Bir önceki yazımda bahsettiğim dostum Seçkin ile hemen hemen her şeyi paylaşıyorduk. Günlerden bir gün, o 15’indeyken, Osman 18’inde Şerife de 15’inde hesabı, bir kıza aşık oldu. Bizim mahalleden bir kızdı. Çok utangaç biriydi Seçkin haliyle. Bunu benimle paylaşırdı. Teklif etmek istiyor ama edemiyordu. Cesaretini toplamak biraz ağır geliyordu. O esnada benim mektuplar yazdığımı biliyordu.
“Benim için ona bir mektup yazar mısın?” dedi.
“Yani aşk mektubu yazmamı mı istiyorsun? Ama ona karşı bir şeyler hisseden ben değilim ki, sensin. Senin yazman gerekir.”
“Olsun yaa, sen bir şeyler uydur” dedi.
Hak da veriyordum. Bir tarafta 15 yaşında Seçkin, 19 yaşında ben. Yapalım bir güzellik dedik. Aramızda 4 yaş vardı ve 15 ile 19 çok bariz bir yaş farkıydı ama aramızda abi olayı yoktu. Kardeş gibiydik ama Atilla Abi diye seslenmesini istemezdim. Seslenmesine de gerek kalmamıştı zaten. Çünkü Seçkin gerçekten olgun biriydi. O yaşında benimle akran görünüyordu. Çok gelişkin ve yapılıydı.
Nihayetinde yazdım mektubunu. Zarfa da koyduk. Bir arkadaş aracılığıyla mektubu ilettik. Artık mektubu okuyup cevabı vermesini bekliyoruz. Bu iş kesin olur diyor. Seçkin mektuba hasta olmuştu.
“Ulan ne muazzam yazdın be Atilla, kız titremesin sonra” diyordu.
Ve böyle büyük bir umudu vardı. Kızdan yanıt gelmişti nihayetinde. Mektuptan o kadar etkilenmiş ki, ben bu kadar olgun ve harika bir insanla birlikte olamam, onunla bir şeyler paylaşabilmem çok zor olur demişti. Aslında bir iyilik yapmak isterken, yapılan iyilik ters tepmişti.
Seçkin’i baz olarak ele aldığımda başlangıçta arkadaş grubumuz kalabalıktı. Zamanla kopmaya başladık ve biz bize olmaya başladık. Karakterlerin yavaştan oturduğu dönemlerdi ve diğer arkadaşların paso playboydu, karıydı, memeydi, kukuydu muhabbetlerinden daral geliyordu. Hoşumuza gitmiyordu. Seçkin ile bir araya geldiğimizde hep daha farklı şeyler konuşuyorduk. Hayat üzerine, gelecek üzerine, düşündüklerimiz üzerine.
İyice büyüdüğümüzde ve üniversiteye başladığımda, tatillerde geldiğimde alırdık biramızı, çerezimizi, otururduk bir duvar dibine ya da inerdik sahile, saatlerce durmadan konuşurduk. Bunu hemen hemen her gece yapardık. Zaten sigaraya da o dönemlerde başladık ya. O ortamda sigara içmemek olur muydu? Önceleri sigaradan nefret ederken yaptık bir eşeklik. Başlangıçta sigaranın başımı döndürmesine bayılıyordum. Zamanla bünye alışıyordu ve neden artık kafa yapmıyor diye uyuz oluyordum.
Başka güzel arkadaşlarımız da vardı tabii. Ümit, Erdal… Bu iki ismi de asla unutamam. Yaz olduğu zaman hemen hemen her gün bizim evde toplanırdık. Bazen sabahlara kadar kağıt sallar ya da okey oynardık. Ama en çok yaptığımız şey balkonumuzda oturmaktı. Müzik setinin kocaman kolonlarını balkona alır ve hayvan gibi sesle dinlerdik. Komşular o kadar alışmışlardı ki, hiçbir şey demiyorlardı. Bizim mahallede her gün bir nevi konser verirdik. Ara sıra onlara hitap edebilecek şeyler de çalardık; o zamanın popüler isimlerini. Mesela Tarkan!
Bir gün, o zamanın sükse gruplarından Ünlü’yü koymuştuk. Derule parçası çalıyordu ve karşı apartmandan birkaç komşu balkona çıkmış, kendilerince horon tepiyorlardı, eğleniyorlardı. İçeri girdim ve müziği değiştirdim. Hiç unutmam, Malevolent Creation – Blood Brothers parçasını koymuştum. İnsanüstü bir Death Metal parçasıdır kendileri, adeta bir ahtapot tarafından çalınıyormuşçasına davul performansına şahitlik edilen. Balkona çıktığımda hiçbirini görememiştim. Kaçmışlardı!
Gerçekten çok rahat bir ortamdı. Abartı olsun diye söylemiyorum, inanılmaz yüksek seste Cannibal Corpse dinlediğimizi hatırlıyorum balkonda. Hiç kimse gelip de şikayet etmiyordu. Yıllar boyu yüksek ses benim bir parçam oldu. O yüzden her daim yüksek performans verecek ses sistemlerinin peşinde oldum. Ufakken hep harika bir ses ve görüntü sistemine sahip olacağımı hayal ederdim. Ama günümüze dönüp baktığımızda gerçekleştirdiğimi söyleyebilirim. Aşağıda görülebileceği gibi..
4 yorum:
O ekrandakilere kurban!
Ne de olsa çok yakında bir zamanda canlı bir şekilde kurban olacaksın onlara. :)
Çok şaşkınım aslında.
Neden mi?
Karadenizli genlerinin oluşu, yengeç burcu olman, 33 yaşında olman, iflah olmaz bir müzik ve sinema tutkunu olman ve müzik türleri içerisinde en çok Heavy Metal'i seçmen, çocukluk veya ilk gençlik anılarını böylesine net hatırlayıp bunları kaleme alman, içten ve konuşma diliyle yazışın, Galatasaray aşkın.... Tüm bunlar bende de fazlasıyla mevcut; bir Karadeniz türküsünde çok duygulanırken diğer taraftan kendimden geçercesine hızlı parçalar dinleyebilen, has Karadenizli, bir zamanlar Prekazi diye yeri göğü inleten, yengeç burcu ve 33 yaşında, hafızası 2 yaşını dahi hatırlayabilen bir tipim. Ve blogunu okudukça haddim olmayarak belki sanırım ben erkek olsaydım böyle olurdum dedim içimden..
Nihansu Hanım,
Acaba anne babalarımızı kontrol mu ettirsek?
:)))
Yazdıklarınızı okuyunca ben de çok şaşırdım gerçekten. Yoksa normalde öyle ruh ikizi vs gibi bir kavrama inanan bir insan olmadığım için şaşkınlığım daha fazla artıyor.
Yorum Gönder