Futbol adına çok garip bir haftadan geçtik doğrusunu söylemek gerekirse. Futbolda şans denen şeyin ne kadar önemli olduğunu, adalet terazisinin nasıl çalıştığını, herkes için aynı adaletin işleyip işlemediği, en ufak kararların dahi bir takımın kaderini nasıl etkileyebileceğini ve buna dair her şeyi üst üste koyduğunuzda kelebek etkisinin getirilerini görmek isterdik bir futbolsever olarak.
Akıllara hep şu soru gelebilir. Şampiyon olmak için her yol mubâh mıdır? Bir şampiyonluk ne kadar önemlidir onurlu olması açısından? Ne kadar hak edilmiştir? Bileğinin gücüyle şampiyon olmanın tadıyla kendi inisiyatifi dışında gerçekleşen olaylar sonucunda (şans, adalet terazisinin doğru işlememesi) elde edilen şampiyonluğun tadı ne kadar aynıdır? Maksadım herhangi bir takıma bok atmak değil. Futboldaki garipliği sorgulamak. Galatasaray dışındaki bir takımın şampiyonluğuna bok atacak olsaydım, bundan birkaç hafta önce bu blogta, "Galatasaray kalan maçları müthiş oynayıp şampiyon olsa bile hak ettiğini düşünmüyorum" demezdim.
Futbol inanılmaz bir şey. Gerçekten. Takım olarak 90 dakika boyunca inanılmaz pozisyonlara girersiniz. 5-6 fark yapma fırsatını türlü aksilikler neticesinde kaçırırsınız. 90. dakikada beklenmedik anda golü yer, puan ve puanları kaybedersiniz. Aynı esnada rakibiniz ise oraya buraya çarpan toplarla şans goller bulur ve üç puanı koyar cebine, gider..
Aklıma şu geliyor. Futbol güzel oynanması gereken bir oyunsa ve bu güzel futbol ödüllendirilmeliyse, ülkemizde güzel futbol neden kazanamıyor? Burada garip bir sorun var işte. Futbol dışılıkların bu kadar kazandığı ve üstün geldiği kaç ülke ligi vardır bilemiyorum. Burada dikkate alınması gereken ligler belli başlı ligler. Yoksa Madagaskar Ligi (olup olmadığını da bilmiyorum ya) bizi ilgilendirmiyor. Futbolda söz sahibi olan ülkeleri aklımda tartmaya çalışıyorum.
Her takım garip dinamiklerle bezenmiş. Hepsinin kendine has karakteristik özellikleri var. İlgili takımın ruh hali tek tek futbolcuların ruh haline de yansıyor. Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş, Trabzonspor, Bursaspor.. Her birine dikkatli bir şekilde baktığımda, takım ve oyuncu bazında kendilerine has ruh halleri var. Bu ruh halleri otorite sahiplerince farklı farklı değerlendirilebiliyor. Kimisi sadece futbol oynamayı düşünürken kimisi sadece çirkefliği düşünebiliyor. Kimileri için oynayarak kazanmak söz konusu iken kimisi için kazanmak için her yol mubâhtır. Kimse karşıma çıkıp da hayır böyle bir şey yok diyemez. Maalesef var işte.
Türk futbolunun hali ortada. Her geçen zaman can çekişiyoruz. Aslında daha ileriye gitmemiz gerekirken ve sükunete, futbola, sadece futbola odaklanmamız gerekirken artık futbol kavgası ederken görüyoruz kendimizi. Hırslar, çıkarlar, şampiyonluk için dönmüş gözler, büyük rakibinin üstüne çıkabilmek için her hakkı kendinde görebilmeler, sportif ruhun umurda olmaması ve sinir harplerinin yaşandığı futbol sahaları. Futbol sahalarının savaş arenalarından farkı yok. Futbolcular da çarpışan birer kanlı asker. Çarpışıyorlar. Kan döküyorlar. Kazanmak için her yolu deniyorlar.
Savaşta her yol mubâhtır. Kazanmak için her şey yapılır savaş esnasında. Onu anlayabiliriz. Ortada bir ülkenin bağımsızlığı söz konusudur belki de. O uğurda her şey göze alınabilir. Ama ya futbol maçları? Milyon dolarların döndüğü bir endüstride birkaç insanın hırsları neticesinde, ego tatmini ve en büyük rakibini yerin dibine sokabilmek için çarpışmaktan ibaret adeta. Ortada değil bir bağımsızlık mücadelesi, ego tatmininden öte bir şey yok. Tabii bir de çuvalla para!!
Türkiye liglerine ait maç izlemek dahi istemiyorum. Galatasaray dışında hiçbir maçı izlemiyor gibiyim. 2 yıldır LİG TV sahibiyim ve bazı derbiler hariç Galatasaray dışında maç takip etmem Türkiye liginden.
Galatasaray konusunda tarafım. En önemsiz maçında bile heyecanlanırım. En sıcak havalarda bile ellerim üşür Galatasaray’ı izlerken. Kötü oynadıkları zaman canım sıkılır. Son dakikada gol yediklerinde gerçek anlamda üstüm başım ıpıslak olur. Terler boşanır yüzümden.
Öfkeden mi?
Hayır.
Üzüntüden.
Futbolcum bir hata yaptığı zaman asla sövmem. Asla küfür etmem. Bazen evime babam da gelir, birlikte izleriz maçları. Babam Galatasaray’ı izlerken kahve elemanı gözü ve ağzıyla izler. Minicik bir hataya dahi tahammülü yoktur. En ufak hata yapan bir adama önden girer arkasından çıkar, sülalesini bırakmaz. Hele Ayhan’a! Nedenini tahmin edebilirsiniz.
O yüzden babamla maç izlemekten hiç hoşnut değilimdir. Ee, evime misafir gelmiş, kovacak değilim ya! Futbolu bu gözle izleyen insanlara hoş bakamıyorum. Babam dahi olsa! Çünkü bu taraftarlık olmuyor. Bu olsa olsa takımın her şeyi çok iyi yaparken, maçları kazanırken ona taraf olmak anlamına geliyor ki bu samimi bir duygu değil. Ego tatmini derler buna. Ama aynı babam, Kewell önemli bir hata yapsa, geriye koşmasa, durarak oynasa bile ağzını açmaz. Tek bir kötü laf ettiğini görmedim Kewell’a. Yahu, adamın sövmediği kimse kalmadı. Arda’ya bile sövdü. Ama Kewell’a neden sövmüyor?
Açık ve bariz değil mi? Kahve ağzıyla ve kahve elemanı gözüyle maçı izleyen bir baba bile aslında içinde bir yerlerde salt futbol oynamayı düşünen ve çirkefleşmeyen oyuncuları ayrı bir yere koyuyor. Kızamıyor. Çünkü o adamlar bir futbol prensidir. Futbol kralıdır. Futbolun asîl ve güzel yüzüdür. Futbolun çirkef, kavgacı, küfürbaz, sürekli sinirlenen yüzleri en ufak hatalarında küfür yiyebilir kıraathane ağızları tarafından.
Şimdi kimse bana gelip demesin; Bilica’ya, Ayhan Akman’a, Baroni’ye, Yalçın’a, İbrahim Dağaşan’a uyuz olmuyorum diye. Oluyorsunuz kardeşim! Misal bir Fenerbahçeli taraftar bile Kewell ile Bilica’yı yan yana koyduğunda Bilica’ya uyuz oluyordur. Misal ben bir Galatasaraylı olarak Ayhan Akman’ın küfürbaz haliyle Beşiktaşlı Ekrem’in içten ve hırslı futbolunu yan yana koyduğumda Ayhan’a uyuz olabiliyorum. Ekrem’i çok seviyorum mesela. Belki yetenekli bir oyuncu değil. Normal, vasat bir oyuncu ama sahadaki oyununa, döktüğü tere baktığınızda inanılmaz saygı duyuyorsunuz. Sarı Kırmızılı formayı sırtına geçirmiş olsaydı asla rahatsızlık duymayacağımı hissediyorum. Galatasaray’ın çok ihtiyacı olan bir oyuncu mu? Asla. İlk 11’e bile giremeyecek. Ama farklı bir şeyler var o çocukta. Bir şeyler çekiyor işte sizi.
Şimdi taraf gözüyle, sırf Galatasaraylıyım da Fenerbahçe’ye garezin var, o yüzden böyle diyorsun diyeceksiniz ama Galatasaraylı oyuncularla Fenerbahçeli oyuncuları kıyasladığımda aralarında inanılmaz mental fark görüyorum. Hem futbol oynama motivasyonları açısından, hem de karakter bağlamında. Ben bu yargıya dünkü Fenerbahçe – Beşiktaş maçı ile iyice vardım. Fenerbahçeli oyuncuların aklında ahlaklı, adam gibi futbol oynamak gibi bir dürtü pek yok. Azında var. Gayet de objektif bakıyorum.
Bilica’nın yaptığı her hareket bana neden itici geliyor? Fenerbahçe’nin kendi sahasında büyük takımlara karşı oynadığı tüm maçlarda her bir oyuncusu neden bir mahalle kabadayısı haline bürünüyor? Bilicasından Baronisine, Andre Santosundan Mehmet Topuz’una, Gökhan Gönül’ünden Volkan Demireline kadar. Kimse kusura bakmasın ama bunlar futbolun çirkef yüzü. Andre Santos bile çaktırmadan tekme tokat girişebiliyor rakibine. Ama yaptıkları asla karşılığını bulmuyor. Ceza kesilmiyor onlara. Rakibi sindirmek için, hakemin oyunun kontrolünü elinden kaçırması ve adalet terazisini sağlıklı kullanmaması nedeniyle yapmayacakları şey olmuyor.
Ben bir futbolsever olarak bu görüntüleri gördüğümde inanılmaz rahatsız oluyorum. Keza Ayhan Akman dellenip küfürleri bastığında, Milan Baros gereksiz yere hakeme deli gibi saldırdığında, saçma sapan itirazlar ettiğinde, Servet fiziğini bazen saçma sapan kullandığında, Barış’ın gözü döndüğünde, Keita bazen çok sinirlendiğinde rahatsız olduğum gibi. Ama bir Kewell, Arda, Mehmet Topal, Dos Santos, Elano, Mustafa Sarp, Lucas, Jo, Sabri (maşallahlık) öyle adamlar değil. Keita’nın gözünün dönmesi ve bazen savurduğu yumrukların sebebi de kendisini futboldan soğutmak için ona uygulanan sert baskı ve tekmeler. Çünkü Keita’yı nasıl oyundan düşürebileceklerini, hakem tarafından cezalandırılmayacaklarını biliyorlar. Hakem cezayı kesmedikçe futbol oynamak isteyen yürekler de isyan ediyor.
Şimdi eğer Fenerbahçeli oyuncular kendi sahalarında tekme tokat girişip cezalandırılmazken ve Galatasaraylı oyuncular salt futbol oynamayı düşünüp tekme tokat yiyip kollanmazken kaç kişi Türkiye’deki futbol anlayışının sağlıklı olduğunu söyleyebilir? Ülkemizde futbol oynamak isteyen, sadece futbol oynamayı düşünenler kollanmıyor. Çirkeflikler kollanıyor. Dünkü Fenerbahçe – Beşiktaş maçında olan şeylerin sağlıklı açıklaması olamaz. En ufak darbelerde gerilen sinirler, kıpkırmızı olan suratlar, saha ortasında rakibe ana avrat sövmeler, patlamaya hazır bombalar! Emre’nin normal bir pozisyonda bir el omzuna dokundu diye kendinden geçerek vajinadan girmesi, İbrahim Toraman’ın her müdahalede çıldırması, çaktırmadan atılan tokatlar, çekilen saçlar, cezalandırılmayan bir ton an. Bu ne sinir harbidir Allah aşkına? Bu sinirle futbol falan oynanamaz. Mümkün değil. Buna çanak tutan maalesef TFF ve MHK’dir. Çünkü futbolu yöneten kurumlar bu kurumlar olarak görünmektedir ve düzeltmesi gerekenler de onlardır.
Misal Ayhan Akman saha ortasında dellenip küfür mü etti, basacaksın kartı. Mesela Emre minik bir temas üzerine kendinden geçip vajinadan mı girdi basacaksın kartı. Bilica saç mı çekti basacaksın kartı. İbrahim Toraman maruz kaldığı normal bir faul akabinde bile deli gibi itiraz etmeye mi başladı, basacaksın kartı.
Siz bunu yapmadığınız, anti futbolu cezalandırmadığınız sürece Türkiye’de sittin sene adam gibi futbol izleyemeyiz. Rijkaard gibi değerleri teknik direktörden bile saymayız. Medya kanallarınca bu denli saygıdeğer bir adama edilmedik hakaret kalmaz. Ama karakter bağlamında onun yanına bile yanaşamayacak kişilere o denli laf edildiği görülmemiştir. Ben bunu kabullenemiyorum. Türkiye’de futbol falan oynandığı yok. Bir futbol zihnine sahip değiliz.
Misal Premier Ligi izliyorum. Adamlar öyle hızlı ve seri oynuyorlar ki yetişemiyorum. Bazen futbol sınırları içerisinde öyle sert çarpışmalar oluyor ki adamlar umursamıyorlar. İtiraz denen bir şey yok. El kol hareketleri yok. Top taca çıktığı zaman anında oyuna sokuyorlar. Ama ülkemizde? Bir taç kullanılana kadar 10-20 saniye geçiyor. İngiltere’deki maçları izlerken top taca çıkar çıkmaz başımı başka bir yöne çevirip hemen televizyona döndürdüğümde çoktan kullanılmış oluyor. Ama ülkemizde bir taç kullanana kadar amuda kalkar, iki sek sek oynarım. Zihin bu işte. Bizi mecbur ettikleri futbol zihni bu.
Antifutbol zihniyet prim yapıyor. Çirkeflikler cezalandırılmıyor. Bir deplasmanda 90 dakika taraftardan bile dayak yersiniz ama sizi bir gram kollamazlar. Çünkü ülkemizde aslolan güzel futbol değil. Ahmet Abi'ye yaranmaktır. Mehmet Dayı’ya yamanmaktır. Celalettin Emice'ye arka çıkmaktır. Bizdeki zihniyet bu. Şark zihniyeti! Ve bu şark zihniyetine çanak tutan bir federasyona sahibiz.
Ben böyle çirkef bir futbol ve futbolcu izlemek istemiyorum. Kendi takımımda dahi istemiyorum. Adam gibi futbol görmek için nelerimi vermezdim.