İlkokul üçüncü sınıfa gidiyordum. O esnalarda Pendik’te Orhan Sinan Hamzaoğlu İlköğretim Okulu’nda okuyordum. Gerçi o zamanlar adı bu değildi. Yanlış hatırlamıyorsam Pendik Doğu İlköğretim Okulu idi.
Okulumuzda bir tümsek vardı. Bir kum yığını tepe halinde bırakılmış ve aylardır öyle duruyordu. Sürekli o tümseğin üzerinde oynanırdı. Bir noktadan sonra o tümsek, bir krallık olarak kabul edilmeye başlandı. Kim ki o tümseğin en tepesinde olursa, yandaşlarıyla bir imparatorluk kurmuş oluyor ve imparator oluyordu. Bunu elde etmek basitti. Zil çalar çalmaz, hemen dışarı fırlamak ve o tümseği ilk ele geçiren olmak yeterliydi.
Günlerden bir gün, tümsekte başka çocuklar vardı. Arkadaşlarım hakimiyeti ele almak istemiş ve başarılı olamamışlardı. Orada duran 3 çocuğu hiç kimse oradan atamıyordu. Nasıl oldu bilmiyorum, birden atağa geçtim! Normalde böyle bir çocuk değildim ama cesaret gelmişti birden. Güçsüz bir çocuk da değildim. Zayıftım ama güçlüydüm bayağı o zamanlar.
O tümseğe fırlamamla birlikte, sanki eline kılıcını almış ve çığlıklar atan bir barbar gibiydim, bir anda üçünü tepelemem ve o tepeden fırlatmam bir oldu. Arkadaşlarım büyük sevinç nidalarıyla bana koşuyorlar ve tepeyi ele geçirmenin sarhoşluğu içindeydiler. O günden sonra ben de sarhoş gibiydim. Çünkü yeni imparator bendim. Herkes beni işaret parmağıyla gösteriyordu.
“Aha imparator bu. Tam 3 çocuğu o tepeden attı, tepeledi.”
Götüm nasıl kalkmıştı anlatamam!
Herkes elle gösteriyordu seni. Senden tırsıyorlardı. Resmen imparatordum işte.
Jul Sezar, İskender kim olaydı ki?
Galatasaray’ı tutmaya da o zamanlar başlamıştım. Nede olsa o zamanlar deli gibi top oynamaya başlamıştım ya! TRT’de bir GS – FB maçı izliyordum. Galatasaray süper oynuyordu. O zamanlar FB’nin ahım şahım zamanları ve GS, Fener’i ezerek maçı kazanıyordu. O gün öyle güzel oynamışlardı ki, o ruh haliyle ben artık Galatasaray’ı tutacağım demiştim.
Zamanla futbolun ve Galatasaray’ın içine girmiştim. Çok güzel bir takımdı ve arkadaşlarım da bu takımı tutmalıydı.
Milli takımın şerefli mağlubiyetler aldığı zamanlardı. Türkiye hangi takımla oynuyordu hatırlamıyorum ama 1- 0 yenikti. O zaman Galatasaray’ın dinamosu olan Yusuf, topu kapmış, sürmüş sürmüş, topu öyle bir çakmıştı ki Türkiye beraberliği yakalamıştı. O zamanki çocuk aklımla, işte Galatasaray farkı demiştim. Eğer GS olmasaydı, Türkiye rezil olacaktı, beraberliği kurtaramayacaktı. Ertesi gün tüm arkadaşlarıma bu olayı anlatmış ve bir çok arkadaşımı Galatasaraylı yapmıştım.
O dönemlerde Türkiye’nin beraberlikleri bile büyük bir başarıydı. Arkadaşlarıma aynen şöyle demiştim:
"-Golü kim attı?
-Yusuf…
-Nasıl attı?
-Süper ötesi…
-Hangi takımda oynuyor?
-Galatasaray…
-İşte Galatasaray böyle büyük bir takım."
Arkadaşlarım da he yaaa deyip hemen cimbomlu olmuşlardı. İlginç bir mantıktı doğrusu! Hay ben bu çocukluk aklının!
Not: O nasıl bir resimdir öyle yareppim. Eski futbolcu pozları da bir alem oluyormuş. :) O zamanlar Bülent Korkmaz yeni yeni parladığı için abileri Yusuf Altıntaş ve büyük kaptan Cüneyt Tanman kucaklarına almış. Bülent Korkmaz da bir eli bacaklarının arasında pek de bir masum durmuş. Aman abilerim ne güzel de kucakladılar beni hesabı. :)
2 yorum:
1983 senesi, henüz 6 yaşımdayım. Okula yeni başlayacağım senenin yaz ayları idi. Alfabeyi bile öğrenmeden dört işlemi yapmaya başladığım için öğrenim hayatımın kolay geçeceğini öngörüyordu herkes. Halbuki okumayı en geç öğrenen ben olmuştum sınıfımda :)
O zamanlarda adetti. Yazları Kur'an kursuna giderdi bütün çocuklar. Ben de mahallemizdeki camiilerden birisine gitmiştim tek başıma. Giderken üzerimde 8 numaralı Fenerbahçe formam vardı. Camii'ye geldiğim zaman kurs henüz başlamadığından avluda bekleşen çocuklar vardı. Yaşları 5-12 arası değişen çocuklar aralarından GS-FB muhabbeti yapıyorlardı. Benden 1 yaş büyük bir çocuğun üzerinde de Galatasaray forması vardı. Kim daha büyük muhabbeti birden bire bu iki ezeli rakip forması giyen çocukların özeline yönelivermişti. Güreş yapsak hangimiz kazanırdı? Ben kazanırsam Fenerbahçe daha büyük olacaktı, diğer çocuk kazanırsa Galatasaray. Çocukluk aklı işte. Ortada bir haksızlık vardı diğer çocuğun 1 yaş büyük ve daha iri olmasından ama yine de kabul ettim güreşmeyi. Tahmin edilebileceği gibi kaybettim müsabakayı. "İşte cimbom gücü ooluuum" diyordu çocuk diğerlerine. Çok utandığımı hatırlıyorum. Ağlayarak eve döndüm. O gün camii hocasından korktuğumu ve bir daha gitmeyeceğimi söylemiştim evdekilere :)
Halbuki kaybetmiş olmayı içeri sindirememiştim. Hem Fenerbahçe daha büyüktü ya, niçin kaybetmiştim?
Sanırım o gün benim için takım tutma bilinci oluşmuştu. O günden sonra takip etmeye başlamıştım futbol maçlarını ve Fenerbahçe'yi.
Çocukluklarımız çok ilginç gerçekten. Oldukça da masum. O zamanlardaki masum bakış açılarımız şu anki taraftar profillerinde olsaydı günümüzdeki kavgaların çoğu olmazdı büyük ihtimalle. :)
Yorum Gönder