2 Ekim 2009 Cuma

Galatasaray – Sturm Graz: Futbolun Basit Kuralları, Sisteme Sadakat


Futbolun inceliklerine dair bir yazı kaleme almak istesek günler boyu yazabiliriz. Futbol nasıl bir şeydir diye bir soruyla karşı karşıya kalsaydık, her fikir sahibi insan kendince düşüncelerini paylaşırdı. Bazen psikolojik etmenlerden, bazen fiziksel faktörlerden, bazen sistemin inceliklerinden ve futbolun kuralcılığından bahsedeceklerdir.

Futbol aslında basit kuralları olan zor bir oyundur. Asıl zorluk basit kuralları uygulayabilmek ve doğru hamleleri yapabilmektir. Bu basit kurallardan en önemlisi ise topu en yakındaki ve müsait durumdaki takım arkadaşına aktarabilmek, doğru zamanda doğru hamleleri yapabilmektir. Nihayetinde de futbolun amacı olan golü gerçekleştirmek için doğru vuruşu yapabilmektir. Diğer önemli noktalardan biri ise bir sistem yaratabilmek ve uzun vadede gayet başarılı olacak o sistemde inatla direnmektir. Bu sisteme riayet edebilmek için sabır denen olguya sahip olmak zorundasınız. Çünkü bir sistemi yaratmak, elinizdeki oyuncuların futbol okuma mentalitelerini değiştirebilmek hemen olabilecek bir şey değildir. Acı çekeceğiniz zamanlar olacaktır. Bunu tıpkı şuna benzetebiliriz. Bir operasyon geçirdiğinizde bir acı ya da kaşıntı hissediyorsanız, vücudunuz tedaviye yanıt veriyor demektir. Bunun anlamı sağlığınıza muhakkak kavuşacak olmanızdır. Bir sisteme sadakatle bağlı kalmak isterken elde edilecek kötü sonuçlar ise ameliyat ya da yaraya sürülen merhem sonrasındaki acı ve kaşıntıya benzer. Kısa vadede acı hissedersiniz ama uzun vadede sonuca ulaşırsınız.

Bu girizgah sonrası gelelim Galatasaray – Sturm Graz maçına. Öncelikle bir iyi bir de kötü haberimiz var. O halde ilk önce hangisini istersiniz? Filmlerde genelde kötü haberlerden işe başlarlar. Biz de öyle yapalım.

Kötü haber şu. Önceki yazılarımda yeri gelince ifade etmeye çalıştığım egoistlik, doğru zamanda doğru hamleleri yapamamak ve yukarıda yazdığım gibi futbolun basit kurallarını zorlaştırmak gibi noktalarda Galatasaray’ın hastalığı hala devam ediyor. Bu hastalığı teknik ekip elbetteki görüyor ve sık sık uyarıyorlardır. Ama futbolcuların bu tedaviye yanıt verme süreci hala devam ediyor. Futbolu basit bir şekilde oynamak varken ve en uygun takım arkadaşına rahat bir şekilde pası aktarıp atağın sıcaklığını sürdürebilme imkanı fazlasıyla söz konusuyken ısrarla pozisyonları zorlamak, yerde debelenirken bile çalım yapmayı düşünmek, yerde debelenirken hemen 3-4 metre ötedeki bomboş bir durumda bekleyen takım arkadaşını görememek hangi ruh hali ve mental yapıyla açıklanmalıdır bilemiyorum. Bazı oyuncularımızın yıllardır oyun mentalitelerine ekledikleri bazı huylarından hala vazgeçemediklerini görüyoruz. Dün gece sayısını hatırlayamadım ama Galatasaraylı oyuncular bir çok pozisyonda uygun durumdaki takım arkadaşına pas vermek yerine ısrarla pozisyonu zorlamak istediler, yanlış paslar verdiler. Kaptırılan bu toplar hem atakları öldürdü, hem takımı geri dönmek açısından zor durumda bıraktı, hem de rakibe atak fırsatını vermiş oldu. Halbuki 3-4 metre ötedeki müsait durumdaki bir oyuncuya verilecek pas tüm bu sorunların üstesinden gelecekti. Futbol işte bu kadar basit bir oyun. Bir o kadar da ince ve zor.

Futbolun diğer basit kurallarından biri doğru zamanda doğru hamleyi yapmaktı. Galatasaray inanılmaz gol pozisyonlarına girdi ve inanılmaz goller kaçırdı. Son vuruşları doğru yapamadı. Halbuki Eskişehir maçına kadar Galatasaray girdiği pozisyonları büyük takımlarda olduğu gibi affetmiyor ve değerlendiriyordu. Eskişehir maçı ile birlikte bu anlamda bir ivme kaybı söz konusu. İlk yarı Elano ile iki, Baros ile kaçan bir, toplamda net 3 gol pozisyonu ve Arda’nın sayılmayan bariz golü vardı. İkinci yarı ise verilmeyen bir penaltı, direkten dönen iki top, kaçan bir çok gol pozisyonu ve egoistliklerden dolayı fırsatı tepilen (örneğin; ikinci yarı Baros'un boşta olan Arda'yı görmeyip pozisyonu zorlaması ve harcaması) bir çok pozisyon vardı. Aslında pozisyonlara girmek konusunda fazla sıkıntı yaşadıkları söylenemezdi Sarı Kırmızılıların.

İki maçtır futbol tanrıları da Sarı Kırmızılıların yanında değil. Gol adına her şey yapılmıştı. Girilen pozisyonların yarısı değerlendirilseydi şu an 3-4 farkı konuşuyor olabilirdik. Hakem faktöründen bahsetmemeyi ve hakemin yanlış kararlarının üstesinden gelebilme yetisine sahip olma olgusunu savunan biri olsam da, bazen verilen yanlış kararlar futbolun etki ve tepkiselliğinde dikkate değer bir reaksiyona neden oluyor. Arda’nın oyun kuralları içerisinde attığı gol ve rakip oyuncuyu geçmişken Gordon’un güreşçi edasında Arda’yı belinden tutup indirmesi sonucunda bu pozisyonun es geçilmesi Galatasaray’ı hak ettiği skordan mahrum etti ve cezalandırdı.

Futbol tam anlamıyla bir etki ve tepki oyunu. Oyunun herhangi bir anında gerçekleşen bir olay hemen sonrasında gerçekleşecek tüm olaylar örgüsünü değiştiriyor. Buna felsefi anlamda yaklaşırsak biraz Karma’ya da benzetebiliriz. Bilim kurgu anlamında ise paralel evren teorisini ortaya sürebiliriz. Hayatın herhangi bir anında ki spor da buna dahil, verdiğiniz bir karar, gerçekleşen bir olay hemen akabinde gelecek tüm olayları ve geleceği etkiler, değiştirir. Örneğin bir oyuncunun üç farklı pozisyondaki oyuncudan her birine vereceği bir pas, ayrı ayrı değerlendirilseydi farklı olaylar örgüsü yaratacaktı. Ya da eğer Arda’nın oyun kuralları içerisinde olan ve kesinlikle gol olup sayılmayan golü sayılsaydı her şey çok daha farklı olacaktı. Graz cesaretini kaybedecek ve elini güçlendiremeyecekti. O pozisyonda en üzüldüğüm nokta ise Keita’nın muhteşem bir hareketle yaptığı ortanın heba olmasıdır. Hak ettiği asistten mahrum kalmış oldu.

Galatasaray adına diğer kötü haber ise 30 ve 40. dakikalar arasında verilen pozisyonlardı. Oldukça basit pas hataları sonucu rakibe gol pozisyonu imkanı verildi ve buna gerekli tedbir alınamamıştı. Özellikle 33-37 dakikaları arasında Graz gayet net gol pozisyonları elde etmiş, bundan yararlanamamış ve Galatasaray’ı ciddi bir şekilde uyarmıştı. İlk yarının uzatma dakikasında kullanılan korner sırasında geride tek adamı bırakıp ailece rakip ceza sahasına girmek, akabinde rakibe gardı düşmüş bir şekilde yakalanmak, geriye çabuk dönüp 5 kişi ile defans örgüsünü yaratıp rakibin iki kişi ile geldiği pozisyonda golü yemek, takımın yaratması gerektiği savunma tedbiri için büyük bir ders olmalıydı. İkinci yarıda geride bırakılan boşluklar nedeniyle rakibin pozisyonlar bulması ama bunların net gol pozisyonları olmaması dikkate alınması gereken bir nokta olmak ile birlikte, buna kötü haber gözüyle bakamayız. Çünkü kendi sahanızda mağlupsanız, acil gollere ihtiyacınız varsa ofansif anlamda elinizden geleni yapmalı ve rakibin kapanması nedeniyle defansif anlamda risk almalısınızdır. Bu riski öyle ya da böyle, almak zorundaydınız. Bu anlamda ikinci yarıda rakibin Galatasaray stoperleriyle birebir kalması çok endişelenilmesi gereken bir nokta değildi.

Gelelim iyi haberlere. Sistem yaratmanın kolay olmadığını ve herhangi bir sistemi oturturken acılar çekmeniz gerektiğini iletmiştim. İşte Galatasaray sisteme sonuna kadar sadık kalmak istediği ve bir nebze bunu başardığı için son iki maçında skorsal anlamda acı çekti. İkinci yarının son uzatma dakikaları hariç takım doldur boşalta hiç girmemiş, ısrarla ayağa pas oynamış ve sonuna kadar sabretmişti. Gol olur, olmaz; o tamamen apayrı bir konu.

Geçmiş yıllarda geriye düştüğü maçlarda ısrarla kaos futbolunu oynayan, doldur boşalt yapan, sistemden uzaklaşıp her oyuncunun kendi kafasına göre oyunu değiştirmek istediği, yüzlerinden agresif ve oldukça kaygılı duyguların okunduğu bir futbol mentalitesinden daha sakin ve sabırlı, sisteme sadakatle bağlı ve ısrarla hala ayağa pas yapmayı düşünen bir mantaliteye erişmek, kaybederken kazanmanın karşılığıdır.

Rijkaard için bu maç bir test maçı olacaktı. Bence bazı noktalarda çok ders verici ve test edici bir maç oldu. Oyuncuların dirayetli oldukları zaman kargaşadan uzak olabildiklerini ve bir nebze sakin kalabildiklerini gözlemleyebildik. Sisteme sahip olmama ve sadık olmama olgusu Türk futbolunun en büyük yaralarından biriyken ısrarla bir sistemin üzerinde durmak ve sabır göstermeye çalışmak, ülkemizin futbol ezberini bozan ve sonuçtan daha derin anlamlar taşıyan bir mentalite farkıdır. Bunu göremeyecek olan ve takımı yerden yere vuracak bir çok basın organı olacaktır. Futbolu derli toplu takip eden, dikkatli analiz eden ve teknik anlamda doğruları görmeye çalışan kişiler Galatasaray’ın gidişatının kötü olmadığını, kaygılanacak fazla bir şey olmadığını, sadece takımın sistemi oturtma sancısı ve doğrular üzerinden hareket etmeye çalışmanın acısını çektiğini söyleyeceklerdir. Takımı yerden yere vuracak, ahlar vahlar edebiyatı yapılacak ve çok olumsuz düşünülecek bir ortamın, futbolun olduğuna inanmıyorum. Öte yandan sorunların olduğunu kabul ediyorum.

Galatasaray’ın sistemine ısrarla sadık kalmak istemesi ne kadar olumlu bir görüntüyse, bu sistemi işletebilmek anlamında yaptığı yanlışlar da var. Galatasaray’ın erken gol bulamadığı ve rakiplerin kapandığı anlarda sıkıntılı anlar yaşadığı bir gerçek. Eğer rakibiniz tüm oyuncularıyla kapanmışsa ve size geçit vermiyorsa topu sürekli ayağınızda dolaştırmanız tek başına yeterli değildir. Evet, Galatasaray dün ısrarla ayağa pas yaptı. Maçın 80. dakikasında bile ısrarla ayağa pas yapıyordu. Ama eksik kaldığı bir iki şey vardı. Birincisi bu pasların hız seviyesi ve seriliği arttırılmalıydı. İkincisi de kapanan takımlara karşı ileri uç elemanlarınız sürekli hareket halinde olmalıdırlar. Eğer sabit durursanız, sürekli hareketlenip pozisyonunuzu değiştirmezseniz kapalı savunmaları açmanız biraz daha güçleşir.

Peş peşe iki beraberlik sonucunda Galatasaray’a çok yüklenenler olacaktır. Bu skorlar sizleri yanıltmasın. Medya da böyle bir şeyi istiyordu. Galatasaray’ın son iki maçta berabere kalması takımın daha kötüye gideceğini ya da karalar bağlaması gerektiğini ifade etmiyor kesinlikle. Ama öncelikle şunu kabul etmek gerekiyor. Rijkaard ve ekibi geldiğinde takıma yeni bir nefes, yeni bir ruh getireceğini; her şeyden önemlisi yepyeni bir sistem monte edeceğini biliyorduk. Yeni sistem oturtmanın kolay olmadığını, zamana ihtiyaç olduğunu ve bu sistemin makine düzeninde olabilmesi için de minimum bir yıla ihtiyaç duyulduğunu, uzun vadede takımın kazanacağını ve bu yüzden muhakkak sabretmemiz gerektiğini söyleyenler yine bizlerdik. İşte, sabredilmesi gereken anlar bu anlar içindir. Sabır kelimesi süs olsun diye söylenip durulmadı haftalar boyunca. Galatasaray sistem adına doğru olanı yapmaya çalışıyor. Önemli olan da bu. Aksaklıkları gidermek için ise hem oyuncular bazında mentalite değişimine ihtiyaç var, hem de sistemi daha işlek kılabilmek için zamana. Gereksiz çalımlara ve egoist oyunlara artık bir son vermek lazım. Bu durum takımın atak organizasyonunu öldüren zararlı bir alışkanlık yaratıyor.

Galatasaraylıların yapması gereken şey, Galatasaray’ın ayağının takılması için dua edip duran medyaya kulaklarını kapatmak ve takımlarının doğru bildiği mücadelesine destekçi olmaktır. Çünkü kim ne derse desin, sistemi yaratma savaşı anlamında takım doğru yolda.

Bu takım dünkü maçta 5-6 gol bulabilirdi. 4-5 gol de yiyebilirdi. Ama kim ne derse desin Galatasaray’ın oynadığı maçlarda bir lezzet ve bir zevk var. Renkli bir oyun var. Önceden farklı kazandığı maçlardan fazla farkı yoktu bazı anlamlarda. Sadece onca net gol pozisyonundan yararlanamadılar. Eğer birkaç tanesinden yararlanılsaydı şu an herkes “müthiş Galatasaray” edebiyatı yapacaktı. Skor edebiyatı yapacaktı.

Gününde değildi Galatasaray. Futbol tanrıları yanında değildi. Galatasaray’ın dün tanrısal bir tarafı çok ön plandaydı. Çok affediciydi. Halbuki daha düne kadar affetmiyordu söz konusu hataları. Ama bu oyuncular da bir insan. Hata hakları kendilerinde saklı. Bizim de onlara karşı affedici olmamız lazım. Her zaman olduğu gibi…

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails