6 Eylül 2010 Pazartesi

The Arrivals: Sürekli Tüketmek, Akıl Kontrolü ve Köleleştirilen Bireyler


Şöyle oturup sakince beynimizi çalıştırdığımızda, günümüz çocuklarına verilen pop kültürünü düşünmeden edemiyor insan. Medya öyle bir güce sahip ki kendisine magazinlerle, popüler müzik ve en önemlisi televizyonlarla bağlı taze beyinleri nasıl etkin bir şekilde kontrol ettiğini anlayabiliriz. Beyninizi yıkamak için kaç milyon dolarların harcandığını görebilirsiniz. Bu akıl kontrolü yöntemi sizi çeşitli “hayat tarzları” ile yönlendirmeye çalışır. Tüketim yarışı yapan bir toplumu yaratıp varlığını sürdürmesini sağlıyor.

Yakıtı materyalizm olan, kontrol isteyen, yozlaşmayı seven, inanmaktan nefret eden! Neden?

Buna komplo bile denemez. Az çok akıl sahibi olan, hayatını ve doğruları sorgulayan, hayatın derin anlamlarını düşünen, okuyan, araştıran ve kendisine empoze edilmek istenen şeyleri aklıyla ret eden ve asıl doğruları yakalamaya çalışan insanlar bu tarz bir toplumun yaratılmak istendiğini bilir. Bu sistem ya da hükümet devirmenin ötesinde bir şeydir. İçinizdeki savaşı kazanmakla alakalıdır. Bu savaşta insanoğlu hem asker hem de savaş alanı oluyor.

Gerçek özgürlük nerededir? İçimizde.. Ruhumuzda.. Manevi yönümüzde ve aklımızda.. Dünyevi cazibelerde değil.. Sadece o zaman gerçek bir insan olmanın ve ışık olmanın ne demek olduğunu anlıyoruz. Mevcut sistemin bize yedirmeye çalıştığı şey karanlıktan başka ne olabilir ki?

Magazinlere, kliplere baktığınızda neler görürsünüz? Seks denen şeyin sürekli empoze edilmek istendiği, insanın iç dünyasında kalması gereken özel şeylerin yozlaştırılmış bir şekilde dimağlarımıza sokulmak istendiği, eğlence kisvesi altında sunulup aslında her türlü olumsuz aşırı düşüncelerin sıradan bir şeymiş gibi beyinlerimize sokulmak istendiğini görürsünüz.

Materyalizm ve iç mücadele çok zordur değil mi? Onlar olmadan kendisini anlamsız hissedecek milyonlarca insan vardır.


Bir Kızılderili reisi anlatır insanlarına:

Bir adam, tek başına oturuyordu. Hüzünlüydü. Bütün hayvanlar ona yaklaşıp şöyle demişler: “Seni böyle hüzünlü görmek hoşumuza gitmiyor. Ne istiyorsan onu getireceğiz.”

Adam: “iyi görebilmek istiyorum” dedi. Akbaba: “Benim yeteneğimi alabilirsin,” dedi.

Adam: “Güçlü olmak istiyorum” dedi. Jaguar şunu dedi: “Benim gibi güçlü olacaksın.”

Daha sonra adam “dünyanın gizemlerini öğrenmek istiyorum,” dedi. Yılan, “sana onları göstereceğim,” dedi.

Öbür hayvanlarla da bu böyle devam etmiş. Adam onların verebileceği bütün hediyelere sahip olduktan sonra oradan uzaklaşmış. Ondan sonra baykuş, öbür hayvanlara şunu demiş: “Adam artık bir çok şeyi biliyor ve bir çok şeyi yapabilecek kabiliyette.” Geyik şöyle konuştu: “Adam ihtiyaç duyduğu her şeye sahip! Şimdi hüznü son bulacaktır.”

Baykuş “hayır” dedi. “Adamın içinde bir delik gördüm. Asla doyuramayacağı bir açlık kadar derin. Bu onu, hüzünlü olmaya ve sürekli istemeye yöneltmektedir. Almaya ve toplamaya devam edecektir. Günün birinde dünya şunu söyleyene kadar: ‘Tükendim, sana verecek hiçbir şeyim kalmadı.’”

Dünya ve hayatımızdaki sınavımız bir nevi bu değil midir aslında?

Dünya üzerindeki görsellerimiz bu sistemin nasıl dünyevi zevklere odaklı çalıştığını ve sizi dünya illüzyonuna bağlamaya uğraştığını göz önüne sermiyor mu? Neden diye kendinize sormanız gerekmez mi? İnsanları iç dünyalarından, asıl özünden ve gerçek huzurundan ne kadar uzaklaştırırsanız, o kadar çok kukla yaratırsınız ve bu kuklalar sorgulamanın ne demek olduğunu bilmeksizin, hükümetler ve para babalarının her istediğini yaparak içi boş bir kabuğa mahkum kılınacaktır.

Dünya zevkleri.. Ve de hayatın anlamı? Dünya bir nevi hayaldir. Kötülük ise güzelliklerden uzaklaştırmak. “Dünya” sözcüğünün kelime kökünün anlamlarından biri “elde edilemeyecek üzümlere uzanmak”tır. Bu dünyanın doğasında vardır. Asla her şeyi elde edemezsiniz. Hep istersiniz ama her şeyi elde edemezsiniz. Aza kanaat etmeyi bilemezsiniz. Dünya her zaman elinizden kaçacaktır. İnsanoğlu altından bir dağa sahip olsa, ikincisini ister. Çevremize dönüp baktığımızda yerküredeki insanlar neyin peşinde koşuyor?

Para? Haksız bir şekilde elde edebileceği kazanç? Alın terinden uzak rahatlığı elde etmek? Pahalı bir araba? Mükemmel bir ev? Uyuşturucu? Sürekli şehvet peşinde koşturmak?


Aralıksız bir şekilde neyin gerçek olduğunu bize söyleyen bir şey var! Dünya gezegenindeki en başarılı hipnozcu, odanın köşesindeki tahta ya da plastik bir kutudur. Milyonlarca kişi izler onu. Çünkü yüzde üçünüzden azı kitap okuyor. Yüzde on beşinizden azı gazete okuyor. Bildiğiniz tek gerçek bu tüpten çıkıyor. Şu anda bu tüpten çıkmayan bir şeyi bilmeyen bir nesil var. Bu tüp Başkanları, pop starlarını, yıldızları yapar ya da yok eder. Bu tüp, inançsız dünyadaki en güçlü lanet kuvvettir.

Peki bu televizyon yanlış kişilerin eline düşerse ne olurdu acaba? Dünyadaki en büyük 12. şirket inançsız dünyanın en büyük propaganda gücünü kontrol ediyorsa, kim bilir ne saçmalıkları haber olarak yayınlanacaktır. Televizyon gerçek değildir. Televizyon bir sirktir; karnaval, gezgin cambazlar, hikaye anlatıcılar, dansçılar, şarkıcılar, ucubeler, aslan terbiyecileridir. Televizyon öldürür.

Yerküredeki en önemli sektörler kimlerin elinde iyi düşünün? En büyük şirketler, en büyük finans merkezleri, en büyük medya sektörleri, sinema sektörü? Bu şirketlerin asıl yöneticilerinin iç yüzüne girerseniz, politikacıları bile ceplerine sokan, yeni dünya düzenini oluşturmak isteyen ve bu uğurda önemli mesafe kat etmiş şeytan kılıklı pislikleri göreceksiniz. Milyarlarca dolar paraya hükmediyorlar. Dünyayı sömürüyorlar. Her şeyi sadece kâr için de yapmıyorlar. Düşünen bir toplum istemiyorlar. Onlar İlluminati. Yeni Dünya Düzeni kurucuları.

Şeytan ve Deccal kavramları tüm inanç ve toplumlarda yüzyıllardır yer eden bir kavram. Hepsinde var. Onları daha çok cismanî olarak düşünürüz. Asıl gerçek bu değil ama. Onlar tek bir varlıktan ziyade kötülüğün, karanlığın bütünüdür. Günümüzün firavunlarını, Deccal'in gelişini, insanların bir enerjiden ibaret olup dikilen binalarla, o binalardan yayılan olumsuz enerjilerle ruh hallerini sömürebileceğinizi, UFO denen şeyin kasıtlı olarak yaratılmış bir şey olduğunu, onlarca yıldır sömürünün planlı ve sistematik bir şekilde uygulandığını, Hollywood’un ne gibi şeytani düşünceleri çaktırmadan ve açık bir şekilde empoze ettiğini, Madonna, Britney Spears, Christina Aguilera gibi popüler isimlerin Illuminati temellerini nasıl çaktırmadan dikte ettiklerini, çocukların gözlerine sunulan bir çok çizgi filmde bu düşünce temelinin nasıl akıl kontrolüyle yedirildiğini, bazı sinemalarda aklınızı nasıl rehin aldıklarını, müthiş kanıtlarla görmek ister misiniz?

Eminim ki, bir çoğunuz bunları hep biliyoruz deyip Zeitgeist’den dem vurur. Özgür düşünceyi sistematik bir şekilde yok eden ve bizleri köleleştirmeye çalışan sistemin varlığını biliyoruz. Ama bunu nasıl ayrıntılı bir şekilde yaptıklarını, bir çok arma ve sembolün ne anlama geldiğini, karanlığın nasıl üstün kılındığını ve ışığın yok edildiğini müthiş kanıtlarla görmek istiyorsanız, Amerika’da medya ve sinemanın içine casus gibi sızıp bir çok pisliğe şahitlik etmiş bazı Amerikalı gençlerin yayınladıkları The Arrivals isimli belgeseli edinip izlemenizi salık veririm. Tam 50 bölümden oluşan bu belgeselin her bölümü yaklaşık 10 dakika ve bu çocukların başlarına gelmeyen kalmadı. Çünkü doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar. Ama bilinçlendirdikleri tek zihin bile onlar için çekilen tüm cefalara bedeldi. Çünkü bu belgesel Zeitgeist'in çok daha ötesinde ve daha kompleks..

2 yorum:

Uğur ! dedi ki...

bu yazı fazıl say olmasaydı yazılmayacaktı. çok komple teorisine gerek yok ama çoğu şey çok doğru. say kendini feda etti ama onun değeri çok sonra kendisine muhakkak verilecektir. kolay gelsin.

Atilla Çelik dedi ki...

Bu yazının aslında Fazıl Say ile ilgisi yoktu. En azından belgeseli izlerken aklımda Fazıl Say hiç yoktu. Kendisini bu anlamda feda eden çok insan var aslında. Ama insan ruhi durumlarda egosu elde edilmesi güç bir kale. Zevkler konusunda ise zaptetmek kolay..

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails