İnsanoğlu bu, ne zaman gaza geleceği bilinmez. Bir anda ruhu değişim gösterir. Fark edemezsiniz bile. Bazen mantıklı açıklamalardan yola çıkmak istersiniz. Ruhsal durumun hislerle bezendiği bir iç dünya seyahatinde mantığı arayamazsınız bir noktadan sonra. Yoktur çünkü mantığı, felsefesi..
İnsan ruhu müthiş bir şey. Bazen de zararlı. Zararlılıktan dahi bir fayda sağlar iç benliğine. İronik anlar yaşar bazı geceler.
Bazen bir Anka Kuşu’dur, sıkı sıkıya hayata bağlandığı.
Bazen de galeyana gelir, patlatır bombayı: “Bir kefen yaptırıp galeyana geldim. Ölecem!”
Görmek istemediklerini daha çok görürler. Belki de sadece böyle zamanlara mahsus hüzünle karışık ufaktan kendini sezdiren bir keder içine bürünürler. Olmamasını beklediğimiz olmasa bile olmasını beklemediğimiz çok şey olur. Nefret ederler bu zamanlara özgü olanlardan.
Bireyseliz ulan, var mı?
Ufacık deniz manzarası, hayaller, istekler için uykuları kullanmak. Sonra da aslında gerçek olan istekleri özgürlük olarak yorumlamak..
Beynimizin içinde yarım daireler var. Yarım daireleri oldukları şekilleriyle, yarımlıklarıyla seviyoruz. Yarım daireleri sayıyoruz. Toplamda tek bir sayı çıkıyor. Beynimizin içindeki yarım daireleri birleştiriyoruz. İki yarım daire birleşip tam bir daireyi oluşturuyor. Geriye bir yarım daire kalıyor hep. Hep bir yarım...
Ya bir yarım daire bulmalıyız ya da bu yarım daireden vazgeçmeliyiz. Yapılacak fazla bir şey kalmamış görünüyor. Yarımla yaşamayı öğrenmek için çok erken belki de. Bir an önce bir şeyler yapmalıyız. Olması gereken ne varsa belki de kaybolmalı sadece. Bir gün bulunmak için...
Sanırım kendimizi böyle görmek zor gelmiştir bize.
Herkes dans edebilmek peşinde hayatla... Ben kayıp zamanın peşindeyim ama güç durumda değilim... Altın ararken toprağın altında ezilmiş insanlar...
Müziğin sonsuza uzanan akıcılığında, kulakları tırmalayan, yanlış basılmış bir nota gibi hisseder kendini çirkin ördek yavrusu. Ait olamadığı yerde... Kendi başınalığındadır, soru işaretleriyle dolu dünyasındadır, onun görkemi, eşsiz güzelliği...
An gelir, çekilir bedenden tüm yazma isteği. Karanlık.. Kağıt bile nefretle bakar artık, kendisine tecavüz eden kaleme.
Dört çekmecemiz var biliyorum..
Alttan üçüncüdeyiz uzun zamandır...
Ve sizler, her seferinde kendinizi bulma korkusundan mıdır bilmem...
Üstten ikinciyi açarsınız...
Hiç düşünmeden...
Hani hayatı sorgulamak, mutluluk ve huzura erişmek için Gabriel Garcia Marquez, Sheakspeare, Aristoteles, Nietzche’ye ihtiyacınız yok. Her şey içinizde.
Ben mi?
Sigara..
Bir dal sigara..
Evet. Zararlı biliyorum..
Yemeğimi yedikten sonra içeceğim sigarayı düşünüyorum ve çok mutlu oluyorum.
Bu kadar..
Bu beni yeterince mutlu ve huzurlu kılıyor.
I quit..
3 yorum:
Tüm samimiyetimle söylüyorum ki; blogcuda ya da blogspotta son zamanlarda okuduğum en güzel yazıydı bu. Çok etkilendim. Özellikle "Kağıt bile nefretle bakar artık, kendisine tecavüz eden kaleme" cümlesine, çekmece örneğine... Bir dal sigara mutlu eder mi? Eder, hem de nasıl eder.
Hayatla dans etmek, bu da güzeldi, zaten yazı baştan başa çok güzeldi.
Teşekkür ederim Nihan hanım.
Aslında en güzel ve içten yazılar en ilhamlı anlarda çıkıyor zannedersem. Ve bu ilhamın bizleri ne zaman çarpacağı belli olmuyor. Hani aklınıza tek bir şey gelir. Tek bir cümledir ya da düşüncedir. Bir anda zihin açılır ve çala kalem yazmaya başlarsın.
Dün saat 11 gibi yatağa girmiştim. Bir şeyler düşünüyordum. Garip geçen haftamı. Sıkıcı geçen haftamı. Sonra birden her yemek sonrası plazmamın karşısına geçip sigara içmek için ne kadar heyecanlandığımı ve mutlu olduğumu düşündüm. Birden fırladım yataktan ve ilhamı serbest bıraktım. İçimizden bir yerden gelmedikçe tek bir cümle dahi yazamıyoruz. Benim için öyle en azından.
Katılıyorum kesinlikle yazdıklarınıza, bu kez ilhamı serbest bırakmanız çok iyi olmuş..
Yorum Gönder