11 Şubat 2010 Perşembe

Chuck Schuldiner: Bazen Filozof, Bazen Erdem, Bazen de Hayalperest


Not: Söz konusu yazıyı yıllar önce yazmıştım. 2005 tarihinde Yuxexes dergisinde bölümler halinde yayımlanmıştı.


"Support music, not rumours.."

“70’li yılların sonunda bu müzik çok ilgi ve dikkatimi çekiyordu. Kiss çok hoşuma gidiyordu. Ama pek revaçta değildi bu müzik. Grupların albümlerine ulaşmamız çok zor oluyordu. Müzik marketlerin vitrinine bir Heavy Metal albümünün koyulması inanılmaz bir şeydi o dönemlerde. Vitrinde Heavy Metal albümlerini gördüğüm zaman büyülenmiş gibi bakıyordum. O sıralarda bazı düşünceler beynimi kemiriyordu. Bu müziği neden fazla kişi dinlemiyordu? Niçin bu kadar gizli saklıydı? Bu hep böyle mi devam edecekti? Bu düşünceler ışığında bu müziği yapmaya karar vermiştim.”

Bunları söyleyen Chuck Schuldiner 1980’li yılların başında müzik hayatına başlıyor, daha önce hiç bilinmeyen bir müzik tarzını ortaya koyuyordu. Death adıyla bir grup kurdu, bir tür yarattı, kendine özgü melodilerle beslenmiş eserler ortaya koydu ve 13 Aralık 2001’de kanserden dolayı aramızdan ayrıldı.

Müzikten elde ettiği cüzi rakamı tekrar müziğe yatıran, beynindeki ur için hastane masraflarını karşılayacak paraya azla yetinmesinden dolayı sahip olamayan, hastalığıyla mücadele ederken ümidini yitirmeyen, sadece hastalığıyla ilgilenmesi gerekirken müzikten kopmayan ve bunun da mücadelesini veren, “İki köpeğime her gün yemek götürebileyim, geri kalan parayla gitar teli takımı alabileyim, daha fazlasını neden isteyim ki” diyen bir müzisyen modelinin aramızdan ayrılışı tabii ki üzücü oluyor. Hayvanları çok sevdiğini, üç kedi ve iki köpek beslediğini biliyorduk.



Sanatçı modelinin tanımına uyabilecek özelliklere sahip olduğu söylenebilirdi. Topluma bir şeyler veren, olumlu anlamda bir şeyler aktaran, örnek tavırlar sergileyen, bir ekolü temsil eden ve toplumun yaralarına parmak basan bir insan modelidir sanatçı açılımı. Aslında Death’i kurmasının ve önemli büyüme gösterip kaliteli bir müzisyen olmasının anlamı Chuck’ın kardeşi Frank’ın ölümünde gizlidir. Kardeşi Frank ölünce, 9 yaşında olan Chuck’ın hayatında bazı şeyler değişmiş. Başlangıçlarda içine kapanmış, kendisini müziğe vermiş, hayatın inceliklerini sorgulamış. Frank’ın ölümüyle ilişkili tutarak DEATH adında bir grup kurmuş ve liriklerinde yer yer bu tür acı anlamlara da yer vermiştir.

13 Mayıs 1967’de New York Long Island’de doğan Chuck, 13 Aralık 2001 yılında 34 yaşındayken hayata gözlerini kapadı. Beynindeki uru ve kanseri yenmek için çok mücadele etti, sürekli kemoterapi tedavisi gördü. Amerika gibi tıbbi imkanların en üst düzeyde olduğu bir ülkede mücadele verirken ölmesi ve günlük hayatını normal insanlar gibi yaşarken böyle bir sonuçla karşılaşmak müzik fanları tarafından şok edici olmuştu.

Hayatın mücadeleden ibaret olduğu, daima güçlü olmamız gerektiği, felsefe, psikoloji, insanoğlunun iç dünyası, hayatın bizzat kendisi gibi liriksel temalarla Death’in ağır, filozofça tüm sözlerini yazan Chuck, sevgi ve evliliğe dair kısa bir anekdot geçmekte mahzur görmeyecekti: “Evliliğin çok büyük bir mesele olduğunu düşünüyorum. Maalesef evlilik boş sözcükler yüzünden yıkılmaktadır. Evlilik benim için bir kağıt parçasından daha önemlidir. Evlilik sözleşmesi yok edilebilir ama insanların iç derinliklerinde yok edilemeyecek şeyler var. Sevgi en derindedir. Evlilik hayatı kısıtlayabilir ve boş sözcüklerle bir hayatı kolayca alt üst edebilir. Eğer evlenirsem kesinlikle kilisede olmayacak, Florida sahillerinde bir yerde olacak. Bunu özel olarak yapacağım, tabii yapabilirsem.” (Haziran 1999, Spark Magazine / Çek Cumhuriyeti)

Konser sahnesinde olmaktan mutlu göründüğü gözlerden kaçmazdı. Bir metal konseri olmasına rağmen taşkınlık göstermek ve beden diliyle çok enerjik bir performans göstermekten ziyade, tamamen yaptığı müziğe konsantre olan ve kendilerini izlemeye gelen seyircilere %100’ünü vermeyi, onları eğlendirmeyi düşünen mantalitesi vardı. Mütevazı hareketleriyle ve sadece müziğiyle ilgi çekmeyi başarabiliyordu.

Kariyerinde hangi yönleri yaşadığı, hangi yönünden gurur duyduğunu bilmek için şu söylediklerini okumak gerekebilir: “Bir çok şey hakkında iyi şeyler hissettim. Ama öte yandan kötü zamanlar, acı veren zamanlar, depresif zamanlar oldu. Bazı şeylerin niçin kötü gittiğini, bazı kişilerin neden arkadan işler çevirdiğini bilemezken, bazı kişiler de bizi destekledi. Bir grup olmanın ötesinde daha önemli olan şeyleri yapmaya özen gösterdik. Hala birlikteyiz. Bizi ezmeye çalışan endüstrinin içinde solmadık ve ezilmedik. Asla uyuşturucu problemim olmadı, başarımıza dil uzatanlardan yakınmadım ve Kurt Kobain gibi kendimi şutlamadım. Başarıyı benim rüyalarıma bağlayanlardan dolayı da üzgünüm. Müziğimizin daha da büyümesi ve onaylanması için benim ismim matbaalarda basılıp durmadı. Böyle bir şey olursa da şaşırmayacağım. Eğer bir gün ilhamımın azaldığını, öldüğünü görürseniz tahmin ediyorum ki bir restaurant açıp, aşçılık yapacağım” (Nisan 1995, Guitar World Magazine / ABD)


Death için yazdığı liriklerde hayata nasıl baktığını anlıyorduk. Sürekli mücadeleden söz eden, yaşam çizgisinin ışığında bir şeyleri sorguladığı, olumsuzluklardan umuda doğru yelken açmaktan yola çıkarak ruhani ve toplumsal dokumalardı bu. Ama yazdığı liriklerin bir köşesinde derin bir acı, karamsarlık ve garip bir rahatsızlık vardır. Kardeşi Frank’in ölümünün ardından benliğine çöken karamsar tortunun bu liriklere karışması makul karşılanabilirdi.

Chuck’ın çocukluğunu annesi Jane Schuldiner’dan dinleyelim: “Chuck müthiş bir çocuktu. Doğallığıyla herkes tarafından çok seviliyordu. Her zaman onu yabancılara karşı uyarıyordum, çünkü aynı zamanda arkadaşıydım. Chuck okul döneminde beyzbol ve futbol oynadı, özellikle futbolu çok severdi. Okul yaşamı iyiydi, başarılıydı. İnsanlara sürpriz yapmaktan hoşlanıyordu ve daima mükemmel davranışlarda bulundu. Biz yıllar boyunca kamplarda, doğa ile iç içe yaşamıştık. Çocuklar böyle ortamda yetiştiler ve Chuck kamp yapmayı, ormanları, doğayı, balık tutmayı, kır yürüyüşlerini çok severdi. Bazen yeşillikler arasında komşulara giderdik, Chuck’ı da alırdım yanıma. 2 yaşındayken arkadaşlarıyla ağaçtan yapılmış kaleler ve evlerde zaman geçirirdi. Çok harika ve mutlu bir çocukluk geçirdiğini size söyleyebilirim.” (Ocak 2003 Rockaxis Magazine / Şili)

Chuck müzikal hayatına ilk başladığı zamanlarda, büyük bir eski korku filmi fanı olduğu için korku filmi öğelerine, kanlı kavramlara yer vermişti. Zamanla kendi orijinalliğini ortaya koymuştur ve sözlerini tamamen olgulaştırmıştır. Death Metal gibi bir müzik türünü oluşturan bir müzisyen olduğu söylenmekle birlikte bunu kabul etmemektedir. Death Metal çizgisi içinde özgün bir müzik ve filozofça liriklerle büyük etkisi olmuştur. Onun en çok dikkat çeken yönlerinden biri düşündürücü, sorgulayıcı, güçlü temaları yansıtarak yazdığı şarkı sözleriydi.

Chuck’ın hayatı Kiss’in “Destroyer” albümünü almasıyla çok değişmiştir. Bu müziğin bir fanı olmuş ve neler yapabileceğini düşünmüştü. İlk zamanlarında korku filmi hayranlığından dolayı daha sert çalışmalar sunmuştu. O sıralarda tüm sert-brutal gruplar satanist grup yaftasını yiyordu ve Death de bundan nasibini almıştı. Başlangıçta gruba böyle bir yaklaşım gösterilmesinin nedenini Chuck’ın ağzından dinleyebiliriz: “Bir çok grup başlangıçlarda otomatik olarak çok sert olabilir ve satanizm öğelerini yansıtabilir. Aslında bunun nedeni yapılan çalışmaların normalden daha vahşi yapılması. Müzikal olarak en başlarda Death de bunu içerdi, ama diğer insanların dediği gibi ben şeytan gibi şeylere inanmam ve herhangi bir mezhebi de onaylamam. Ben liriklerimde bunlarla ilgilenmiyorum. Ben satanist öğeli Venom, Mercyful Fate ve Celtic Frost gibi grupları dinledim ama farklı bir şeydi bu. Death için yazdığım lirikler yaşam üzerinedir. Beni karşılayan ve bana bir şeyler veren yaşam...” (Haziran 1999, Spark Magazine / Çek Cumhuriyeti)

Onu karşılayan ve ona bir şeyler veren yaşam…

“Individual Thought Patterns” ve “Destiny” şarkılarında belki de izleri görünüyor:

“Zihinsel aldatmanın esirleri kendi kararının içinde özgür olur. Kitleleri idare etmek için kelimeleri değiştirmek, birinin kendi güvensizliğini örtmek, bir ilacın beslediği gibi felç olmuş akılların hayal gücünü besler. Hipnotik bozulmaya uğramış liderlerin takipçileri, sadece kusur bulmak için yaşamlarını yaşarlar. Bireysel düşünce modelini yaratmak için resmi çizdiğimizde, görünmez çizgi nerededir?”

“Zaman kabul etmek zorunda olduğumuz bir kavram. Bazen beklenmedik anlarda korkarım. Ben kargaşanın arkasında bizim için gerçeği bekleyene inanırım. Baktığımız engellerden sonra yaşamımıza değer biçer ve güvenirim. Yaşamlarında hangi yolları niçin denediklerini sorgulamanın yılları... Böylece ruhlarımızı birleştirebilirdik. Onaylamak zorunda kaldığımız acıdan kaçabilmek için hiç bir yol olmadığını biliyorum. Gerçek olan diğer yarısını bulmak. Kader hepimizin neyi bulmaya çalıştığıdır, kader seni ve beni bekliyordu”

İronik şekilde dokundurmalar yaptığı The Philosopher parçası derinliğinde önemli bir eleştiri saklar: “Benim neyi hissettiğimi hisseder misin, ne gördüğümü görür müsün, ne işittiğimi işitir misin? Senin hayal dünyan ile gerçekliğin arasında çizmek zorunda olduğun bir çizgi vardır. Yaşamımı yaşar mısın yada aldığım nefesi paylaşır mısın? Düşüncelerin bizzat sana ait değildir, nasıl farz edeceğim hakkında vaaz verirsin, lakin kendi cinsel özelliklerini bilmezsin. Yalanlar senin diğer kararlarını besler. Filozof... Sen her şeyin en iyisini bilirsin.”

Chuck “Symbolic” parçasında geçmişi, anıları ve bu anıların hediyelerini irdelemeyi ihmal etmiyordu: “Ben yaşamayı kastetmiyorum, ama ben kendim yardım edemem. Yaşamın bir anında, anıların tadına bakmayı hissederken, yıllar hala aynı gözükürken, gözlerimi kapatıyorum ve kendi içimde açıyorum. Değerli anıların hediyelerini anımsıyorum”

Yıllar boyu yaşadığımız hayat bize aynı gelebilirdi ama ince düşündüğümüz ve geçmişe baktığımızda güzel şeylerin de olduğunu görecek, anılarımızda kalmış o anların bize haz verebileceğini, kendimizi yeni bir yöne çekebileceğimizi öğrenecektik. Çünkü ne olursa olsun yaşanan şeylerde her zaman bir anlam vardı ama önemli olan insanların bunu nasıl karşıladığı, nasıl reaksiyon gösterdiği ve hayatını hangi yöne çektiğiydi. “Symbolic” parçası bu bağlamda derin şeyler ifade eder.

Hayatın zor bir bütün olduğunu, bazı şeylerin yetersiz kalacağını, bazen karamsar düşüncelerin bize hakim olabileceğini ve bunu yansıtan ruh halini “Empty Words” parçasında bizlere şöyle sunuyordu: “Küller ve umutlar bir bağı paylaşır. Değişim rüzgarları sözcüklerle uzaklara eser. Görüntüler düşüncelerinde dövmelenmeliyken, güçlü yürümek bazen zoru aramaktır. Cevaplar bulunamadı başkalarının yazısında yada eğitilmiş bir aklın sözcükleri hafızalarımızın değerli dünyasında. Kendimizin hapsedildiğini buluruz, ustura gibi keskin pençeler ruhumuzu yırtar. Umutlar potansiyel bir inciniş, hiçbir şey gerçek değil midir? Sonsuza dek derinliklerde olurken, boş sözcüklerin dünyasında, bu saldırılardan kaçış yok. Boş sözcükler...”

“Perennial Quest” eserinde belli bir dönem içinde yaşattığı sorgulamalar ve kuşkuyu görüyor gibiydik: “Yolculuk merakla başlar ve ruhla gelişir, soruları hisseder. Yürüdüğümüz taşların üzerinde bir seçim yaparız yönümüzde. Bazen asla bilinemez, bazı zamanlar oldukça çok bilinir. Bizi arkada tutan kötülükler süzülür. Açlığının gerçekliğinin ne olduğunu kavramayı üstlenirsin. Yarınları tasarlayıp duran yılların sorusuna beni katıyor musun? Cevaplar için yılların sorusunu araştıran, izlenen rüyalar nerede ve zaman bir sınamadır. Bu yazılan sözcüklerin arkasında basit bir planı paylaşıyor, hissettiğimiz yola asıyorum. Üzüntünün nehirlerinden, okyanusların derinliklerine kadar, umutlarımla yolculuk ettim onlarda. Şimdi, geriye dönüş yok. Niçin sorularımı soruyorum? Bugün nedir? Yarın ne zaman?”

Ve de insanoğlunun güçlü bir yapıda olması gerektiğini, umutlarının ölmemesini, hayatta her şeyin olabileceğini, güzel zamanları elde etmenin kolay olmayıp içimizdeki mevcut güçle bunu elde edeceğimizi ve güzel zamanların tadının çıkarılmasından bahsettiği “The Flesh And The Power It Holds” parçasında “İhtiraslar rüzgarla taşınan ateşte olduğu gibi yakar. Bir zamanın sonu, bir zamanın başlangıcıdır. Seni bir yolun yukarısına inşa eder ve gözyaşları. Geri doğrulursun, bir zamanın sonunda bir zaman başlar. Dokun, tadına bak, solu, tüket” diyecekti.


Kendisine yazdığı sözler hakkında sorulan soruya şöyle cevaplar verecekti: “Aslında lirikler kayıtların yansımasının da ötesinde, gerçekliği bütünüyle yansıtıyor. Bilindiği gibi gerçeklik, iyi, kötü, doğruları sorgulamak, güçlü olmak ve engelleri yenmek gibi kavramlar yansıtılıyor. Temelde insanların hayatlarında bazı tırmanışlara geçebileceğini, hayatları için en iyi şeylere erişmelerini ve kendi rüyalarını gerçekleştirmelerini betimliyor. Ben bir hayalperestim. Benim için müzik bir rüya ve en iyi şeylere erişmeyi, korumayı düşünürüm. Bu benim amacımdır. Lirikler benim için hayatın gerçeklikleridir. Benim için lirikler gerçektir, müzik gibi çok önemlidir, her ikisi kesinlikle birbirine bağlıdır.”

Kendisine “dahi” mi yoksa müzikal açıdan mecazi anlamda “psikopat” mı olduğu sorulduğunda “aslında ilkini tercih ederdim ama bir dahi olduğumu düşünmüyorum. Yaptığımız şeyler inanarak ve hissederek yaptığımız kişisel şeylerdir, bir dahiliği ortaya koymaz ama rahatsız da etmez. Benim için yaşamda her ne olursa olsun inandıklarınızı yapmalısınız. Neleri yapabileceğime inanırım ve trendlere dikkat etmem, her şey grubumun çevresinde döner ve trend adına diğer şeyleri umursamam. Benim için esas olan doğru şeyleri yapıp durmak ve müziğin içine duyguları yerleştirmek. İnsanların samimi olması ve gerçek şeyleri koruması gerektiğini düşünüyorum. Bunun, bu müziğin önemli bir parçası olduğunu düşünüyorum. Kesinlikle...” demiştir.


Son albümleri “The Sound Of Perseverance” albümünün kapağındaki “dağ motifi” için hayata dair şöyle bağlantı kuracaktı: “Bu pozitif bir dağ türüdür. Korkutucu görünebilir ama sadece sorular betimleniyor, daha çok sorular! Bazı şeylere ulaşmak ve elde etmek için tırmanabileceğimizi, belki bazı zamanlar düşebileceğimizi ama yine de yukarıya tırmanabileceğimizi, bazı insanların en dipte, bazılarının ortada, bazılarının da en yüksekte olabileceğini söylüyorum albümde. Bu yüzden yaşamımızda bu bağlamda attığımız adımlar var. Eğer senin özellikle yapmak istediğin bir hayalin varsa bunu yapmak için yola koyulursun. Kendi açımdan müzik benim rüyamdır. İnsanlar benim hakkımda kötü konuşarak beni yıkmayı deneyebilir ve ne olursa olsun kendi yoluma engeller koyabilir ama ben yine de bazı şeyleri koruyarak yoluma devam edeceğim, amaçlarıma erişmeye çalışacağım. Bu bağlamda kapak çok önemlidir. Onlar yaşamımda, yapmaya çalıştığım şeylerin bir yansımasıdır.”

Yıllar önce müziğe ilk başladığı sıradaki Chuck ile şimdiki Chuck arasındaki fark sorulduğunda “15 yaş daha yaşlıyım. Kesinlikle, çok farklı. 16 yaşından 31 yaşına geldiğiniz zaman çok farklı bir şekilde düşünürsünüz. Çok toyduk, 16 yaşında çocuklardık. Çok şey öğrendim, umutla bir çok iyi şeyi öğrendim, ama aynı zamanda bir çok saçmalık da oldu. Müzikle olmak kendimi iyi hissettirdi. Benim için, müzik burada olmamım sebebidir. Müzik yapmak ve insanları umut vererek eğlendirmek için buradayım. Benim için bir çok mesele önem taşır ve el ele, hep beraber giderek bir şahsiyet olarak ve müzikal olarak bir çok büyüme oldu.” demiştir.

Heavy Metal’e neler katmış olabileceği sorusuna da şöyle yanıt vermiştir: “Katkım varsa nasıl bir katkıdır bilmiyorum. Bunu diğer insanlar kararlaştırır. Ama umut ediyorum ki metal müzik ruhunun gücünü korumak, yanlış akımlara gitmemesi yada trendin bir parçası olmaması gerektiği gibi katkılarım oldu. Çünkü trendlere eğilmenin metal müziği yaraladığını düşünüyorum. Amerika’da diğer kişiler trendin gücünün kurbanı olurlarken ben Amerika’daydım ve asla trendin bir parçası olmak istemedim. Gitar çalan bir adam gibi yada bir fan gibi asla yolumdan ayrılmadım. Gerçek şeyleri koruyarak daima ileriye gitmek istedim. Bu benim temel sorumluluğumdu.”

Genel bakış açılarından biri de şöyle olmuştu: “Ben bir hayalperestim ve 15 yıldır bu hayalimi gerçekleştirmek için çok zor olan bir endüstride amaçlarımı gerçekleştirmek konusunda hayatımı sürdürüyorum. Tek istediğim müzik yapmak ve Amerika’da kaybolmak üzere olan gerçek Heavy Metal’i yeniden ortaya çıkarmak, yüceltmek.”


Bir röportajda kendisine Death Metalin babası tanımlaması yapılınca şunları söylemiştir: “Böyle bir şeye katılmıyorum ve yapılan şeyler Death Metal adına yapılmıyor. Ben sadece bir grupta yer alan bir adamım ve Death, bir metal grubudur. ‘Sizin bir stil oluşturduğunuza inanıyoruz’ diyorsanız, Metal müzik için güzel şeyler yaptığımızı umut ediyorum. Ben bir Heavy Metal fanıyım. Bu müziğin güzel taraflarını göstermek imkanı elimde varsa bunu yapmaya çalışırım. Özellikle son zamanlarda Metal müziği yaralayan yeni şeyler çıktı, özellikle Amerika’da. Mesela Korn ve Limp Bizkit kesinlikle Metal değildir. Gerçek Metal müziği yaralıyorlar ve bir an önce bu durumu düzeltmeliyiz. Burada yardıma ihtiyacımız var ve umarım son çalışmamız (The Sound Of Perseverance) gerekli yardımı sağlayabilir. Avrupa müzik konusunda daha zengin ve Amerika bu açıdan kötü durumda. Hammerfall ile beraber tur düzenlemiş ve insanları şok etmiştik. Gerçek bir metal turuydu, sahte metal ve hip-hop metal gibi saçmalıklar yoktu. Ortada sadece iki tane gerçek metal grubu vardı ve umarım böyle devam eder” (Aralık 1999 – Rock Hard Magazine / Almanya)

Müziği çok içten yaptığı, bu konuda inatçı bir çocuk olduğu, bu işten kazanamadığı sorulduğunda verdiği cevap şöyleydi: “Bu sadece yaşadığım hayatın bir parçası. Bunun haricinde hayatım gösterişsiz bir şekilde devam etti. Çok küçük bir apartman dairesine sahibim. Zengin değilim. Bir çok genç müzisyen gibi benim için çok avantajsız olan, bana para kazandırmayacak sözleşmelere imza attım. Aslında daha fazla paraya sahip olabilirdim ama bu farklı bir çalışma. Ben şikayet etmiyorum. Eğer şikayet edersem bu kendi hatamdır, iyi bir avukat tutabilirdim bu konuda. Ben durumumdan memnunum, iki tane büyük köpeğim var ve onların her gün yiyeceklerini karşılayabiliyorum. Eğer para kalırsa da kalan parayla gitarıma tel takımı alabiliyorum. Daha fazlasını neden isteyim ki?” (Eylül 1998 – Aardschok Magazine / Hollanda)

Ölmeden 2 yıl önce sağlığı hakkında sorulan soruya şöyle bir cevap vermişti ve kapanış lafıyla fanlarının ruh hallerini sarsmıştı: “Şimdilerde günlerin bitkin bir şekilde geçtiği gerçek. Aralık ayında sağlık muayenesinden geçmek üzere New York’a gideceğim ve bu muayenede tümörlerin röntgeni çekilecek. Umarım çok küçük çıkacaklar. Önceden altı hafta tedavide kalmıştım. Altı hafta boyunca evimdeydim. O zaman fazla yapacak bir şey yoktu. Bayağı bir dinlenmeye ihtiyacım var. Aynı zamanda sakinleşmeye, ama ben müzik yapıyorum, bir çok lirik yazıyorum. Şu anki konumum sevinçten uzak olsa bile, yapacak fazla bir şey yok, Umudum ve parmaklarım en iyisini yapmaya çalışacaktır”

( Hastalığıyla Savaşırken)

Chuck’ın, annesi Jane Schuldiner ve ailesi ile ilişkileri çok sıcaktı. Chuck öldükten sonra annesi “emptywords.org” sitesinde bir çok açıklamalarda bulundu. Oğlunun hastane masraflarını karşılamak için büyük mücadele örneği sergiledi, oğlunun ölmesi sebebiyle ikinci grubu Control Denied’ın yarıda kalan albümünün çıkması için de çabalar sarf etmiştir. Çünkü Chuck’ın en önemli dileklerinden biri yarıda kalan Control Denied’ın ikinci albümünün tamamlanmasıydı. Oğlunun yaptığı müziği yürekten destekleyen bir anne profilini çizmiştir Jane Schuldiner.

Jane Schuldiner’a Chuck sonrası yaşamın nasıl olduğu sorulduğunda şöyle yanıtlar vermiştir: “Onsuz hayat benim için günlük bir mücadele, savaş halini aldı. Chuck’ı çok derinden seviyorum ve onunla yaptığımız bir çok şeyi özledim. O çok içten sevgi beslerdi ve bana karşı çok sorumluluk dolu, ilgiliydi. Müzik dışında zamanını sürekli benimle, kardeşleri ve akrabalarıyla geçiriyordu. Evde hep birlikte yemek yiyorduk. Yemek yapmayı çok sever ve barbekü yapardı. Evde sinema izler, yürüyüşler yapardık. Yaşamımız sürekli Chuck ile doluydu ve şu an yaşam benim için çok boş, hepimiz için. Chuck hastalığını bana açıkladığında harap olmuştum. Bana sarılmış ve birbirimize uzun uzun sarılarak durmuştuk. O asla kendini koy vermedi, hemen mücadeleye başladı. Kız kardeşini çağırdım ve onunla beraber Chuck’a sürekli yardım ettik, her zaman birlikteydik. Chuck’ı mücadelesinde güçlendiren etkenler ailesi, yaptığı müzik, hiçbir zaman yalnız bırakmayan fanları oldu. Hastalığıyla mücadele ederken müzik onun için çok önemli bir olguydu ve depresif bir şey dinlediğini asla görmedim.”

Müziğe nasıl başladığı sorusu sorulduğunda da annesi şöyle cevap vermiştir : “Chuck müzikle 9 yaşındayken ilgilenmeye başladı. Kardeşi Frank, bir kazada öldüğü zaman harap oldu ve içine kapandı. Bir gitar alıp derslere başladı. Çalmayı çok seviyordu ve çok hızlı bir şekilde öğrendi. Kiss grubunu çok seviyordu ve 13 yaşındayken onu ilk kez Kiss konserine götürmüştüm. Chuck’ın müziği çok gürültülüydü ve bir şeyler yaptığı zaman bana dinletiyordu. Onun çalışmalarını sevdim. Gitar çalışı konusunda kendisini çok çabuk geliştirmesi beni şaşırtmıştı. Ayrıca bir çok enstrümanı çalabiliyordu. Çok ilginç bir kişilikti ve benim garajım, müziğe aç olan muhteşem genç çocuklarla dolu oluyordu. Ben onun yaptığı müziği sürekli destekledim. Çünkü Chuck asla problemli bir çocuk olmadı ve onu her yönüyle kabul ettim. Chuck hayvanları ve yemek yapmayı çok seviyordu. Bana eğer müzisyen olamazsa aşçı yada veteriner olacağını söylerdi. Ben her zaman grubun isminin DEATH oluşunun kardeşi Frank’ın ölümünden sonra kaynaklandığını düşündüm ve kelimelerin içinde acı dolu anılar yer alıyordu. Bunlara itiraz etmedim. Chuck’ın son anında ailesi olarak yanındaydık, son sözleri sevgi dolu olmuştu ve çok rahat konuşmuştu. Onun böyle gidişi kalbimde ve ruhumda daha derin kırılganlıklar oluşturdu ve bunu hala hissedebiliyorum” (Ocak 2003 Rockaxis Magazine / Şili)

Beyninde tümör bulunduğunu öğrendiği sırada o an neler hissettiği ve neler olduğu konusunda kapanışı Chuck’ın ağzından dinleyerek yapalım: “Bir hayal gibiydi. En başlarda boynumda bir ağrı vardı, asla kötü bir şey olacağını düşünmemiştim. Masaj, akupunktur yaptırdım ama bir faydasını göremedim. Gün geldi beyin tümörüne sahip olduğumu öğrendim. En başta çok ağır bir haberdi ve büyük bir şoktu. Ailem ve herkes yanımda oldu, sürekli ilgi gösterdiler ve cesaret verdiler. Ama bu şoku atlatmamda müzik yardımıma koştu. Şunu söyleyebilirim ki ne zaman tekrar lirikleri yazmaya başladım, büyük bir terapi oldu bu benim için. Ben müziği her şeyiyle seviyorum. Sen besteleri yapmaya başladığında başka bir dünyaya gidersin ve o an için zamanı unutursun. Farkına varmadan oturursun ve saatlerce çalarsın. İnsanların müzik dinlediği zaman farklı boyutlara uçtuğunu görmek harika değil mi?” (Aralık 1999 – Rock Hard Magazine / Almanya)



Kapanışımızı anne Jane Schuldiner’ın oğlu öldükten sonra ona dair yazdığı şiirle yapalım.

Seni tümüyle özlüyoruz
Seni tümüyle özleyeceğiz
Tüm yaptıklarını
Yapacak olduklarını
Söylediklerini
Söyleyeceklerini
Seni sevmeyi özlüyoruz
Ve bize karşı sahip olduğun sevgiyi
Fazlaca sevgi, neşe, umut, huzur ve düşlerimiz vardı
Şimdi huzurumuzu, umudumuzu ve geleceğimizi parçalayan
Acılarımız, üzüntümüz, kederimiz, kaybımız, öfkemiz,
Vicdan azabımız, kırılmış kalpler ve düşlerimiz var.
Şimdi değerli anılarımızı bekliyoruz
Fakat asla yeterli olmayacak.
Seni kaybettiğimiz zaman
Sahip olacağımız yada yapacağımız hiçbir şey,
Kalbimizdeki bu boşluğu dolduramaz.
Her zaman seni özlemek
Sonsuza dek seni sevmek
Seni asla unutmamak…


Kapanışı da meşhur Voice of the Soul şarkısıyla yapalım. Sanki ölümünü bir kaç yıl önce anlamış gibi...

3 yorum:

KotRot dedi ki...

herzaman kalbimizdesin Chuck inanılmaz müziğin için teşekkürler

Adsız dedi ki...

Chuck bir insanın hem mükemmel metal müzik yapabilip hem de örnek insan olabileceğini gösteren nadir örneklerden biri ve mükemmel bir müzisyendi.

Özgür ILGIN dedi ki...

Güzel yazı. Çok teşekkür ederim. Chuck öldüğünde ben askerdeydim, dolayısıyla ölümünü yaklaşıy 7-8 ay sonra bir internet kafe'de öğrenince öylece kalakalmıştım.Ağır hasta olduğunu biliyordum ama herhalde öleceğini hiç aklıma getirmemiştim. 13 Aralık 2015'te ben de bir yazı yazacağım. Umarım okursun: Blog adresim şu: http://acikgunluk.net
Özgür ILGIN

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails