Uzun zamandır futbol yazısı yazmıyorum. Bunda liglerin Dünya Kupası Playoff maçları nedeniyle tatile girmesinin de etkisi vardır ama asıl sebep değildi. Bazen üst üste gelen işler, sorumluluklar, yapılması gereken uğraşlar derken ilham kaybına uğradığınız oluyor. Manisa maçının bir değerlendirmesini de yapamamıştım. Çok yoğun ve sorumluluk dolu bir iş hayatım olduğu için sürekli yazılar yazamıyorum. Vakit gerçekten çok önemli. İşten gelir gelmez evde bir şeyler karalamak hiç kolay değil. Onca işlerin ve yorgunluğun ardından bedenimi bile hissedemediğim oluyor.
Son dönemlerde Galatasaray üzerine bir çok yazı kaleme alındı. Basketbol şubesinden Arda’nın domuz gribine, divan toplantısı muhabbetinden Manisa beraberliğine kadar. Futbol dışı bir çok etkenin varlığı futbolun içine sirayet etmiş gibi görünüyor ya da bize öyle lanse ediliyor. Acaba Galatasaray futbol takımının üzerinde kara bulutlar mı var, yoksa her şey bir komplimandan mı ibaret? Galatasaray Spor Kulübü’nün üzerinde bulutlar olduğu bir gerçek ama Galatasaray’ın sadece futboldan ibaret olmadığını teraziye koyunca, bir kefeye Galatasaray futbol takımını koymaya çalışmak bizlerin değil ilgili bulanıklıktan yararlanmak isteyen mecraların amacıdır diyelim. Manisa maçında sergilenen kötü oyun, alınan beraberlik, kaçan liderlik bir arada olunca ilgili mecraların besleneceği dev akarsuyu bulduğunu söyleyebiliriz. Biz bunlardan biraz kopalım o halde. Sonuçta bu tür içi boşluklardan beslenen cenahlar değiliz. İşimiz sadece içimizdekini paylaşmak, bu işten herhangi bir çıkarımızın olmaması ve bir Galatasaray aşığı olmak.
Son zamanlarda belki futbola ilişkin aşkım, ilhamım, konsantrasyonum düşük olabilir. Doğaldır. Bunun nedeni Galatasaray, oynadığı kötü futbol, alınan beraberlik ya da kaçan liderlik değil. Hayatın kendisi. Hayat da sadece futbol ve Galatasaray’dan ibaret olmadığı için haliyle bazen kopukluklar oluyor. “Tek Aşkım Galatasaray” ya da “Her Şeyim Galatasaray” veyahut “Hayatımda Galatasaray’dan Başka Bir Şey Yok” tezahüratlarına imza atacak değilim. Eğer böyle bir tezahürata eşlik edersem kendim ve yaşadığım hayat ile ters düşmüş olurum. Galatasaray’ın aşığıyım, ona sevgim bir başka, ona duyumsadığım şeyler inanılmaz farklı ama hayatımın tek anlamı ya da hayatımın tek merkezi değil. Sonuçta hayata tutunmak zorundayız. Çalışmak, çabalamak, eve yemek götürmek zorundayız. Bu yaşam savaşı da pek kolay değil. Çok yoğun çalışmayı, mücadele etmeyi ve savaşmayı gerektiriyor. Galatasaray’ın dışında da savaş verenler var. Hayat her şeyiyle bir bütün sonuçta.
Bunca lakırdının ardından gelelim Galatasaray’a. Galatasaray’daki evrilmeye ve değişimlere. Söz konusu evrilme sadece takımda, takımın oyununda değil, Rijkaard’a ve takımın oyununa yönelik eleştirilerde de görülüyor.
Sezon başında tam anlamıyla ofansif bir oyun sergileyen takım vardı. Bazı maçlarda harika bir oyun çıkaran, çok güzel sistem golleri atan, Rijkaard sistemini biraz daha özümseyen ve sahaya yansıtan, göze hoş gelen bir futbol oynayan bir Galatasaray. Aynı zamanda çuvalla golü kalesinde gören, yediği goller haricinde de bir çok pozisyonu kalesinde gören, bu yönüyle maçları farklı kazansa bile eleştirilen bir Galatasaray.
Sonrasında üçlenmiş sert orta saha ile daha dirençli bir takım görünümünde olan, daha az pozisyon veren, bazı maçlarda doğru düzgün pozisyon bile yemeyen, ilk dönemlerdeki pozisyon zenginliğine ve sayısına sahip olamasa bile öyle ya da böyle net pozisyonlara giren, goller bulabilen bir takım. Yine eleştirilen bir takım. Bu seferki eleştiri ise Galatasaray’ın pozisyon zenginliğine sahip olmamasıydı.
Görüldüğü üzere ne kadar iyi oynarsanız oynayın, her zaman eleştirileceksiniz. Her zaman eleştirilecek bir yönünüz bulunacaktır. Çok gol pozisyonuna girip çok pozisyon verdiğiniz noktada neden bu kadar çok pozisyon verdiğiniz yerden yere vurulacaktır. Daha az pozisyon yiyeceğiniz oyun şablonunu oturttuğunuzda ise olayın bu tarafı övüleceğine eleştirilecek daha başka şeyleriniz ortaya serilecektir. Eleştirmenleri bir yere kadar anlamak isteriz. Belki de kusursuz bir takım istiyorlardır. Dinamo hüviyetinde, tıkır tıkır oynayan ve kusursuz bir futbol sergileyen yenilmez armadayı hayal ediyorlardır. Ama böyle bir takım örgüsü de hayal ürünü. Barca’nın bile çok iyi oynayamadığı maçlar oluyor.
Diğer ilginç bir eleştiri ise Rijkaard’ın bu işi bilmediğini dahi ileri sürebilmektir. Bazıları için futbol bir kağıda kadro yazmak, iki takım çıkarabilmek muktedirliği kadar basit geliyor zannedersem. Takım içinde yaşanan dinamikler, cereyan eden olaylar, futbolcuların ruh ve mental sağlıkları, fiziksel durumları, tatil arasında neler yaşadıkları gibi derin etkenleri göz önüne almadan Rijkaard’ı hocadan saymamak kaale dahi alınabilecek bir mevzu değil. Ne yaparsanız yapın tüm topluma, tüm kesime tamamen yaranamazsınız. Mustafa Kemal Atatürk’ün bile tüm toplum tarafından özümsenemediği, yaranamadığı bir ortamda her şeyi beklemekte fayda var. Bu ülke insanlarının karakteristiği bir çok şeye yatkın. Ama aklı selimliğe yatkınlığı karakter ve kişi sayısı bazında kısıtlı olsa gerek. Rijkaard için de öyle olacaktır.
Daha düne kadar Rijkaard’ın tamamen hazır oyuncuları oynatmak istemesi, hazır olmayan oyunculara şans vermeyi düşünmemesi ve hazır olan oyunculara haksızlık etmek istememesinden kaynaklı adalet anlayışı övülüyordu. Manisa maçı sonrası Rijkaard’ın Hz. Ömerliği de tartışılır ve eleştirilir oldu. Rijkaard oyun sisteminde tam olarak hazır olmayan, yorgun olan oyuncuları ismi ne olursa olsun kenarda tutmak bir kanun gibiyken oldukça tehlikeli bir hastalıktan kurtulan Arda’yı ve yol yorgunu olan Keita’yı kenarda tutması yerden yere vurulmuştu. Nerede kaldı onları oyunun ikinci yarısında değerlendirmeyi düşünüyordu. Hakan Balta’nın beklenmeyen mecburi değişikliği ise Arda’nın oyuna girmesini de engellemişti.
Sonuç itibariyle futbol takımı dışından kaynaklı Galatasaray’a dair bazı sorunlar söz konusu ama bunlar bile futbol takımına yansıtılmaya çalışılıyor. Medya denen şey bu tür kaoslardan besleniyor, tıpkı leşlerden beslenen Ghoul’lar gibi. Galatasaray futbol takımının üzerinde kara bulutlar falan olduğu yok. Sizlerin öyle algılamanızı istiyorlar. Yalancı flu bulutları takımın üzerine çekmeye çalışıyorlar. Ortada cumulonimbus bulutları yok. Sadece yaratılmak istenen bulutlar var.
Son dönemlerde Galatasaray üzerine bir çok yazı kaleme alındı. Basketbol şubesinden Arda’nın domuz gribine, divan toplantısı muhabbetinden Manisa beraberliğine kadar. Futbol dışı bir çok etkenin varlığı futbolun içine sirayet etmiş gibi görünüyor ya da bize öyle lanse ediliyor. Acaba Galatasaray futbol takımının üzerinde kara bulutlar mı var, yoksa her şey bir komplimandan mı ibaret? Galatasaray Spor Kulübü’nün üzerinde bulutlar olduğu bir gerçek ama Galatasaray’ın sadece futboldan ibaret olmadığını teraziye koyunca, bir kefeye Galatasaray futbol takımını koymaya çalışmak bizlerin değil ilgili bulanıklıktan yararlanmak isteyen mecraların amacıdır diyelim. Manisa maçında sergilenen kötü oyun, alınan beraberlik, kaçan liderlik bir arada olunca ilgili mecraların besleneceği dev akarsuyu bulduğunu söyleyebiliriz. Biz bunlardan biraz kopalım o halde. Sonuçta bu tür içi boşluklardan beslenen cenahlar değiliz. İşimiz sadece içimizdekini paylaşmak, bu işten herhangi bir çıkarımızın olmaması ve bir Galatasaray aşığı olmak.
Son zamanlarda belki futbola ilişkin aşkım, ilhamım, konsantrasyonum düşük olabilir. Doğaldır. Bunun nedeni Galatasaray, oynadığı kötü futbol, alınan beraberlik ya da kaçan liderlik değil. Hayatın kendisi. Hayat da sadece futbol ve Galatasaray’dan ibaret olmadığı için haliyle bazen kopukluklar oluyor. “Tek Aşkım Galatasaray” ya da “Her Şeyim Galatasaray” veyahut “Hayatımda Galatasaray’dan Başka Bir Şey Yok” tezahüratlarına imza atacak değilim. Eğer böyle bir tezahürata eşlik edersem kendim ve yaşadığım hayat ile ters düşmüş olurum. Galatasaray’ın aşığıyım, ona sevgim bir başka, ona duyumsadığım şeyler inanılmaz farklı ama hayatımın tek anlamı ya da hayatımın tek merkezi değil. Sonuçta hayata tutunmak zorundayız. Çalışmak, çabalamak, eve yemek götürmek zorundayız. Bu yaşam savaşı da pek kolay değil. Çok yoğun çalışmayı, mücadele etmeyi ve savaşmayı gerektiriyor. Galatasaray’ın dışında da savaş verenler var. Hayat her şeyiyle bir bütün sonuçta.
Bunca lakırdının ardından gelelim Galatasaray’a. Galatasaray’daki evrilmeye ve değişimlere. Söz konusu evrilme sadece takımda, takımın oyununda değil, Rijkaard’a ve takımın oyununa yönelik eleştirilerde de görülüyor.
Sezon başında tam anlamıyla ofansif bir oyun sergileyen takım vardı. Bazı maçlarda harika bir oyun çıkaran, çok güzel sistem golleri atan, Rijkaard sistemini biraz daha özümseyen ve sahaya yansıtan, göze hoş gelen bir futbol oynayan bir Galatasaray. Aynı zamanda çuvalla golü kalesinde gören, yediği goller haricinde de bir çok pozisyonu kalesinde gören, bu yönüyle maçları farklı kazansa bile eleştirilen bir Galatasaray.
Sonrasında üçlenmiş sert orta saha ile daha dirençli bir takım görünümünde olan, daha az pozisyon veren, bazı maçlarda doğru düzgün pozisyon bile yemeyen, ilk dönemlerdeki pozisyon zenginliğine ve sayısına sahip olamasa bile öyle ya da böyle net pozisyonlara giren, goller bulabilen bir takım. Yine eleştirilen bir takım. Bu seferki eleştiri ise Galatasaray’ın pozisyon zenginliğine sahip olmamasıydı.
Görüldüğü üzere ne kadar iyi oynarsanız oynayın, her zaman eleştirileceksiniz. Her zaman eleştirilecek bir yönünüz bulunacaktır. Çok gol pozisyonuna girip çok pozisyon verdiğiniz noktada neden bu kadar çok pozisyon verdiğiniz yerden yere vurulacaktır. Daha az pozisyon yiyeceğiniz oyun şablonunu oturttuğunuzda ise olayın bu tarafı övüleceğine eleştirilecek daha başka şeyleriniz ortaya serilecektir. Eleştirmenleri bir yere kadar anlamak isteriz. Belki de kusursuz bir takım istiyorlardır. Dinamo hüviyetinde, tıkır tıkır oynayan ve kusursuz bir futbol sergileyen yenilmez armadayı hayal ediyorlardır. Ama böyle bir takım örgüsü de hayal ürünü. Barca’nın bile çok iyi oynayamadığı maçlar oluyor.
Diğer ilginç bir eleştiri ise Rijkaard’ın bu işi bilmediğini dahi ileri sürebilmektir. Bazıları için futbol bir kağıda kadro yazmak, iki takım çıkarabilmek muktedirliği kadar basit geliyor zannedersem. Takım içinde yaşanan dinamikler, cereyan eden olaylar, futbolcuların ruh ve mental sağlıkları, fiziksel durumları, tatil arasında neler yaşadıkları gibi derin etkenleri göz önüne almadan Rijkaard’ı hocadan saymamak kaale dahi alınabilecek bir mevzu değil. Ne yaparsanız yapın tüm topluma, tüm kesime tamamen yaranamazsınız. Mustafa Kemal Atatürk’ün bile tüm toplum tarafından özümsenemediği, yaranamadığı bir ortamda her şeyi beklemekte fayda var. Bu ülke insanlarının karakteristiği bir çok şeye yatkın. Ama aklı selimliğe yatkınlığı karakter ve kişi sayısı bazında kısıtlı olsa gerek. Rijkaard için de öyle olacaktır.
Daha düne kadar Rijkaard’ın tamamen hazır oyuncuları oynatmak istemesi, hazır olmayan oyunculara şans vermeyi düşünmemesi ve hazır olan oyunculara haksızlık etmek istememesinden kaynaklı adalet anlayışı övülüyordu. Manisa maçı sonrası Rijkaard’ın Hz. Ömerliği de tartışılır ve eleştirilir oldu. Rijkaard oyun sisteminde tam olarak hazır olmayan, yorgun olan oyuncuları ismi ne olursa olsun kenarda tutmak bir kanun gibiyken oldukça tehlikeli bir hastalıktan kurtulan Arda’yı ve yol yorgunu olan Keita’yı kenarda tutması yerden yere vurulmuştu. Nerede kaldı onları oyunun ikinci yarısında değerlendirmeyi düşünüyordu. Hakan Balta’nın beklenmeyen mecburi değişikliği ise Arda’nın oyuna girmesini de engellemişti.
Sonuç itibariyle futbol takımı dışından kaynaklı Galatasaray’a dair bazı sorunlar söz konusu ama bunlar bile futbol takımına yansıtılmaya çalışılıyor. Medya denen şey bu tür kaoslardan besleniyor, tıpkı leşlerden beslenen Ghoul’lar gibi. Galatasaray futbol takımının üzerinde kara bulutlar falan olduğu yok. Sizlerin öyle algılamanızı istiyorlar. Yalancı flu bulutları takımın üzerine çekmeye çalışıyorlar. Ortada cumulonimbus bulutları yok. Sadece yaratılmak istenen bulutlar var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder