Prekazi’nin nasıl oynadığını ve neler yaptığını yaşım nedeniyle çok yakından biliyorum. Çok golünü izledim. Çok golü ile kendimden geçtim. Mahallede futbol oynarken kendime hep Prekazi derdim. Futbolu ve Galatasaray’ı daha fazla sevmemin sebebidir. Tam anlamıyla idolumdu o zamanlar. Büyük bir sevdaydı ona karşı kalbimde taşıdığım.
Dün OFK Belgrad maçında yaptığı yorumlar sonrası ve de iş başka aşk başka, Galatasaray aşkım diyerek saf sevgisini belli eden, birçok söylemiyle bizi inanılmaz duygulandıran Prekazi’ye bir çok platformda methiyeler düzülmekte.
Bundan 3-4 yıl önce bir yazı yazmıştım. Galatasaray’a dair. O yazıyı bu blogu ilk açtığım zamanlar hemen koymuştum.Aşırı uzun bu yazıdan sadece Prekazi ile ilgili olan kısmı yayınlıyorum. Özledik Prekazi’yi!
Her çocuk gibi kendi çocukluğumuzun yeşermesiyle geleceğimize dair tohumları atıyorduk. Maradona’nın İngiltere’ye, tüm futbolcuları ipe dizerek attığı gol sonrası, çocuk zihnimle (yaş 10) öyle bir oyuncuyu dünyanın en iyisi yapmak, doğal olsa gerek. Çünkü gerçekten büyük bir goldü. İnsanüstü bir şeydi. Kocaman insanlara şaşırtıcı gelen, şoke eden bir golün, o maçı canlı izleyen ufacık beni nasıl bir kılığa sokacağını, o an neler hissedebileceğimi nasıl anlatabilirdim ki?
Gönül bağımın olduğu takım enfes bir gol attığında neler hissedebileceğime gelince, Maradona’nın attığı golden binlerce kez daha heyecan verici ve inanılmaz gelecektir. Çocukluğumdan bu yaşıma gelene kadarki zaman dilimi içerisinde, hayatımın golünün hangisinin olduğunu sorsalar, hiç düşünmeden Prekazi’nin 35 metreden Monaco’ya attığı golü söylerdim. Bu gol benim için ilahi bir dokunuş gibiydi. Prekazi’nin ruhu, o gol atıldığı an uçup baş ucuma konmuş, başımı usulca okşamıştı. Prekazi artık benim için tanrı gibi bir şeydi.
Böyle muhteşem bir gol olabilir miydi?
Maradona kimmiş yahu?
Prekazi bu.
Tuttuğum takımın;
Oyuncusu!
Beyni!
Arıza serbest vuruşçusu!
Sol ayaklı raketi!..
Prekazi’nin gerilip topa vuruşu ve topun ağları bulması beş saniyeyi bulmamıştır ama, bu o kadar basit değildi. O anı, birebir, canlı kanlı, aynı anda, bizzat yaşamıştım. Kesinlikle o kadar basit bir şey değildi. Serde çocukluğun ateşliliği var. Oynanan maçın her saniyesine adeta bir kedi gibi göz atıyoruz. İnanılmaz ince. Gözden kaçırmamacasına. Her saniyeyi büyük bir filtreden geçirerek önce gözlerimize, sonra da beynimize naklediyorduk. Adeta bir peri masalı dinliyor gibiydik. Bu yüzden beş saniyelik an bana asırlar gibi gelmişti. Prekazi’nin gerildiği an gol olacağını hissetmiştim sanki. Çünkü Prekazi öyle gerilmişse o gerilmenin içinde muhakkak bir iş vardı. Sadece topun başında gerilişi bile bana saatler sürmüş gibi gelmişti. Top yere hiç temas etmeden fişek gibi giderken adeta dona kalmıştım.
Resmen Tsubasa’yı yaşamıştım!
Tsubasa’yı yaşamak diye buna denirdi!
Hani bilirsiniz şu Japon çizgi filmini. Futbol takımının kaptanı Tsubasa’nın başından geçen futbol maceraları anlatılırdı. Gol olacağı zaman top öyle gider ki, asırlar geçer sanki. İki saniyelik gol anını yavaş çekimle 2-3 dakikada gösterirlerdi. Prekazi’nin golü, Tsubasa golüydü benim için. O gölün Tsubasa’lığını bastıran başka dürtüler vardı. İlker Yasin’in “ve gool ve gool ve gool ve gool, işte goool, işte goool, ağlamak istiyorum sayın seyirciler, ağlamak istiyorum” diye bağırmasını, beni diken diken etmesini geçtim; Prekazi’nin kendine has karizmasıyla koşarak, işaret parmaklarını havaya kaldırarak sevinmesi saatlerce sürmüş gibiydi.
Çocuktum…
Savaşmış!
Açlıkmış!
Katliammış!
İnsanların ikiyüzlülüğüymüş!
Kavanoz dibi dünyaymış!
Dertler dünyasıymış!
Geçim sıkıntısıymış!
Her şeye gelen zamlarmış!
Ekmek aslanın midesindeymiş!
Umurumda mı?
Prekazi’nin gol anını yaşarken benden daha mutlu tek bir insan oğlu gösterilemezdi. Eğer işaret edecek bir parmak olursa, acımaksızın kesilirdi o parmak.
2 yorum:
3 gol seçsem şöyle 8-10'ar sezon arayla atılmış:
- Prekazi'nin Monaco'ya attığı
- Hagi'nin Monaco'ya attığı
- Kewell'ın Bordeaux'ya attığı
romantik bayrak yarışı :)
Üçü de orijinal romantik futbolci! :)
Yorum Gönder