Bir anne ve baba çocuklarını dünyaya getirir. Onları hayata hazırlar. Ama başarılı, ama baskılı, ama gururlu, ama ilgisiz. Çocuklar belli bir yaşa gelir ve kendi yollarını arşınlamaya başlar. Anne ve babalar her şeye rağmen kaygılanır. Çocuklarının nasıl olduğundan dem vururlar. Mutlu olup olmadıklarını düşünürler. Çocuklar ise bazen çok iyi bir yalancıdır. Bazıları gerçekten ilgisizliklerinden, bazıları da endişelendirmek korkusundan. Bir baba için çocuk kocaman birey olsa bile, o çocuk hala altını bezlediği bir bebektir. Bu bakış açısı kolay değişmez ve bir evladın artık büyüdüğü gerçeği umursamazca kabullenilmez.
Kirk Jones’un yönettiği ve başrollerinde Robert de Niro, Drew Barrymore, Kate Beckinsale, Sam Rockwell gibi isimlerin yer aldığı “Everybody’s Fine” isimli dramatik yapıt bunları düşündürmüştü bana. Annenin sekiz ay önce vefat etmesinden sonra Frank Goode hayatın kırılma noktasında bulur kendini. Yıllar boyu çocuklarla daha çok anneleri ilgilenmiş, tüm sırlarını annelerine anlatmışlardır. Baba ise daha arka planda kalmıştır. Çünkü çocuklar babalarını endişelendirmek konusunda her daim kaygı gütmüştür. Frank; bir hafta sonu için çocukları David, Amy, Robert ve Rosie’yi beklemektedir. O hafta sonu gelemezler. Hepsinin bir işi vardır. Hepsi bir mazeret ileri sürerler. Aslında bu mazeretin altında yatan gerçek, ilgisizlik ya da babalarıyla uğraşmamak isteği değildir. Kaygıya dairdir. Sakladıkları bir kaygıya.
Baba nihayetinde çok üzülür. Yıllar boyu sağlıksız bir ortamda çalışmış, çocuklarının en güzel noktalarda olması için kendince savaşmıştır. Frank, çocuklarının en iyisini elde edebilmesi için milyonlarca metrelik telleri yıllar boyu PVC ile kaplamıştır. Baba, hepsini sırayla ziyaret etmeye karar verir. Kendince bu onlar için bir sürpriz olacaktır. İlk olarak David’in evine uğrar. Onu evinde bulamaz. Bir gece boyunca kapısının önünde beklemesine rağmen ortada görünmez David. Kapının altından bir zarf atar ve diğer çocuklarını ziyaret etmeye başlar. Hepsini tek tek görür. Ama yolunda gitmeyen bir şeyler vardır. Hepsinin hayatında bir yalan saklıdır sanki. Hayatlarına dair hep yalan söyledikleri dürtüsü rahatsızlık verir. Baba, o zamana kadar çocuklarının harika bir hayata sahip olduğunu, hepsinin harika bir işe sahip olduğunu ve her şeyin yolunda olduğunu sanmaktadır. İşin iç yüzü tam olarak öyle değildir. Yavaş yavaş gerçekleri görmeye, bir şeyleri anlamaya başlar. Aslında bazı sorunların olduğunu özellikle uykudayken, rüya görürken görmesi ilgi çekicidir, çocuksu ve fantastiktir.
Frank, çocuklarını o kadar çok sevmektedir ki onları gördüğünde ilk olarak çocukluk halleriyle görür. Çocukluk halleriyle babalarına yaklaşırlar. Babanın dibine yaklaştıklarında şimdiki hallerine bürünürler. Hepsine özellikle mutlu olup olmadıklarını sorar ısrarla. Yanlarında maalesef fazla kalamaz. Onlardan ayrılırken daha sonra açmaları koşuluyla zarf içinde not verir.
Babanın aklı sürekli David’e gider. Bir sorun olduğunun ve kendisinden saklandığının farkındadır. Bu esnalarda çocuklar sürekli telefonlaşmaktadır. David’in başına bir bela gelmiştir ve bunu bir süre babalarından saklama gereği duyarlar. Çocuklarını iyi bir yaşama kavuşturmak için yıllar boyu direkt tellerini PVC ile kaplayan, bu uğurda ciğerlerini hasta eden babanın, ilgili teller gösterilerek çocuklarının birbirleriyle telefonlaşmasını, kötü haberlerin o tellerden iletilmesini görememesi, işitememesi hayatın ironik bir tarafıdır.
Direk ve tel deyip geçmemek lazım. O tellerden geçen görüşmeleri. İyi haberleri, kötü haberleri ulaştıran.. Bugün bulundukları mevkide olabilmeleri için milyonlarca metre tel yapan bir baba.. Babalarını ziyarete gelemeyen çocuklar..
İnsanlar değişiyor. Hayat değişiyor. Herkes çok meşgul. O kadar meşguller ki insanlar birbirleriyle konuşamıyor. Kendi içlerine düşüyorlar. İçlerine.. Kendi evladınla görüşmek için bile randevu alman gerekebiliyor. Kaybolup gidiyorlar. Kimseye ihtiyaçları yok. Bugün biriyle tokalaştığınız zaman ‘beş parmağımı da geri alabildim mi’ diye kontrol etmeniz gerekiyor.
Tüm ülkeyi gezip ailesini görmeye çabalayan yaşlı bir adam.. Onlara hep göz kulak olan anneleriydi. Emeklilik ve annenin ölümü sonrası kocaman çocuklarına dahi kendisini sorumlu hisseden bir baba. İnsanlar salgın hastalık gibi.. Çok yiyerek, çok içerek, çok strese girerek teknik olarak kendilerini öldürüyorlar. Ölümü ehlileştiriyorlar. Tüm hayatları boyunca bahaneler uyduruyorlar. Çünkü gerçeklerle yüzleşmek onlar için kolay değil. İşin kolayına kaçmak işin basit yönü. Kimsenin incinmeye ve baskılara göğüs germeye niyeti yokmuş gibi..
Bu filmden derin bir hayat ve aile profili çıkarabilirsiniz. Dersler çıkarabilirsiniz. Aslında bir ebeveyn olarak farkında olmadan çocuklarınızı ne kadar çok etkilediğinizi anlayamayabilirsiniz. Söylediğiniz bir şey, kurduğunuz bir cümle, baskıladığınız bir istek tüm hayatlarını değiştirebilir. Bu filmin her bir karesinde yoğun bir etki altında kalacaksınız. Robert de Niro’nun o bilindik muazzam oyunculuğunu.. Hayatın kendi içinde sahip olduğu keşmekeşleri..
Her aile kendi yolunu bulur. Çocuklar kendi yolunu bulur. Onlarla gurur duyabilirsiniz. Olduğu gibi kabul edebilirsiniz. Sonra da bakmışsınız ki herkesin keyfi yerinde. Aşağıdaki şarkı bu filmin özünü ve finalini mükemmel vurguluyor. Kulak kabartmalı ve öncesinde bu filmi muhakkak izlemeli.
2 yorum:
''İnsanlar değişti, hayat değişti. Biriyle tokalaştığın zaman beş parmağını da geri alabildin mi diye kontrol etmen gerekiyor.''
ne güzel bir repliktir.ki sen zaten bahsetmişsin.
izlemesi güzel bi filmdi :D
eline sağlık.
Teşekkürler.
Oradaki repliğe bayılmıştım. Bir de sık sık tellerin gösterilip o esnada görüşmelerin yapıldığı sahneler de beni çok etkilemişti. Robert de Niro gibi bir ismin olduğu bir film kötü olamaz zaten. Adamın oturması, kalkması bile baştan aşağı oyunculuk kokuyor. Harika bir filmdi gerçekten.
Yorum Gönder