İki hafta öncesi. Galatasaray zevksiz bir oyunla, salt Keita ve Neill denen iki adamın bireysel becerileri ile Ankaragücü’nü 3-0 mağlup ediyor. Futbol bana hiç keyif vermiyor ve ‘keyifli miydi sizce’ diye soruyordum. O yazıyı tamamlarken son paragrafta şöyle diyordum:
“Ve Galatasaray çok kritik dönemece girdi. Haftaya deplasmanda Trabzonspor ve sonraki hafta içerideki Fenerbahçe maçları Galatasaray’ın kaderini çizecek. Galatasaray’ın bugünkü performansı her iki maçı almaya yeterli midir? Defansif anlamda umut verici olsa bile yeterli değildir zannımca. Bu futbolla rakiplerine yenilmez ama kazanması da rakibin absürd hatalar yapmasına bağlı kalmış olur. Galatasaray’ın her iki takıma karşı çok açık oynayacağını beklemek ise hayal ürünü olur. Bu futbolun üzerine ofansif anlamda koyulmadığı sürece şampiyonluk şarkılarından şimdilik uzak durmakta fayda var. Kim ne derse desin rakibini sağlı sollu bunaltan, köşeye kıstıran, ayağa paslarla zevk veren, atak üstüne atak yapan Galatasaray’ı çok özledim. Şampiyonluk maçlarında ise bu tarz bir futbolun ne kadar benimsendiği soru işareti olsun.”Galatasaray iki maçı da aptal bir şekilde 1-0 kaybetti. Kazanması rakiplerinin absürdlüklerine kalmıştı ama o absürdlükleri kendisi yaparak kaybetti. Şimdi ise değil şampiyonluk, Şampiyonlar Ligi vizesi alıp alamayacağına dair hesaplar yapması gerekiyor.
Aslında konuşulacak çok şey var. Galatasaray ligde oynadığı son dört maçın üçünü kaybetti ve tüm mağlubiyetleri ise oldukça komik bir şekilde aldı. Eskişehirspor maçında pas futbolu kotarıyorum muhabbetine ayakta gevelenen paslaşmalar, kaptırılan bir top ve gol. Trabzonspor maçında Emre Güngör’ün son adamken affedilmeyecek top kaybı ve gol. Fenerbahçe maçında da 30 küsur metreden ikram edilen Leo Franco lokumu. 51 kilometre/saniyelik bir şuta karşılık hem de.
Ve hemen ardından sormak lazım. Bu kadar bireysel hata neyin nesidir? Şampiyonluk yarışı demek deneyim, baskılara göğüs germek, minimum hatayla oynamak demek. Galatasaray en kritik maçlarını amatör küme takımıymış gibi hatalarla kaybetti ve şampiyonluğa şimdiden el salladı. Matematiksel olarak tabi ki şansı var ama oynanan bu futbola baktığımızda imkanı yok, asla olamazlar dedirtiyor.
Sene başında bizlere umut veren takım ne oldu da bu kadar dibe çöktü?
Oynanan sistem total futboldur, 4-3-3’tür muhabbetine hiç girmeyeceğim. Çünkü genel şablon buymuş gibi gözükse de sene başından beri taktiksel bir çok farklılığa gidildi. En keskin virajlarda sakatlıklarla boğuşmalar, forvetsiz kalışlar, sistem için inanılmaz önemli olan ayakların sakatlıkları, geri dönüşlerinin gecikmesi vs derken Frank Rijkaard’ın kendi içinde yaşayabileceği sıkıntıları pekala anlayabiliriz. Ama oyunculardaki mental düşüşü asla anlayamıyorum. Ortada bir çok sorun var ama bu sorunların önüne nasıl olur da geçilemediği konusu aklıma takılıp duruyor.
Sene başına dönelim. Takım içinde inanılmaz bir kenetlenme vardı. Arda hala ayağında topu geveliyordu. Ama bir fark vardı. Sahanın her yerine basıyordu. Geçmiş yıllara nazaran daha efektif oynuyordu. Takım ısrarla ayağa pas yapıyordu. Dakikalar ilerlese bile sabrediyordu ve topu asla ileriye şişirmiyordu. Takım ne yaptığını bilir bir halde oynuyordu. Ve en önemlisi, futbolcuların gözü pırıl pırıldı. Sahaya yansıtmak istedikleri oyunu uygulayabilmek için afacan, aç gözlü çocuklar gibi hevesle topa yumuluyorlardı, çikolatasını parlayan gözlerle yiyen bir çocuk misali. Futbolcularda inanılmaz bir futbol oynama iştahı ve hevesi vardı. Topu ileri bölgeye çıkarırken dahi gözleri parıldıyordu.
Ve soruyorum: Bu tür bir görüntüye en son ne zaman şahit oldunuz?
Sezon başındaki o iştah nereye kayboldu?
Nerede o parlayan gözler ve bizi mutlu etme yolunda olan pozitif görüntüler?
Basit aslında. Oyuncular yorulmuş. Hem mental hem de fiziksel olarak. Psikolojik olarak da bitmişler. O çocuksulukları kaybolmuş. Anlıyorsunuz çünkü. Trabzonspor karşısında da Fenerbahçe karşısında da oynayan çocuk isteksiz bir çocuktu. Ruhsuz bir çocuktu. Şuradan şuraya gitmeye hali bile yoktu. Belli ki Galatasaray inanılmaz kırılgan bir ruh haline sahip. Bunun içine yorgunluğu, fiziksel zayıflığı, mental ve psikolojik çöküşü, onca sakatlığı, sistem için kritik olan adamların sakatlıklarını, teknik yanlışlıkları vs bir çok şeyi katabilirsiniz. Ama takımın içindeki zihinsel sakatlıkları görmemezlik olmaz. Gerçekten olmaz. Olmamalı. Eğer oyuncuların zihinsel yapısını değiştiremezseniz en fit hallerinde bile verim alamazsınız.
Takım içinde resmen üvey evlat muamelesi görenler var. Bu bir gerçek. Artık bu gerçeği kabul etme zamanı geldi çattı. Takımın içerisinde eski Hasan Şaş, Hakan Şükür kabilesi kurulması tezinden korkmaya başladım. Oyuncularımızın ruh yapılarını gerçekten anlayamıyorum. Bir çok pozisyonda egoistliği ile nam salmış, bir çok sıfıra inişinde orta açacağına kaleyi mıhlamaya çalışan ve saçma sapan şeyler yapabilen Arda, kendi yediği haltları unuturcasına sıfıra inen Giovani’nin kaleyi mıhlamamasına rağmen arkadaşlarına aktarmak istediği ama Fenerbahçe defansının kestiği pozisyonda Giovani için yüz saat lakırdı edebiliyor yedek kulübesinde. Laf edilen adam son haftalarda takım için en çok çalışan, en çok koşan, bir şeyler yapmak isteyen adam. İşin garibi bu. Arda’nın bu tavrı bile Giovani’nin takım içerisinde saygı görmediği ya da adamdan sayılmadığına dair bir his veriyor bizlere. Eğer böyle bir şey varsa ortada takım diye bir şeyden bahsedilemez. Ya da Galatasaraylı oyuncular sahaya çıktıkları zaman ruhları öyle kayboluyor ve kendilerini öyle kaybediyorlar ki ne yaptıklarının farkında bile değiller. Sağlıklı bir ruh halinden bahsedemiyoruz yani.
Ya Caner?
Haftalardır sol taraftan çıkarıp durduğu güdümlü uzun toplar, yerini bulmayan ortalar, ön direğe bile ulaşmayan ortalar, en uygun durumda bir çok oyuncu varken bilmem 30-40 kusür metrelerden şut çekmeler! Hani diyeceğiz ki kendisine öyle güvenli bir adam ki, helal olsun deniyor işte, bir şeyler yapmaya çalışıyor. Ama yok! Yaptığı tamamen egoistlik. Başka bir şey değil. Daha uygun pozisyonda arkadaşların dururken sen en zorunu seçiyorsan, mental olarak bu takımın içinde, en azından Rijkaard takımı içinde yer bulma şansın olmamalı. Bu kafa yapısıyla olmamalı da.
Rijkaard’ın oynatmak istediği oyun sistemi sizce bu olabilir mi?
Sizce çok mu hoşuna gidiyor bu durum?
Bu mentalite ve yapıdaki oyuncularla bazı şeyleri yapamayacağını göremeyecek kadar aptal olabilir mi?
Milletin bu kadro yapısından Barca tarzı bir oyun bekliyor oluşuna müsait bir tarafıyla güleceğinin farkında değil miyiz?
Olmaz işte. Bu yapıdaki oyuncularla bu adam asıl istediği sistemi uygulayamaz. İmkansız. Nedeni de basit aslında. Bu futbolu oynayacak mental ve psikolojik yapıya, bireysel beceriye, en önemlisi fizik yapısına sahip değil bu takımın oyuncuları. Barca’nın en çıtkırıldım görülen oyuncuları Xavi – Iniesta maç başına 12-14 km koşu mesafesini tuttururken, hem de bunu insanüstü makine düzenindeki sürekli paslaşarak yaparken, Galatasaray’ın en çok koşabilecek adamı denen Barış bile 8-9 km’den fazla koşmuyor. Hem de saha içinde Xavi ve Iniesta’ya nazaran daha fazla mesafe kat ediyor ve daha fazla koşuyor görünmesine rağmen. Nedeni basit aslında. Galatasaraylı oyuncular durarak oynuyor. Sürekli durarak pas istiyorlar. Hareketli oynamıyorlar. Barış gibi samimi ama yeteneği kısıtlı adamlar da sürekli ileri geri mekik dokumaya, topu kovalamaya çalışıyorlar. Uzun mesafe kat ediyorlar. Barca’nın göbeğindeki ikili ise sürekli hareket halindeler. Dar alanda sürekli hareketliler. Pire gibiler. Dar alanda işi bitiriyorlar. Galatasaray gibi geniş alanda ve uzun mesafeli bloklar arasında değil.
Hepsini geçtim, Barca takım olarak hareket halinde. Chealse de, Manu da, Real Madrid de. Takım halinde topun karşısına geçerler, takım halinde defans yaparlar, takım halinde top kovalarlar. Topu kaptıkları zaman her bir adamı direk gibi sabit duracağına, mevcut ne kadar boş alan ya da dolu alan varsa fark etmeden, sürekli hareketli olarak top isterler. Barca’nın mekanize tugaylar tadındaki paslaşabilme ruhunun altyapısında yatan etkenlerden biri budur. Olduğun yerde durarak pas futbolunu uygulayamazsın. Galatasaray’da bu sistemi an itibariyle uygulayabilecek, sürekli hareketli olabilecek tek adam Giovani Dos Santos’dur. Biraz da Neill. Belki de Baros. Kewell boş alanlara kaçar, Jo kaçar, Keita kaçar ama bu oyuncular dahil Arda, Elano gibi oyuncular takım halinde hareketlenmiyorlar. Oldukları yerde pas bekliyorlar. Gerçi orta sahaya laf atıp duruyoruz, sıkıntının en büyük nedenlerinden biri de bu ama takımın derinliğinde böyle bir problem de söz konusu. Bu problemi ortadan kaldıramadığınız, takım halinde topun karşısına geçemediğiniz, takım halinde defans yapamadığınız, topu elinize geçirir geçirmez takım halinde hareketlenemediğiniz, sürekli hareketli olamadığınız ve hızlı oynayamadığınız sürece orta sahaya Xavi de alsan, Iniesta da alsan, Fabregas, Lampard, Gerard da alsan bir halt değişmez. Takım bütünlüğündeki aksaklık ortada zaten. Bunu bir iki adam değişikliğiyle atlatamazsınız.
Peki bu takım olgusunu oturtabilmek için bireysel yetenek ve iyi pas yapıyor olmak yeterli midir? Değil. Her şeyden önce güçlü olacaksın. Kondisyonlu olacaksın. Fizik durumun çok iyi olacak. Eğer bu üç şartı fiziksel anlamda yerine getiremiyorsan zaten bir Barca, Manu vs olamazsın. Onlar gibi asla oynayamazsın. Yarın öbür gün karşılarına çıktığında kevgire dönersin. Yıllar önce o takımlara karşı oynadık. Başa baş oynadığımız maçlar da oldu. Bazılarını kazandık da. Ama bunu yaparken aklımız, teknik futbolumuz, hücum oyun tarzımız farklıydı. O rakipleri bozuyorduk. O rakipleri bozabilecek mücadele futbolunu sergiliyorduk. Öyle baş edebiliyorduk. Ya şimdiki takım? Şimdiki kadro? Hücum ve akıl futbolu anlamında bir şeyler yapabilir ama mücadele ve takım olma olgusunda eksiklikler yaşadığı için işe bir kere 1-0 mağlup başlıyorsunuz. Anlayacağınız, bu takım şu anki haliyle, mentalitesi ve yapısıyla Şampiyonlar Ligi’ne gitse bile tutunamayacak, grup maçlarının ardından yuvaya dönecek.
Peki neler yapılmalı?
Rijkaard isteğine nasıl kavuşmalı?
Bu sistem nasıl yola girer?
Aslında Rijkaard cevapları biliyor ama o cevapları verebilmesi ancak sezon sonunda mümkün olacak. İstediği oyuncuları aldırarak ve sisteme uymayan oyuncuları yollayarak. Bu takımı fiziksel anlamda daha da ileriye götürerek. Bazı Türk oyuncularının zihinlerini değiştirerek. 2-3 yıl önce orta sahada geçit vermeyen ve Kalli zamanında ligin en sert orta sahalarından birine sahip olan bu takım, bu orta saha ile şampiyonluğu yakalayan bu takım, aynı orta saha oyuncularıyla her rakibine yol veriyor. Orta sahasını yol geçen hanına çevirtiyor. Bu ince nüansı unutmamak gerekiyor. Demek ki Rijkaard’ın istediği şeyler farklı. Bu sezonu böyle çöpe atacağız. Göreceği kadarını görmüştür. Bu noktadan sonra gelecek sezon bazı oyuncular üzerine ısrar etmenin manası bile yok. Hem de hiç!
Yaşanan onca düşüş ve değişim sonrasında yapılması gereken şeyler ortada aslında. Rijkaard’dan tahminen şu tür hamleleri bekliyorum yeni sezon için.
- Caner’in bonservisini aldırmaz.
- Jo ile sene sonunda yollar ayrılır.
- Gio’nun bonservisi alınır. Giovani seneye bu takımın en önemli silahlarından biri olacak. Sistemin en önemli dişlilerinden biri olacak.
- Taliplisi çıkarsa Leo Franco yollanır. Çıkmazsa yollanmaz.
- Kewell kalır. (Kewell sonrası takımın ne kadar yalpaladığına dikkat edin. Takımın akıl yönü resmen dibe çöktü.)
- Orta sahaya iki tane çok iyi adam alınır. Bu adamların en önemli özelliği bizzat Elano’nun verimini yükseltmesi olacaktır.
- Baros ileride asıl tek fişek olur. Yerlilerle yedeklenir.
- Servet iyi bir paraya satılır. Emre Aşık futbolu bırakır. Başka stoper alınmaz. Ali Turan ile açık kapatılır. Emre Güngör, Lucas Neill, Gökhan Zan ve Ali Turan yeterli görülebilir.
- Sağlam bir sol bek alınır.
- Ayhan ile yollar ayrılır. Topal Blackburn’e gönderilir. Barış mütevazı bir yedek olarak tutulur. Keza Mustafa Sarp da.
- Alınacak yeni oyuncular bizzat sistemi tamamlayacak, takıma fiziksel anlamda da takviye yapabilecek, takımın gücüne güç katacak nokta atışı transferler olmalıdır.
- Artık yıldız transferine değil ihtiyaca göre en gerekli adam transferine yönelmek farzdır. Çünkü yapılan yıldız transferleri hep aynı bölgeye yığılmış durumda ve ilgili bölgelerin adamları farklı farklı bölgelere dağıtılarak oynatılıyor, verimleri düşürülüyor. Bu yetmezmiş gibi ilgili oyuncuların takım defansına katılmaması, narin ve kırılgan olması, fiziksel anlamda düşmesi düşündürücü.