25 Haziran 2010 Cuma

İyiler Erken Ölür: Kazım Koyuncu


“Tanrının yukarıya çektiği kaçıncı müzisyen bu?
Yeşil Karadeniz’den yeşil bir dünyaya gittin Kazım...”




Bu kaybettiğimiz kaçıncı müzisyen? Kaybettiğimiz kendi toprağımızdan, canımızdan... Bir zamanlar yer aldığı Zuğaşi Berepe (Deniz Çocukları), solo albümleri, film müziği çalışmalarıyla, tulum ve kemençe gibi geleneksel Karadeniz çalgılarını Rock öğeleriyle birleştirerek evrensel bir çizgi yakalayan yetenekli uşağımız KAZIM KOYUNCU, 25 Haziran 2005 yılında aramızdan ayrılmıştı.

Göğüs kafesindeki tümörle altı ay mücadele eden Koyuncu, 25 Haziran 2005’te kansere yenik düştü. İki gün sonra Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda konser verecekken. Saçlarını ve sesini kaybetmesine rağmen “benim yerim sahnedir” diyordu, zor da olsa konserlere çıkıyordu. “Sesimi kaybettikten sonra yaşamın önemi yok” diyordu.

Kazım Koyuncu, 1972 yılında Hopa’da doğdu ve İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni son yılında, ‘Politikacı ya da kaymakam mı olacağım, zaten yapmazlar!’ deyip terk etti ve sadece müziğe yöneldi. 1992 yılında bir arkadaşıyla ‘Dinmeyen’ isimli bir Rock grubu kurdu. Lazca müzik yapmak için gruptan ayrıldı ve 1993 yılı sonrası kurduğu Zuğaşi Berepe dikkat çekip 200’ün üzerinde konser verdi. Bu grupla Rock’tan kopmadı ve Laz etnik müziğini Rock tabanlı olarak yorumlamaya başladı. 2001 yılında solo albümü ‘Viya’ ile Rock müziğine farklı bir haz kattı. 33 yıllık yaşamına Hayde, Va Mişkunan, Salkım Söğüt, Igzas, Viya gibi albümleri ve Gülbeyaz, Sultan Makamı gibi dizilere film müziklerini sığırdı.

Koyuncu, bizlere; sağlam duruşu, sol görüşleri, muhalif ve yıldızlıktan uzak hayat görüşü ve kaliteli müziğiyle seslendi. “Hayde” ve “Viya” isimli solo albümleriyle önemli hayran kitlesine sahip olmasına rağmen, gazete sayfalarında uzun yer kaplamadı. Ne zaman ki kanser olup saçları döküldü, o zaman insanların bir kısmı tanımaya başladılar onu.

Göğsünde “Germ hücreli tümör” olarak tanımlanan kanser teşhis edildiğinde bunu dramatize etme yoluna gitmedi. Çünkü tümörün iyi huylu bir tümör olmasının yanında, Karadenizliliğinden kaynaklı güçlü bir mizah ve yaşama sevinci, onun bir parçasıydı. Rock müziğine Pink Floyd dinleyerek başlayan Koyuncu, parçalarında aşk, hayat görüşleri ve Karadeniz doğasını ele aldı. Kızılderili ve Afgan otantik ezgilerini de seven sanatçı, hayatı boyunca Rockçılık ve devrimcilik neyi gerektiriyorsa ona göre yaşadı. Ama şarkılarında halkına, gözleri yaşararak sitem ediyor ve hayat görüşlerini ifade ediyordu: “Benim bölgemin insanı kendini unuttu. Çocukluğumda yaşadığım güzellikler artık Karadeniz’de yok. İnsanların taş binalarda oturmasından, yaşam tarzlarından mutsuzum. Burası öyle bir bölge ki, dağlarının yeşilini göremezseniz, denizini koklayamazsanız. Orada yaşamanın bir anlamı yoktur.”

Koyuncu, hastalığına ve sesini kaybetmesine rağmen müzik yapmaya, konserler vermeye devam etmişti. Onun için en büyük sürpriz, Yeni Melek’te verdiği konserde tüm orkestra elemanlarının kafalarını onun gibi tıraş ettirmesiydi.

Zuğaşi Berepe ile verdiği bir konser sahnesinde şöyle demişti: “Hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Don Kişotlara, ateş hırsızlarına, Ernesto ‘Çe’ Guevara’ya, yollara -yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz... Her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya.”


Kazım’ın, Lazca dilini ve Lazca Rock müziğini yaşatmak gibi bir misyonu vardı. Bunun altında yatan etkeni şöyle açıklamıştı: “Lazca ve onun gibi birçok dil ve kültür yok oluyor. Kavgasız, savaşsız, sınırsız bir dünya isterim. Bu, Lazları ve Lazcayı daha üstün görmediğimi anlatır size. Lazcanın yaşaması lazım, sadece Lazları ilgilendirmiyor bu. Aklınıza gelen her kültür ve dil yaşamalı. Bu misyonu bilerek ve isteyerek üstüme almadım.”

Koyuncu’nun kanser olmasının en büyük sebeplerinden biri, 26 Nisan 1986 yılında Çernobil Nükleer Santrali’ndeki patlama sonucu büyük bir bölgenin radyasyon altında kalması olarak görülüyor. Kendisine, kanser olmasının Çernobil’deki facia ile ilgisi olup olmadığı sorulduğunda verdiği cevaptan anlıyoruz: “Tabii. Neredeyse her ailede bir kanser vakası var ve bu tesadüf değil. Adamlar pişkin pişkin çıkıp çay içti karşımızda. (Radyasyonlu çayı içen meşhur bakandan bahsediyor.) Bunu yapan insan ya geri zekalıdır ya da çıkar gruplarına hizmet ediyordur. Eğer bu insanlar karşımızda çay içeceklerine erken teşhis için birtakım çalışmalar yapsalardı, sonuç daha farklı olurdu. Şimdi bunlar cinayet değil mi? Buna karşı önlem almamak o çok korktukları terörden daha kötü değil mi? Çok korktukları vatan hainleri var ya, asıl vatan hainleri, halk düşmanları Osmanlı’dan günümüze dek gelen bu tarz yöneticilerdir.”

Sanatçı, hastalığını yılbaşından önce öğrenmişti. Sahip olduğu tümör, aslında testislerde görülen bir tümördü. Testislerde başlayacağına tersten, yani akciğerden başlamış. Sanatçının sahip olduğu tümör, kendisi gibi muhalif çıktı anlayacağınız. Ama şu yaşama sevincine ve Karadeniz mizah gücüne bakın ki, ne demişti: “Testis kanseri diye yazıldı. Konserde birkaç bin kişinin testislerimi düşünmesini istemem. Testisler sağlam yani!” Sanatçının hastalığını dramatize etmemesinin diğer sebeplerinden biri, hastalığı dramatize etmesinin hayata karşı haksızlık olacağını düşünmesiydi. Ama ‘hayatta, güzel bir şey yaptım’ dediği anlar için hep bedel ödediğini fark etti.

Hastalığını ilk duyduğu zaman hissettikleri şunlardı: “İnsan en çok yaşamak istiyor. Yaşadığın her anın farkına varıyorsun. Kendimi öyle terbiye etmişim ki, mülkiyet duygumun olmadığını fark ettim. Tek bırakamadığım şey, sevgi ve insanlar... O sevgiye hepimizin ihtiyacı var. İyileşeceğime inanıyorum. İyileştikten sonra gezmek istiyorum.”

Bunu acı kılan şey, sanatçının ölümünden sonra Volkan Konak’ın hastane çıkışında, acı dolu suratıyla kederini dile getirmesi: “Kardeşimi çekmeceye koymuşlar, ne diyeyim.”

İyileşir iyileşmez, sevgilisiyle Floransa’ya tatile gitmeyi düşünen müzisyenimiz, maalesef hastane morgunda son yolculuğuna hazırlanmıştı. 27 Haziran’da Harbiye’de vereceği konserden 2 gün önce ölmesi daha acı.

Kapanışı nasıl yapabiliriz ki? “Ben” şarkısında ne demişti Kazım?

“Baba ben kırıcıyım ama kendimi bilmez değilim. Yaşamak istiyorum sadece kendi mücadelem doğrultusunda. Ben sadece, ben sadece, ben sadece ben olmak istiyorum...”

Son konserinde “ha kanser, ha konser, gelmemi hiçbir şey engelleyemez” demiştin. Ölüm engelledi sevgili hemşerim. Toprağın bol olsun. Bu Rizeli arkadaşın daha ne desin?

3 yorum:

Dreamtime dedi ki...

Dün geceden beri kendisini dinlemekteyim.Şaka gibi. 5 yıl nasıl geçmiş, gitmiş.Toprağı bol olsun hemşerimin.Eserleri ile kesinlikle ölmeyecek!

aksilaz dedi ki...

Nakore kazimina ?

nihansu dedi ki...

Çok güzel dokunaklı bir yazıydı. Özellikle kendisinin söyledikleri içime işledi.
Karadenizli biri olarak çok daha başka duygularla anıyorum Kazım Koyuncu'yu.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails