Dört yıldan bir düzenlenen etkinlik demek, dört yıllık periyotlar sonucunda yaşadığımız bazı ilginç hikayeler demektir. Her dünya kupasının bizlere yaşattığı ve özellikle duyumsattırdığı anılar vardır. Bazen bir futbolcu, bazen bir olay damgasını vururdu ilgili dünya kupalarına. ‘An itibariyle’ 2010 Dünya Kupası’nın bana duyumsatacağı şey ise ne vuvuzelası ne de futbolcuların şikayet ettiği Jabulanisidir. Olsa olsa onca maç oynanmasına rağmen Almanya – Avustralya maçı haricinde bana adam gibi tek bir keyif yaşatamamasıdır.
Biliyorum. Futbol her geçen zaman değişiyor. Herkes Barcelona ya da İspanya Milli Takımı gibi oynamıyor. Bazıları Intervari oyunlarla sonuca ulaşmaya çalışıyor. Dünya Kupası’nın harika bir görsellik olduğunu biliyoruz. Ama aynı zamanda çok büyük bir prestij olduğunu da biliyoruz. İlgili prestij hali, kontrol futbolu ya da sonuca odaklı futbol denen bir mereti karşımıza çıkarıyor. Şu an Dünya Kupası oynanmakta ve o kadar gereksiz takımlar var ki! Bazılarının ne oynadıklarını hala anlayabilmiş değilim. Hollanda bile ne idüğü belirsiz bir top oynuyorsa daha ne denebilir ki? Ne zaman maçları izlemek için otursam büyük bir hayal kırıklığı ile erkenden bırakıyorum izlemeyi. Çünkü ortada futbol denen hiçbir şey yok! Bir tek Almanya’nın makine düzeninde oynadığı harika oyunu severek izleyebildim o kadar. Ondan gerisi kocaman bir hayal kırıklığı.
Düşünüyorum da, bu kadar lezzetsiz ve uyuz takımların olduğu bir kupada Türkiye’nin eksikliği büyük bir eksiklik. Çünkü Türkiye, oyun anlayışı ve garip kaotik futboluyla izleyenlere büyük keyifler yaşatabilecek nadir takımlardan biri olurdu. Afrika’nın gözbebeği olurdu. Bu kadar sıradan takımların olduğu bir turnuvaya katılamamak gerçekten çok yazık.
Eski Dünya Kupaları ne kadar da güzeldi halbuki. Gerçek anlamıyla izlediğim ve içinde olduğum ilk Dünya Kupası, 1986 Meksika’ydı. İlk o zaman Maradona’ya şahitlik etmiştim. Dile kolay 10 yaşındaydım ve tek bir TV vardı. O da TRT’ydi. Maradona’nın İngiltere’ye herkesi çalımlayarak attığı gole şahitlik etmiştim. O an gözlerime inanamamıştım. Futbolla yeni ilgilenen, ufacık, 10 yaşında bir çocuktum. Öyle bir golü görmek, böyle bir bünyeyi darmadağın edecekti haliyle. O gol beni öyle etkilemişti ki, o esnalarda ne zaman uykulara girsem kendimi bir futbol sahasında herkesi çalımlayarak gol atarken hayal ediyordum. Böyle bir golü atan adam bence dünyanın en iyisiydi benim için o zamanlar. Öyleymiş de! O zamanlar çatır çatır futbol oynuyorlardı gerçekten. Sürekli hücumu düşünen deli takımlar vardı.
Bir de 1990 Dünya Kupası geldi çattı. Bazılarınca pek lezzetli bir Dünya Kupası değildir ama benim en çok üzerine eğildiğim turnuvalardan biri olmuştu. Turnuva öncesi Salvatore Schillaci’nin hastasıydım. Pek bilinen bir isim değildi. En azından bir dünya yıldızı olarak nam salmamıştı. Büyük bir hayranlıkla Schillaci’nin kendinden söz ettirmesini bekleyecektim. Öyle de oldu! Schillaci bazı maçlara sonradan girmesine rağmen altı gol atarak kral olmuştu. Zevkten triplere girmiştim. Çünkü Salvatore abimle keşfimizdi bizim. O gol sevinçlerine bile bayılırdık.
Bir de 1990 Dünya Kupası’na imza atan en ilginç repliklerden biri her golden sonra Olivetti yazısını görmekti. O turnuvada grafik görseller Olivetti tarafından üstlenilmişti. Hatta üzerine bir fıkra yaratılmıştı. O dönem Özkan Sümer Trabzonspor’un içindedir. '1990 Dünya Kupası sonrası en çok kimi beğendiniz hocam,' demişler. ‘İtalyan bir futbolcuyu’ demiş. İsmini istediklerinde de Özkan Hoca ‘Olivetti’ cevabını verir. 'Neden?' diye sorduklarında 'her golden sonra TV'de onun adı yazıyordu, yok böyle bir golcü” cevabını vermiş.
1994 Dünya Kupası’ndan da zevk almıştım aslında. Çünkü tüm maçları en iyi arkadaşımla birlikte izlemiştim. Her maç öncesi ona giderdim ve çay eşliğinde maçları izlerdik. Çok büyük bir keyifti gerçekten. Hagi’nin hastası olmuştuk. Müthiş bir performans koymuştu ortaya.
O zamandan bu zamana bir çok turnuva düzenlendi nihayetinde. 1998 Dünya Kupası da oldukça zevkliydi bana göre. Hırvatistan taş gibi bir takımdı. Acayip saygı duyuyordum onlara. Bir de Petit ve Zidane’dan olsa gerek Fransa’yı tutmuştum. 2002 Dünya Kupası’ndan bahsetmeye bile gerek yok. Eminim bir çoklarımız için çok heyecanlı bir turnuvaydı. Türkiye’nin ne zaman maçı olsa o gün hayat duruyordu. İnsanlar işlerinden izin alıp ya da çalışmayıp maçları izliyorlardı. Patronlar bile izin veriyordu bu duruma.
Ama şunu söylemeliyim ki 2006 ve 2010 Dünya Kupaları bir kayıptır benim için. Gerçi 2010 Dünya Kupası’nın bitmesine daha çok var. Hem İspanya var. Onlar eminim ki turnuvanın en güzel yüzlerinden biri olacaklar. Daha ilk maçlar oynanıyor sonuçta. Ama görünen bir gerçek var ki o da futbolun değiştiği. Gerçek bir şampiyon gibi oynayan takımların azaldığı. Hollanda, Arjantin, Fransa, İtalya bir şampiyon gibi oynayamadılar sonuçta. Güney Kore bile onlardan daha çok bir şampiyon gibi oynadı.
Bir tek Almanya bir şampiyon gibi oynadı. Belki bir de İspanya oynayacak. Eğer böyle futbol görmeye devam edeceksek olan keyfimizin kahyalığına olacak. Ha, bu futbol böyle devam ederse finali İspanya – Almanya oynar ve böyle de olmasını isterim o ayrı..
1 yorum:
Merhaba Mert,
Güzel yorumların için çok teşekkür ederim. Gerçekten zevkli geçecek maçlar muhakkak olacaktır tabii ki. Ama şu ana kadar pek keyifli olmaması insanın canını ister istemez sıkıyor. Portekiz maçı da muhtemelen zevkli olur umarım. Yok, eğer deli gibi kontrol futbolu oynarlarsa o zaman insanın canı sıkılıyor işte. :)
Yorum Gönder