
Belirsiz bir gelecekte, varolmayan bir yer. Bilinmeyen bir zamanın tam içerisinde, savaşın ortasında kalınmıştır. Paralel bir evrendir burası. Lidyalılar'ın bu evrende yaşamış olduğu söylenemez. Para denen bir şeyden söz edilemez. Delicatessen adı verilen bir kasap dükkanında başlar bu trajikomik, kara mizah silsilesi. İnsanlar yokluk içindedir. İhtiyaçlarını karşılamaları için satın aldıkları şeyleri yiyecek, giyecek ya da eşya ile takas etmeleri gerekmektedir. Sanki tarih öncesinin fi yıllarında yaşıyormuş gibi.
Delicatessen Almanca delikat (güzel, hoş) ve essen (yemek) kelimelerinden oluşmuş bir cümledir. Akabinde Fransızca’ya, oradan İngilizceye geçmiştir ve şarküteri anlamına gelir.
Jean-Pierre Jeunet ve Michael Caro imzalı 1991 yılı yapımı Fransız filmi, daha başlar başlamaz bıçak, metal malzemeler, kağıt gibi maddelerden yayılan ritmik seslerle kuşatıyor bizleri. Nevrotik, takıntılı ruh haliyle fırına verilip kirli sarı, koyu kahverengi, koyu altın rengi yoğunluklu görüntü kurgusuyla kıyametimsi bir dünyanın içine girdiğinizi hissediyorsunuz.

Savaş ortamında ya da hayatın zorlaştığı anlarda ilgili mekanda her daim bir egemen olacaktır. Söz konusu egemen şahsiyet olayları kendi kurgusuna göre düzenleyecektir. Kendisi istediği şeyi yapmakta özgürdür ve diğerlerinin bir çöp kadar değeri bile yoktur. Aslında her şeyin merkezi insandır. İnsanın kendisi.. Benliği, ruhu ve özü.. Hayatı güzelleştiren, yücelten, çekilmez kılan da insandır. Bu çekilmez sistemleri hayatımızın içine sokan ve buna bir köpek gibi uymayı emreden yine insandır. Bunlar sistemin köpekleri diyen de insandır.


Jean-Pierre Jeunet’in ne kadar takıntılı, ayrıntılara düşkün olduğunu anlatmaya gerek yoktur. Bu film ile birlikte sinema dünyasında açtığı çığır ve yeni bakış açısı ile Hollywood’a bile kapağı atmış, Alien serilerinin en sonuncusuna sarsılmaz bir damga vurmuştu. Alien’ın son serisindeki rahatsız insanların iç yüzünü, muazzam ayrıntıları, çarpıcı, akılda kalıcı sahneleri bu yönetmende aramak gerekiyor.
Hani olur ya, bir sanat eseri konu olarak belki size hiçbir şey sunmaz. Bunu varsayım olarak söylüyorum. Filmde konuya kayıtsız kalmak zaten mümkün değil. Ama salt konuyu bir kenara bıraksanız bile, film sahip olduğu muazzam görsel efekt, ışık oyunları ve kullanılan özel filtre yöntemiyle alternatif bir evrenin rahatsız edici ve boğucu tozlarını genizinize tıkıyor. Yavaş yavaş öyle bir orgazma ulaşmaya başlıyorsunuz ki, bu görsellik karşısında mükemmelliğe adım adım yaklaşan bu ivme sizi rahatsız bir kuyuya bırakıyor. Tam bir sanat eseri izlediğinizi iliklerinizde, en ufak hücrelerinizde bile hissediyorsunuz.


Bazı filmler için hikayeye bile ihtiyaç duymazsınız. Gerek bile yoktur. Olsa da olur, olmasa da olur. Eğer bu 100 dakikalık filmi 5 parçaya da 50 parçaya da ayırsanız her birinden ayrı bir zevk alacaksınızdır. Ama bu parçaları birleştirip, bütünleştirilmiş bir yapıya getirdiğinizde sevme katsayınız tavan yapıyor. Ne gariptir ki normal hayatta görsek uzaklaşacağımız, tiksineceğimiz, inanılmaz rahatsızlık duyacağımız yaşanmış anlar sahnelerine, burada şahit olduğumuzda tiksinemiyoruz. Vahşet sahnelerinde bile eğlendiğinizi hissediyorsunuz. Ne de olsa sinema tarihinin en kült, benzersiz ve kalıplaşmış göstergeleri delik deşik eden filmlerinden biri olan Delicatessen’den bahsediyoruz.


Normal şartlar altında Fransız filmlerinden pek haz etmem. Rahatsız eder bazı yönleriyle. Ağırdır. Bazı filmlerini izlerken balyoz tadını alırsınız, başınızdan ağzınıza akan kanda. Kendimi Fransız filmlerini izlemeye zorlasam bile rahatsızlık dürtüm bırakmaz beni. Delicatessen rahatsız edici bir çok sahneye ve ruh haline sahip olsa bile benden mükemmel bir not aldı. Ama en kral Fransız filmi deyince “La science des rêves” der, orada dururum. “The Science of Sleep” İngilizce adıyla yayımlanmış olan bu film en tepeye koyduğum Fransız filmidir ve beni çok etkilemiş Delicatessen’den daha vurucu bir ruha sahiptir. Fransızların ruhunda, spermlerinde bir rahatsızlık var ama nedir çözemedim. Belki de kibirleri onların şeytani ve rahatsız edici yüzüdür.
2 yorum:
Bu benim en sevdiğim filmlerden. Absürdlüğüne bayıldığımı söylemeliyim. Güzel bir yazı olmuş ama bu fimi sanırım anlatmaya hiçbir yazı yetmez :) En güzeli izlemek.
Filmin her saniyesinde başka bir olay olması filmi acaip sürekleyici ve zevkli hale getiriyor. Umarım sen de aynı zevkle izlemişsindir. Beğenmene sevindim. Tavsiye ederken anlamsız bulabileceğini düşünmüştüm açıkcası ama görüyorum ki anlamlardan anlam yüklemişsin :)
Teşekkür ederim görüşlerin için. Böyle anormal filmleri her daim sevmişimdir. Görsellik, konuların sürekli değişmesi, o ritim duygusu derken anlamsız bulmak imkansız. Film sürekli değişip durduğu ve inanılmaz değişimlere gittiği, her sahnesinde özel bir şeyler olduğu için zaten ne yazarsak yazalım bir şeyler eksik kalacaktır. Daha ötesini yazmak da gözleri yoracaktır ve benim de o kadar zamanım yok :p Hemencecik, bir çırpıda yazılan yazı anca bu kadar oluyor. :)
Yorum Gönder