10 Şubat 2010 Çarşamba

Peşimizi Bırakmayan Sarıkız


İlkokul üçe gidiyorum. Daha çocuğum. Topla asıl haşir neşirliğim o zamanlar başlamıştı. Büyük ağabeyimle evin hemen yanındaki boş çimenlikte top oynardık. Top oynardık derken, ben kaleye geçer o şut çekerdi ya da paslaşırdık. Bazen inekler otlanırdı o çimenlikte. İnekler arasında ve doğayı ifade eden çimenlikte böyle eğlenebilmek beni mutlu ederdi.

Bir gün ineğin biri ki tanıdığım bir inekti, ne hikmetse adını Sarıkız koymuştum.

İneklere neden hep Sarıkız denirdi ki?

Ama o inek harbi sarı renkliydi, o yüzden Sarıkız derdim ona. Sarıkız kafasını ağaca dayamış, aşağı yukarı hareket ettiriyordu. Anlaşılan çok kaşınıyordu! Ağabeyimle top oynamayı yarıda kesip Sarıkız’ın kafasını okşamaya, kaşımaya başladık. Dakikalarca kaşıdık ve herhalde bu kadar yeterlidir dedik. Tekrar top oynayacaktık ki, Sarıkız peşimizi bırakmıyordu. Nereye gittiysek bizi takip ediyor ve kafasını bize uzatıyordu.

Bu kadar da kaşınmak olmaz ki!

Ne kadar kaşıdıysak o kadar kaşınmak istedi, biz kaşıdık, o geldi, biz kaşıdık o geldi.

En sonunda eee yeter artık olduk ama bir türlü top da oynayamadık. Mecburen eve gitmek zorunda kaldık ama eve giderken de bizi takip ediyordu. O gün Sarıkız’dan götü zor kurtarmıştık. Ya öküz olsaydı ne olurdu, düşünmek bile istemiyorum.

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails