10 Mart 2010 Çarşamba

Män Som Hatar Kvinnor – Ne Hollywood’u Kardeşim?


İsveçli yazar Stieg Larsson’un Millenium serisi meşhurdur. Üç kitaptan oluşan bu eseri sadece İsveç’te değil, Avrupa’da en çok satan kitap listelerinde yer almıştır. Bu üçleme için abartılı olumlu yorumlar mevcuttur. Özellikle ilk kitapta karakterlerin çok detaylı tahlilleri yapılmakta, onların içine girmemiz sağlanmakta ve üçleme ilerledikçe heyecan tavan yapmaktadır. Stieg Larsson ölmeden önce bu üç kitabı tamamlayabilmişti. Öldüğü sırada dördüncü seriyi yazmaktaydı ama maalesef ömrü yeterli olmadı.

Millenium serisinin ilk kitabının isminden yola çıkarak piyasaya sürülmüş bir İsveç sineması olan "Man Som Hatar Kvinnor" geçtiğimiz hafta sonu beni oldukça etkilemişti. “Kadınlardan Nefret Eden Erkekler” anlamına gelen bu filmin İngilizce’ye oldukça dandik bir şekilde çevrilmesi beni şaşırtmadı desem yalan olur: “The Girl with the Dragon Tattoo.” Tam anlamıyla Hollywood’a yakışan bir isim. Nedeni de filmde yer alan Lisbeth karakterinin sırtında muazzam bir ejderha dövmesine sahip olması. Dövmeyi tüm parlaklığıyla gördüğümde şok olmadım dersem yalan olur. Gerçekten muazzam bir dövmeydi.


Uzun zamandır bu tarz gerilim, araştırma ve bir nevi dedektiflik meziyetleri içeren bir film izlediğimi hatırlamıyorum. İzlediğim muhakkak oldu ama bu kadar etkili olmamıştı. Dünya sinema endüstrisine hükmeden Hollywood gerçeğini ve boktan boktan filmlere haybeden verilen Oscar’ları düşününce bu tarz İsveç sinemasına şapka çıkarmadan duramıyoruz. Hoş! Zaten bu tür filmler kendi kabında harika bir iş çıkarıyor ve senaryo anlamında zeka ve hayal gücü özürlü Hollywood filmleriyle kıyaslamak bile istemiyorsunuz. Hollywood’un zekadan ne kadar çok kaybettiğini zaten biliyoruz. Zeka özürlü olmasalar Uzak Doğu filmlerinin aynısını çekmeye yeltenmezlerdi.


Gelelim filme. Filmin başında İsveç’in en büyük aktörlerinden Michael Nyqvist olunca ve hemen üzerine Noomi Rapace’ın oyunculuğu eklenince ortaya çok güzel bir iş çıkıyor. Filmde her ne kadar Stieg Larsson’un Millenium üçlemesinin ilk kitabından yola çıkılsa bile, kitap çok ayrıntılı olduğu için filmin de bu kadar ayrıntıya girebilmesi söz konusu olamazdı. O yüzden filmi değerlendirirken kitaptan uzak değerlendirmekte fayda var. Kitap deneyimli ve gözü pek bir gazeteci ile genç bir bayan hacker üzerine. Film de bu eksenden yola çıkarak bizi ilginç hikaye örgüsüne götürüyor.

Mikael Blomkvist İsveç’in en cesur ve dürüst gazetecilerinden biridir. İsveç’in kodaman bir şirketinin asıl iç yüzünü, silah ticareti yaptığını öne sürerken ve oldukça haklıyken, kündeye getirilerek hapis cezasına çarptırılır. Bu esnada İsveç’in önde gelen emekli zenginlerinden biri olan Henrik Vanger, Mikael ile iletişime geçerek ailesi hakkında bir kitap yazmasını ister. Bununla da kalmayıp çok ama çok sevdiği yeğeni Harriet’ın da akıbetini öğrenmesini ister. Harriet tam 40 yıl önce kaybolmuş, bulunamamıştır. Henrik ise yeğeninin öldüğüne inanmamaktadır. Mikael araştırmaya başlayınca inanılmaz gizemli olayların ortasında bulur kendisini. Tüm araştırmalarını yaparken başlangıçta bilgisayarına hack yoluyla giren Lisbeth’den bilgi alır ve araştırmasının önü açılmaya başlar. Akabinde Lisbeth ile tanışır ve kendisine yardım etmesini ister. Lisbeth'in ise Mikael hakkında bilmediği şey yoktur.


Araştırma ilerledikçe görülür ki Vanger ailesi çok geniş bir ailedir. Henrik dışındaki kardeşlerin üçü de zamanında safkan Nazi yandaşı olmuşlar ve bu uğurda büyük çaba sarf etmişlerdir. İpuçları takip edildikçe İncil’den arak bazı söylemler nispetince cinayetlerin işlendiği, kurbanların hepsinin kadın olduğu dikkati çeker. Olayın asıl iç yüzüne ulaşmaya çalışırken araştırmaların bize söyledikleri filme olan dikkatimizi her daim güçlü kılıyor.

İpucu olmaması için filme dair bir çok şeyi açıklamadım. Film bir çok gizemi yavaş yavaş açığa çıkarmak üzerine kurulu olduğu için açıklamamam gerekiyor. Yoksa hiç tadı kalmaz.

Normalde kitaptan yapılan filmlerin beğenildiği pek söylenemez. Ama ilgili filmin kitabı oldukça ayrıntılı ve içindeki ruh halini bizzat yazı ile verebileceği için bu filmde bazı unsurların dikkate alınmadığını kabullenmek lazım. Örneğin kitabın derinliğinde çok feminen bir ruh hali barınmakla birlikte kapalı alan korkusunu tavan yaptıracak ve grotesk bir yapı yer almaktadır. Ama film daha çok gizemleri aydınlatmaya yönelik bir yapı içerirken, bir dişi olan Lisbeth üzerinden geçmişi, kadın olduğu için başına gelenler, aldığı intikam gibi ek konuları da içeriyor.


Filmi izlerken hiç sıkılmadığımı ve etkilendiğimi söylemeliyim. Zaten Michael Nyqvist’in oynadığı filmlere saygı duymuşumdur. Noomi’nin oynadığı Lisbeth karakterinin o gizemli halini de filme ekleyince bizim gibi düşünceye tabi olan insanlar filmin içine çekiliyor. Hollywood saçmalıklarının tavan yaptığı bir ortamda bu tarz filmlere fazlasıyla ihtiyacımız var. Bana göre 2009 yılı yapımı filmleri arasında rahatlıkla ilk 10’a girebilecek bir kaliteye ve çekiciliğe sahip. Bu filmin Amerika’da 19 Mart’ta vizyona gireceğini söylemekte fayda var. Ülkemizde vizyona girer mi bilinmez ama işini bilenler rahatlıkla izleyebilirler.

1 yorum:

Dreamtime dedi ki...

Ben bu filmi görmüştüm fakat isim fake geldiği için izlemeye bile yeltenmedim :D E indirip, izleyelim o zaman.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails