sebebi kendi içimizde yarattığımız canavarlar. O canavarları yendiğimizde nihayet özgür kılıyoruz kendimizi.
Ya yenemezsek?
O zaman suçu belki de Tanrı’da buluyoruz. Neler yaptığına ve yarattığına bakmasını diliyoruz. Bu yaratımların içindeyken kaçamayacağımızı.
Açlığı..
Vazgeçişimizi..
Bize kötü masalları anlatan elçilere ve içimizde yarattığımız canavarlara dönüştüğümüzü görüyoruz.
Vazgeçme durumunda…
Tıpkı Messengers isimli parçalarında beni de umutsuzluklardan vazgeçirdikleri gibi…
Hem müziğin hem de liriklerin betimlediği olguları bir araya getirdiğimde yukarıdaki duyguları hissediyor ve yaşıyoruz; puslu-karanlık endüstriyel ve kaos yaşamını ruhumuza üfüren.. Kendi içinde sürekli sorgulamalar yapıp doğrulara erişerek Doğa Ana’ya ve sükunete kavuşan.. Vokalist Eric'in kullandığı farklı ses renkleri ilgili tezatlığın aynası gibi. Bazen ruhunuza işleyip sükunete davet edecek kadar huzur verici ve temiz, bazen de makineleri hatırlatan, kaos yaratan puslu bir hava kadar sert, agresif ve hırçın...
Bunlardan hangilerini seçeceğimiz Textures müziği ve lirikleri ışığında bize kalıyor. Ama ben seçimimi çoktan yapmış durumdayım onların rehberliğinde. Melodileriyle ve modern sanatlarıyla bulutları yarıp geçerek güneşe tanıklık eden ve mimarı olan birkaç insanoğlu.
Textures adı verilen…
Progressive’i, Death Metal’i, Thrash Metal’i, Endüstriyel etkileri, ekstrem müzikte modernizm ile bir potada eriten bir ruh..
Öte yandan hayatı yaşamaya çalışmak, hayata tutunabilmek ve karşılaşılan bir çok şey tezatlıklar ve denge üzerine kurulu. İnsanoğlu varolduğundan beri hep bir şeylerin ikileminde kalmış ve denge duyusunu sağlamaya çalışmış. İyi – kötü, siyah – beyaz, mutlu – mutsuz, depresif – pozitif, soğuk – sıcak, maddiyat – maneviyat. Söz konusu denge süreci Doğu felsefelerinin en büyük temellerinden birine öncülük ediyor. Ying – Yang örneğinde olduğu gibi. Sürekli bir denge tutturabilme yarışı, bu hayata tutunabilmek için. Öyle ya, demin de söylediğimiz gibi, teolojik anlamda insanoğlu daha yaratılırken bir seçime maruz bırakılmış; Şeytan ve Tanrı arasında. İnsanoğlunun varoluşu bile tezatlıklara ve denge duyusuna mecbur bırakılmış. Şeytan ve Tanrı meselesi John Milton’ın Kayıp Cennet’ine bırakılsın..
Bir de ilgili tezatlıklara kaos ve sükunet, doğa ve makine anlamında bakanlar, sorgulayanlar ve üzerinde duranlar var. Tıpkı Hollanda’nın yoğunluklu olarak tarım, sanayi ve hizmet sektörlerinin kesişmesinin yarattığı işbirliği sonucu Avrupa’nın en önemli bilim merkezlerinden biri haline gelmiş Kuzey Brabant bölgesinin Tilburg şehrinde vuku bulmuş Textures grubu elemanları gibi. Kuzey Brabant bölgesinin kendisine has doğa ve bilim dengelerini barındıran bir mevki olması, o bölgede yaşayan ve orada büyüyen Textures elemanlarını kaos ve sükunet, doğa ve makine üzerinde tezatlıklara sürükleyip sorgulamalar yapmaya teşvik etmiş. Adeta doğal bir seleksiyon tadında.
Buradan benim için çok ama çok özel olan Textures grubuna geçiş yapmış olduk. Hanidir, karamsar ve çevrenin karanlık seslerce sarıldığı ortamlardan çok geçmişizdir. Bulutların ardında saklanmış güneşin eksikliği bazen depresiflik ve umutsuzluk sebebi. Bir an bir şey olur. Bulutlar dağılır ve güneş tüm parlaklığıyla gözümüzü kamaştırır. Güneşin parlamasıyla hayatımız da kendi içinde doğar ve farklı bir anlam kazanır. Umutla dolar.
Textures’un bütünsel anlamda yaptığı müzik ise kendi paşa gönlümde tek başına bulut dağıtma sebebidir. Enstrümanlarından çıkan melodiler güneşin mimarlığına soyunur ve güçlü bir haz, mutluluk sebebidir. Doğa, kaos, sükunet ve makine karmaşasının iç içe geçtiği bir dünya tasvirini birebir betimleyebilecek tüm sesleri bir araya getirdiğinizde ortaya birden fazla müzik türünü bir araya getiren, Cynic hislerini andıran üstün bir müzik ruhu çıkıyor. MTV yerküre üzerine her gün birbirinden yeteneksiz zibidileri süredursun, belki de geleceğin müziği bu. Ya da dünya topraklarının altında kapana kısılmış ve çıkmak üzere kendisini zorlayıp duran saklı melodiler ışığı diyelim. Etkili, güçlü ve manyaklar gibi çalan grubun özellikle bu kadar modern bir müzik yapabilmesi muazzam bir yetenek meselesi.
Çok da yaşlı değiller halbuki. 2001 yılında yola çıkıp, 2003 yılında Polars, 2006 yılında Drawing Circles ve 2008 yılında Silhouettes ile şimdiden üstün yetenekli grup yaftasında yerlerini almış durumdalar. Hem de her albümde üstüne koyarak ve daha fazla modernleşerek.
Bahşettikleri söylemlerin ışığından yol aldığımızda gruba dair oluşturulan tüm semboller, logolar, çizimler ve ilgili sembollerde tezatlıkların üstüne yapılan vurgulamalar yerli yerine oturuyor. Oldukça usta ellerden çıkmış olduğu aşikar olan bu sembolleri ise bir başkalarına yaptırmamışlar. İlhamı ruhlarında taşıyan bizzat kendileri ve ilgili ruh hallerini birebir sembollere ancak kendileri yansıtabilirlerdi. Bu sembollerde imzası olanlar grubun vokalisti Eric Kalsbeek ve basçı Remko Tielemans’dan başkası değil. Aşağıda görüldüğü gibi.
Grup bizlere yönelttiği söylemlerde özellikle kendi hayat deneyimlerinden yola çıkıyor. Yaşadıkları bölgenin ve yaşam şeklinin bir çok şeyi gözlemleyebilmek, tartabilmek ve kağıda dökebilmek anlamında önemli katkısı söz konusu.
Grubun liriklerindeki çağrışımlar ve betimlemeleri müzik ile birlikte tartarak, yontarak, hissederek uyumlaştırdığınızda isimleri gibi hayatımızı dokuduklarını hissetmiyor değilim. Duman salan kızgın sahalardan yayılan rüzgar ve tozların arasına karışmış kuş tüyleri ve karaya oturmuş gemiye uçuşan kuşlar, eski günlerin yeniden doğmasıyla önceden olayları seyredenlerin güçlü toplanışına tanıklık eder. İnsanoğlu tıpkı böcekler gibi hayata adımını atar. Milyonlarca düşünce ve fikir gözyaşı döker, bu sonsuz enerji ve sinerjiyi daha güçlü kılar. Özgürlüğü böyle buluruz ama aynı zamanda ruhumuz inanılmaz bir boşluk içindedir. Arzular yalandan farksızdır ve insanoğlunun geleceğe dair tüm planları zayıflıktan ibaret kalır. Yapılan onca hatanın ardından kayıtsız bir şekilde günahların bağışlanmasına odaklanılır ve buna dair yapılan eleştirilere kusur bulunur. Bu insanoğlunun doğa ve yaşam ile olan mücadelesinde çok sık karşılaştığı temel problemlerden biri.
İnsanoğlunun tüm teknolojik gelişmeler ışığında nereye gittiğini sorguladığı görülmüştür ama bu sorgulamaları ne kadar gerçekliğe döktüğü koca bir soru işaretidir. Hayatta bunca zorluk varken, katledilen doğa, içine düşülen kaos halleri ayrıntıdan ibarettir bazen. İnsanoğlu ironik bir şekilde savaşı getirir, katil olmayı yeğler ve genel bir kitleye korku salar. İlgili genel kitle de bir avuntuya ihtiyaç duyar. Para ve kan üzerine bir saltanat kurulmuştur çünkü. İnsanoğlu böyle bir ortamda kutsanmayı, avunmayı ve yeniden doğuşa tanıklık etmeyi ister. Böyle anlarda sükunet çok uzaklardadır, insan ilişkileri zayıftır. Medeniyetler arasında derin kuleler inşa edilmiştir. Aslında dünya takımyıldızları altında kaybolmuştur ve rüzgar sessizce eser gider. Duman salan kızgın sahalara, uçuşan kuş tüylerine ve karaya oturan gemiye geri döneriz bir an. İlgili söylemin en başına... Kaos ve sükunet, doğa ve makineler arasındaki aleni ve saklı savaşlara şimdiden şahitlik ederiz. 2008 tarihli Silhouettes albümünün giriş parçası olan ‘Old Days Born Anew’ şaheserinin bana bahşettikleri bunlardı işte.
Hepimiz bu hayatta bir yolcuyuz aslında, sadece geçip giden. Bazen birlikte yürüyen. Bazen de burada olduğu farz edilmeyen ve tüm yolların olduğumuz yere çıktığı. Şüpheli öyküler anlatan elçilerin arasında sonsuz şaşkınlık içindeyiz. Her mevsim kokularını alıyoruz.
Karanlık kokularını..
Bazen tüm sebebi kendi içimizde yarattığımız canavarlar. O canavarları yendiğimizde nihayet özgür kılıyoruz kendimizi.
Ya yenemezsek?
O zaman suçu belki de Tanrı’da buluyoruz. Neler yaptığına ve yarattığına bakmasını diliyoruz. Bu yaratımların içindeyken kaçamayacağımızı.
Açlığı..
Vazgeçişimizi..
Bize kötü masalları anlatan elçilere ve içimizde yarattığımız canavarlara dönüştüğümüzü görüyoruz.
Vazgeçme durumunda…
Tıpkı Messengers isimli parçalarında beni de umutsuzluklardan vazgeçirdikleri gibi…
Hem müziğin hem de liriklerin betimlediği olguları bir araya getirdiğimde yukarıdaki duyguları hissediyor ve yaşıyoruz; puslu-karanlık endüstriyel ve kaos yaşamını ruhumuza üfüren.. Kendi içinde sürekli sorgulamalar yapıp doğrulara erişerek Doğa Ana’ya ve sükunete kavuşan.. Vokalist Eric'in kullandığı farklı ses renkleri ilgili tezatlığın aynası gibi. Bazen ruhunuza işleyip sükunete davet edecek kadar huzur verici ve temiz, bazen de makineleri hatırlatan, kaos yaratan puslu bir hava kadar sert, agresif ve hırçın...
Bunlardan hangilerini seçeceğimiz Textures müziği ve lirikleri ışığında bize kalıyor. Ama ben seçimimi çoktan yapmış durumdayım onların rehberliğinde. Melodileriyle ve modern sanatlarıyla bulutları yarıp geçerek güneşe tanıklık eden ve mimarı olan birkaç insanoğlu.
Textures adı verilen…
Progressive’i, Death Metal’i, Thrash Metal’i, Endüstriyel etkileri, ekstrem müzikte modernizm ile bir potada eriten bir ruh..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder