16 Ağustos 2009 Pazar

Denizlispor Maçı Sonrası Galatasaray'da Devrim ve Rotasyonun Ayak Sesleri


Rijkaard ve ekibinin takımına yaptığı yüklemeler, oynatmak istediği sistem, futbolcularıyla diyalogu, taktik varyasyonları, yıllar yılı kanayan yara olan duran toplara ilaçlar bulunmasını ve her şeyin nihayetinde bir sisteme sahip disiplinli bir takım yaratma ışıklarını gördüğümüzde Galatasaray’ın devrim yolunda olduğunu görmüştük. Netice anlamında kötü çıkardığı maçlar sonrasında bile devrimin ayak seslerini duyduğumuzu yenilemiştik. Galatasaray’ın, Antep maçının hemen ardından Denizlispor maçında söz konusu devrimin resmen yolda olduğunu açık bir şekilde yansıttığını ileri sürersek mübalağa etmemiş oluruz.

Rijkaard’ın yaratacağı takım 25 oyuncusu ile bir bütün olacak, her oyuncu her an oynamaya hazır olacaktı. O yüzden bundan birkaç zaman önce Rijkaard’ın sürekli rotasyona gideceğini, her futbolcunun hazır olacağını ve sistemli çalışan bir makinenin tek bir dişlisi olacağını iletmiştik. Denizlispor maçında dörtlü defansın komple değişmesi, Ayhan’ın kenara gelip Barış’ın monte edilmesi ve Aydın’ın yerine bir çok kişinin yedek başlar dediği Kewell’ın çıkması, bizim gibi Rijkaard ve son dönem Galatasaray’ını takip eden kişiler için kesinlikle sürpriz olmadı.

Sahaya çıkacak oyuncuları Ahmet, Mehmet, Veli, kıraathanedeki bir taraftar, bir gazete yazarı ya da bir forum takipçisi belirlemiyor. Hepsinin toplamından daha fazla futbol bilgisine sahip olmakla birlikte haftalardır oyuncularıyla beraber yatıp kalkan, onları çalıştıran, ruhsal, fiziksel ve mental durumlarını, ne zaman ne yapacaklarını bilen, onlara sonuna kadar güvenen Rijkaard ve ekibi belirliyor. Denizlispor maçında olduğu gibi.

Aslında görmemiz gereken şey şu. Yedek ve as diye bir ayrım yapmıyor Rijkaard ve ekibi. Her oyuncunun takımın bir parçası, her oyuncunun değerli ve saygıyı hak eden bir oyuncu olmasından dem vuruyor. Sadece, o gün için sahada terini döken oyuncular, takım oyuncuları var onlar için. Yedek ya da aslar değil…

Denizlispor maçında çok ilginç anekdotlara şahit oldum. İstatistikleri, taktik varyasyonları üst üste koyduğumuz zaman bu Galatasaray’ın çok daha farklı olduğunu, yeni sistemin ilk maçlarda kendisini belli ettiğini ve Galatasaray futbol anlayışının şu an devrimin çemberinden geçtiğini çıplak gözle görüyoruz. Bu maç ile ilgili sayısal veriler, takımdaki dönüşümü keskin bir dille cevaplıyor. Net ve açık bir şekilde…

Oyuna ilk perde ve ikinci perde olarak bakmak gerekiyor. Resmi maçlarda takip ettiğimiz Galatasaray ilk perdelerde oyunu genelde kontrol altında sürdüren ama ikinci perde açıldığında bitirici darbeyi indirmeye çalışan, daha derli toplu bir grafik çiziyordu. İlk yarı sona erdiğinde eminim ki, Galatasaray’ı takip eden kişiler, ikinci yarı bir çok şeyin daha farklı olacağını biliyorlardı. Birincisi oyunu okuyarak yeni bir nefes ile oyuncularına üfürecek Rijkaard faktörü, ikincisi ısrarla pas yaparak rakibini yoracak Galatasaray oyun sistemi, üçüncüsü sabırla pas yapması sonucunda rakibinin başını döndürerek kaliteli, yetenekli, teknik ve hızlı oyuncularıyla öldürücü darbeyi vurarak rakibinin gardını düşürmesi beklenecekti.

Tabii bunları yaparken geçen yıla göre daha farklı bir görüntü var. O da Galatasaray’ın fizik olarak güçlü, diri ve kondisyonlu olmasıydı. Sabırla ayağa pas sistemi ile rakibini zaten yoran, üstüne, diri kalarak bitirici yetenekteki oyuncuların katkılarıyla oyunu açabilecek sayısız futbol değer ve verilerine sahip bir takım görünümünde Galatasaray.

Geçtiğimiz yıl, gayet güçlü ve fizikli bir oyuncu olduğunu söylediğimiz Barış bile sürekli düşüp dururken, her hamlede yere devrilirken ve faul bekleyip dururken, bu yıl kolay kolay rakibine teslim olmayan, yıkılmayan, darbelere karşı daha dirayetli olan bir takım söz konusu. En baş oyuncusundan Baros’una kadar..

Tabii ayağa pas sistemini her geçen maç üstüne koyarak yapan bir takımın oyun hızı ve devrini kesmenin rakip için çok müşkül durumlar arz edeceğini öngörebiliyoruz.

İlk yarıda goller olmasa bile etkili bir futbol oynandığı söylenebilir. Ama ikinci yarıda oyunun seyrinin daha da değiştiğini gözlemledik. İlk yarı itibariyle maça göz atarsak Denizlispor teknik direktörü Erhan Altın’ı tebrik etmek gerekir. Çünkü ilk yarı itibariyle Galatasaray’ı çözmüş görünmüştü taktik itibariyle. Denizlispor topu ayağına aldığında defansını orta çizgiye kadar çıkararak Galatasaray’ın forvet oyuncularını hem kalesinden uzak tutmaya çalıştı, hem de Galatasaray’ın defans – orta saha ve forvet bloğu arasındaki mesafenin boyunu arttırmayı hedefledi. Göreceli olarak bunda nispeten başarılı oldu. Ama söz konusu taktik daha çok rakibi oynatmamaya yönelik bir sistemdi. Haliyle Denizlispor hücumsal istatistik veriler anlamında sıfırlar düzeyinde bir noktadaydı.

Yazının başından buraya kadar yapılan maç analizinden uzaklaşarak sizlere bazı sayısal, gözlemsel ve futbol sistemine dair anekdotları paylaşarak üzerinden gitmeye çalışayım.

* Oyunun 30. dakikasına geldiğimizde topla oynama oranında Galatasaray %65’lik bir üstünlük kurmuşken, 80. dakikada bu üstünlük Galatasaray lehine %60 olarak devam ediyordu. Fakat maçın sonunda bu oran %59’a %41 oranında Galatasaray hanesine yazılmıştı. Kısacası Galatasaray maç boyu topa sahip olma anlamında %60’dan aşağı düşmemiş, ligler daha başlamamışken öngördüğümüz %60-%65’lik oranı yakalamıştı. Bu oranı arttıracak takım olma sabrının ve Elano faktörünün altını özellikle çizmek gerekiyor.

* Maçın 25. dakikasına geldiğimizde Denizlispor’un Galatasaray ceza sahasına yaptığı orta sayısı sıfırdı. Sayı ile 0. Bunda Denizlispor’un haddini ve rakibinin güçlü ayaklarını bilerek, savunma kurgusunu daha ön planda tutarak kontratak futbolunu benimsemesi neden olmakla birlikte Galatasaray’ın takım savunması anlamında çok yol kat ettiğini ve futbolcuların pozisyon alma becerilerini yükselttiğini söyleyebiliriz.

* Kewell’ın üzerinden nice öngörüler yapılırken, bu öngörüler içinde Kewell’ın defansa pek yardım edemeyeceği ihtimali üzerinde duruluyordu. Rijkaard’ın oyun sisteminde ise forvet elemanları da takım savunmasının en önemli yapı taşlarından biridir. Her bir oyuncu nerede duracağını bilerek sahaya yayılmayı doğru gerçekleştirecek ve takım savunmasına büyük katkılarda bulunacaktır. Maçın 10. dakikasında Kewell’ın Volkan Yaman’ın bölgesini doldurması ve Galatasaray savunmasını dörtleyen adam olması dikkatle incelenmeli.

* Galatasaray’ın duran toplarda büyük bir gelişim içinde olduğu bir gerçek. Özellikle Rijkaard dönemiyle birlikte Barış’ın ceza sahasına sürpriz koşular yaparak pozisyonlara girmesi ve bu hamlelerin kafa vuruşlarıyla neticelenmesi dikkate değer bir gelişim. Netanya maçında bu özellikten hanesine iki gol yazdırarak yararlanan Barış, Denizlispor maçında da ilk yarıda etkili iki kafa pozisyonu ile takımı adına gol girişimi olarak kayıtlara düşürdü.


* Kewell – Baros - Keita forvet hattını ele aldığımızda Baros’un ilgili maçta daha arka planda kaldığını gözlemlemiş olabilirler futbolseverler. Kewell Galatasaray hücum gücünün soğukkanlı, akıl dolu ve daha çok yer değiştirmeli yönünü gösterirken, Keita hızı, gücü ve futbol becerisiyle takımı ateşleyen, çabucak ceza sahasına giren, hücumun hız, darbe ve delicilik yönünü örnekleyen yönünü gösterdi. Özellikle Keita’nın bulunduğu kanadı çok etkin kullanması, takımını bir çok atağa çıkarması ve bu atakların sonucunda gollerin gelmesi Keita’nın Galatasaray oyun sisteminde çok kritik bir öneme sahip olduğunu kanıtladı. Baros ise bu iki isme nazaran daha statik ve durgun göründü. Rakip savunma ile sürekli mücadele ediyor oluşu buna sebep olabilir. Ama ne kadar çok çalışan bir oyuncu olduğunu yazının ilerleyen bir bölümünde şahit olacaksınız.

* İlk yarı itibariyle oyunun kilitlendiği ve skor katkısı yapılamadığı anlarda Kewell ve Arda’nın sık sık yer değiştirmelerine şahit olduk. Bu değişime bazen Keita da katıldı. Galatasaray’ın sahip olduğu yetenekli ve alternatifli kadro, oyunun sıkıştığı anlarda taktiğini ve sahaya diziliş bölgelerini değiştirerek rakibin daha farklı önlemler alması gerektiğini şimdiden bildirmiş oldu.

* Mustafa Sarp Rijkaard ile beraber tamamen yeni bir şekle bürünmüş durumda. Erciyes ve Bursaspor dahilinde bildiğimiz Sarp, enerjik, ileriye deplase olan, sürekli hücuma katkı sağlayan bir oyuncu iken Rijkaard ile birlikte defans ve orta saha bloğu arasında bir sigortaya dönüştürüldü. Sarp, ince ve görünmez işlerin adamına dönüştürülmüş durumda. Sarp’ın asıl fonksiyonunu anlayabilmek için toplu ve topsuz alanda, sahanın tamamına ve dizilişe göz gezdirmek gerekiyor. Sarp yeni görevi itibariyle hem boşalacak her türlü boşluğu akordiyon gibi doldurmakla kalmıyor, hem defans güvenliğini hem de topun ileriye doğru çabucak aktarılmasını sağlıyor. Belki de süssüz, sade, görünmez ama temelde oldukça faydalı işleri nedeniyle sistemin kritik bir parçası olması ve bu görevini yerine getirmesi nedeniyle Rijkaard’ın vazgeçilmezleri arasında, en beğendikleri listesinde yer alıyor.

* Futbol gerçekten ilginç bir oyun. Top yuvarlaktır sözünün tecelli ettiğine şahitlik ettik. Sürekli golü düşünen, topu ayağında tutan, rakibini kendi sahasına hapseden ve dakikalar 25’i gösterirken Denizlispor’un Galatasaray ceza sahasına yaptığı orta sayısı sıfırken ve gole kadar Leo Franco bir kere bile yere yatmamışken tek bir hata, zincirleme bir reaksiyon yaratarak futbol hükümranlığının o an için önemsiz olabileceğini gösterdi bizlere. Dakikalar 39’u gösterirken Barış orta sahanın biraz ilerisinde oldukça müsait durumda olan ve sağdan bindiren Uğur Uçar’ı görmeyerek, Rijkaard sistemine ihanet ederek topu ayağında geveledi. Kapılan top Galatasaray orta sahası ve forvetini tamamen oyundan düşürdü. Hızlı atak, savunmayı dengesiz bir halde yakalayarak cezayı kesti. Bir maçta 90 dakika boyunca hükmedebilirsiniz. Sahaya tamamen yayılabilirsiniz. Rakibinizi esir alabilirsiniz. Ama sisteme ihanet edecek tek bir hata 90 dakikalık hükümdarlığınıza darbeyi vurabilir.

* Galatasaray sisteminin bu yılki en önemli özelliği, Galatasaraylı oyuncuların oldukça üst düzey bir anlayışla taktik ve oyun disiplinine sadık kalmaları. Bu sadece oyun sistemi anlamında değil, oyunun her anında belli oluyor. İkinci yarı 1-1’lik skorla devam ederken Galatasaraylı oyuncularda paniğin tek parçası görülmedi ya da doldur boşalta başvurulmadı, oyun disiplininden hiç kopulmadı. Israrla, sabırla ayağa ve dikine paslarla, soğukkanlı ve büyük bir futbol iştahı ile rakibinin sürekli üzerine giden, paslarıyla rakibini oyundan düşürmeye, konsantrasyonunu bozmaya, başını döndürmeye çalışan yüksek bilinçli bir disiplin söz konusuydu. Bununla beraber maç 4-1 iken oyunda hiç kopma olmamış, gereksiz işlere girilmemişti. Maçın son 10 dakikası Galatasaray adına harcanan inanılmaz pozisyonlarla geçti. Bu durum hem taktik disipline işaret ediyor, hem de oyuncuların iyi bir kondisyona ve fiziğe kavuşturulduğunu kanıtlıyor. Eğer son 10 dakikadaki pozisyonlarda final pasları daha olumlu kullanılsaydı, söz konusu taktik disiplin ve kondisyon tarihi farkın yolunu açabilecekti.

* Ayrıca en ufak bir pozisyonda sürekli itiraz eden, hakemin başında biten oyuncular gitmiş, tamamen oyununa ve işine odaklanmış, bu yönüyle Rijkaard’ın eleğinden geçmiş oyuncular gelmiş. Bu durum uzun vadede, sistemine büyük bir sabır, sadakat ve dirençle sahip çıkan ve rakiplerine dikte ettiren bir takım olgusuna sebebiyet verecek.

* Maç sonunda topun Galatasaray defans bölgesinde kalma oranı, diğer bölgelere göre kıyaslanınca %8’di. Bu şu demek. Galatasaray defans bölgesinde topu ayağında fazla gevelemedi. Defansa gelen toplar sürekli ilerideki oyunculara hızlı ve dikine bir şekilde aktarıldı. Hem defans oyuncuları, hem de Sarp ve Barış (birkaç hatası hariç) ikilisi bu disipline bağlı kaldılar. Bu, takımın hızlı oynama becerisinin ve topa hız kazandırma olgusunun günden güne ivme kazandığına işaret ediyor.

* İlk yarı itibariyle 5,5 km ile Barış en çok koşan birinci, 4,4 km ile Volkan ikinci, pek koşamıyor ve güçsüz dediğimiz Kewell ise 4,3 km üçüncü futbolcuydu. Fazla koşmuyor diye eleştirilen Kewell’ın aslında pozisyon alma bilgisi ve futbol zekası nedeniyle ne kadar yer değiştirdiğini ve hareketli oynadığını, defansına bile yardım ettiğini buradan çıkarabilirsiniz. Keita ve Baros da diğer çok koşan oyunculardı.

* Maç sonunda ise bu durum şöyle şekillendi:

Keita 9,6 km
Baros 9,5 km
Uğur 9,2 km
Emre Aşık 9,2 km
M. Sarp 9,1 km

Kewell 70’li dakikalarda çıkarken 7,5 km koşmuştu. Durgun gözüktü diye değerlendirmek istediğimiz Baros’un Galatasaray’da en çok koşan ikinci oyuncu olması, bu forvet hattı defansa yardım etmez derken Keita’nın en çok koşan oyuncu olmasının sağdan sürekli yaptığı etkili bindirmelerle ilgisi varken, aynı zamanda arkasındaki Uğur’a defansif anlamda yardıma geri gelmesi, Keita’nın hemen arkasındaki Uğur’un sağ koridorun güvenliğini sağlamak için çalışması, defans bölgesindeki Emre Aşık ve Sarp’ın takıma esneklik ve akordiyon etkisi katabilmek için sürekli koşması, boşlukları kapatması bazı bilgi kırıntılarını sunmuştur bizlere.

* Asıl ilginç istatistik ise Denizlispor tarafından gelsin. Galatasaray toplamda 97 km 353 metre koşmuşken, Denizlispor 103 km 847 metre koştu. Ayrıca Denizlispor’un en çok koşan 5. oyuncusunun 9,87 km koştuğunu, diğer en çok koşan Denizlisporlu oyuncularının koşma kilometrelerinin 9,91 – 9,94 – 10,40 ve 10,75 olduğunu söylersek bir şaşkınlık alabilir yüz halimiz. Aslında bu Rijkaard ve ekibinin yarattığı sistemin foto finişidir. Galatasaraylı oyuncuların sürekli ayağa pas yapması, topu ayağında tutması rakibi daha fazla top peşinde koşturmuş, rakibi ayağındaki topu almaya zorlamış, daha fazla koşturarak ve yorarak rakibinin sabrını zorlamıştır. Galatasaray takım olarak koşan bir takım olmakla birlikte rakibine nazaran daha az koşmasının nedeni ise oyuncunun kendisinden ziyade topu koşturmasıydı. Skibbe de başlangıç itibariyle böyle bir sistemi benimsemiş, oyuncudan ziyade topu koşturmayı hedeflemiş ama burada anmak istemediğimiz onlarca sebep nedeniyle bunda başarılı olamamıştır.

* Yukarıdaki maddede bahsettiğimiz sayısal verilerin ve açıklamaların doğrulamasını ve sağlamasını isteyenler olabilir mi? O halde kanıtlayalım. Galatasaray 90 dakika boyunca 433 pas yapmış, 374’ü isabetli olmuş. Denizlispor ise 187 pas yapabilmiş ve 128’i isabetli olmuş. İstatistikler her şey değildir, adeta bir mini etek gibidir. Tek bir hata bu istatistikleri darmadağın edebilir. Toplamda 100 pas yapmış bir takım 500 pas yapmış bir takımı yenebilir. Ama topun yuvarlak olması bir takımın hangi anlayışla oynadığını ve nasıl bir sisteme sahip olduğunu engellemez.

* Galatasaray’da en çok pas yapan beş oyuncuya baktığımızda ilginç bir ayrıntı dikkatleri çekiyor.

Uğur 47/41
M. Sarp 44/36
Arda 43/37
E. Aşık 43/36
E. Güngör 41/37

Rijkaard sisteminin en önemli sacayaklarından birini daha görüyoruz burada. Toplar her zaman defans ve bek adamlarında toplanır, Mustafa Sarp’a iletilir. Hemen ardından bu toplar serbest ve merkezi bir oyuncu olan Arda tarafından adreslerine teslim edilir. Defans dörtlüsü ve ön liberonun bu anlamdaki istatistiğine Volkan Yaman’ın katılması gerekmez miydi? Madem böyle bir sistem var, o halde Volkan Yaman da bu pas yüzdesi içinde yer alması gerekmez miydi? O halde şu soruyu sorabiliriz: Sizce Rijkaard onu neden oyundan almış olabilir? Bunun nedeni hücuma fazla katkı yap(a)madığını mı düşünmesidir? Bence daha başka bir şey. İpucu belki de yukarıdaki sayılarda.

- Yukarıdaki istatistiklerin Galatasaray lehine üst düzey ve ezici görünmesinin en önemli nedenlerinden birine gelelim. Galatasaray’ın bu yıl kazandığı en önemli özelliklerinden biri sahaya çok iyi yayılması ve oyuncuların nerede duracaklarını, nereye hareketleneceklerini, nasıl pozisyon alacaklarını daha iyi bilmeleri. “Adım Adım Planlanan Galatasaray” [ http://kayipzamaninpesinde.blogspot.com/2009/08/adm-adm-planlanan-galatasaray.html ] yazısında bahsettiğim her şeyi üst üste koyarsanız her geçen gün bu verilerin daha üst düzey duruma getirileceğini beklemek Nostradamus öngörüsünde bulunmak olmamalı.

* Galatasaray şimdiden yüksek tempo yapmaya başladı. Burada dikkati çeken nokta ise daha takımın tam olarak hazır olmaması ve tam bir takım olabilmeyi tam anlamıyla zamana ihtiyaç duyması nedeniyle şimdilik gerçekleştirememesi. Ama Galatasaray yönetim, teknik heyet, oyuncular ve taraftarlar nezdinde müthiş bir sinerji içine girmiş durumda. Oynanan oyunun disiplinli, tempolu, ayağa paslı ve oldukça göze hoş gelmesinin akabinde hem oyuncular kendi oyunlarından zevk alıyor, hem maçı izleyen taraftarlar, hem de maçı yorumlayacak ve maçı ekranları başında izleyen kişiler zevk alıyor. Aslında bu sinerji büyük kitlelere doğru yayılmaya başladı. Daha düne kadar Rijkaard’a ve Galatasaray’a demediklerini bırakmayanlar yorumlarını değiştirmeye, bu yıl en keyif veren takım Galatasaray olur demeye başladılar.

* Keita Galatasaray’a transfer edildiğinde, izlediğimiz geçmişteki bazı maçları ve videoları nedeniyle bencil bir oyuncu olduğunu düşünenler, takım oyunu oynamaya çalışan bir takımın sisteminde sorun yaratabilme ihtimalinden kuşkulananlar olmuştu. Fakat Keita’nın tam bir takım oyuncusu olduğunu, ısrarla arkadaşlarına gol attırmaya çalıştığını, yine bu pozisyonlardan birinde Baros’a %100’lük bir golü attırmak üzereyken bir kaza eseri takımına gol kazandırmasına rağmen bir nevi özür dilemesi üzerinde durulması gereken bir konudur. Keita’dan ürkerken Arda’yı hesaba katmamışız. Arda dün güzel ve etkili bir oyun sergilemesine rağmen bencilliği ile önemli puan kaybetti bence. Oyun 4-1 iken, son 10 dakikada akın akın gelen Galatasaray ataklarında şahsi oyunlara girmesi, boştaki arkadaşlarını görmemesi hem farkın artmasını engelledi, hem sisteme ihanetti, hem de arkadaşlarına karşı hoş olmayan bir şeydi. Umarım Arda bu sorunun üstesinden gelir ve daha paylaşımcı bir anlayışa kucak açar.

* Galatasaray oynadığı 6 resmi maçta 20 gol atarak maç başı 3,33 gol ortalaması tuttururken, 5 golü kalesinde gördü. Ligdeki iki maçta 7 gol atması ve 3 golü kalesinde görmesi çok yiyen ama çok atan bir takım görüntüsünde olacağını ispatlamaz. Görünen o ki, takım savunması iyice oturduğunda çok gol atan ama az gol yiyen bir takım ortaya çıkacak. Her resmi maçta duran toplardan gol atılmışken dünkü maçta bu tarifeye devam edildi. Ama asıl sevindirici olan şey ise gollerin ve penaltıya sebebiyet veren pozisyon gelişimlerinin hep sistem dahilinde gerçekleşen pozisyonlar ve goller olmasıydı.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Bir ekleme yapayım: "İstatistik mini etek gibidir, çok şey gösterir ama asıl görülmesi gerekeni göstermez." Bu söz Alex Ferguson'a aittir. Ayrıca Arda'nın o bencilliklerini de tribündeki ailesinin varlığından dolayı duyduğu heyecana bağlıyorum ben. Arda bu yönüyle çocuk ruhlu bir futbolcu olduğunu gösterdi. Bu yüzden de baskıyı kolay kaldırabiliyor, ve bu güzel bir şey. Arada bir topla oynasın önemli değil; sorumluluklarının bilincinde, yapması gerekenleri yapacaktır.

Gemici Düğümü dedi ki...

Keita ilginç bir adam, ilk yarı bir ara umutsuzluğa kapılıyordum. Bencil oynadığını ve takımın uyumunu bozacağını hissetmeye başlamıştım. Ama ikinci yarı değişti, ya da ilk yarı yapamadıklarını yapabilmesiydi tek fark. her ne ise, değişti işte. Rommedahl'ın bize yaptıklarından sonra gördüğüm en iyi performnaslardan biri idi ve tabi ki kategorisi çok değişikti.

Ama hala tereddütüm var, penaltı pozisyonundaki küsmesi de hoş olmadı gibi. Keita'yı sevinerek ama bir süre için tereddütle izleyelim.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails