15 Nisan 2010 Perşembe

Baaaakk! Ben Nasıl Atliyom!

Sevimli Öküz Bulamadık, İnek Koyduk
14-15 yaşında (tam hatırlamıyorum yaşımı) gördüğüm bir rüya yıllardır aklımdan çıkmış değil. Hem çok korkmuştum hem de inanılmaz komikti. Bu rüya kesinlikle hayatımın rüyası. Bu rüyamın üstüne başka bir rüya tanımıyorum.

Rüyamda kendimi Rize’de buluyorum. Tam da anayolu bizim köye bağlayan kesişme noktasındayım. Bir bakıyorum altımda bisiklet. Ama öyle dağ bisikleti falan değil. Hani 3 tekerlekli ufacık çocuk bisikleti olur ya, onlardan. Bisiklet gerçekten de çok ufak ve ben bisikletten büyüğüm. Uzun boylu, kocaman bir adamın 3 tekerlekli ufak çocuk bisikletine bindiğini gözünüzün önüne getirin.

O bisikletle taşlı yollardan yukarı çıkmaya başlıyorum. Köyümüze yokuş yukarı çıkılıyordu ve ben nasıl oluyorsa o bisikletle, hem de yumruğum kadar taşlarla dolu olan yoldan yokuş yukarı çıkıyorum. Motor gibi pedalları çeviriyorum sığmayan vücudumla. Sonra köye varıyorum, bisikletten iniyorum, hemen yanımda bisiklet, durmaya başlıyorum.

3-4 metre ötede kocaman bir öküz görüyorum. Bana sinirli sinirli bakıyor, o kadar kızgın ki hiç anlam veremiyorum. Çok ürkünç bir bakış fırlatarak beni kovalamaya başlıyor. Ben şaşırıyorum tabi. Daha önce başıma gelmiş bir olay değil ki. Ben de kaçmaya başlıyorum. Mübarek, her gördüğüm rüyada kaçmaya mahkum edilmişiz sanki. Rüyalar film platformu, ben de Running Boy. Koş babam koş, artık nereye kadar kaçabilirsen.

Kaçarken sürekli saklanacak yerler arıyorum. Çok geniş bir ağacın arkasına saklanıyorum. “Oh, kurtuldum” diyorum. Kafamı bir çeviriyorum, öküzün kıçını ve kuyruğunu görüyorum.

Ben yine “horaaa” koşmaya başlıyorum. Bir evin yanında büyük bir çit var. Onun altına saklanıyorum ve siniyorum. Aradan birkaç dakika geçiyor ki o da ne? Yukarıda nefes alıp verme sesini duyuyorum. Kafamı yukarı çeviriyorum, öküz oğlu öküz bana çitin yukarısından bakıyor kızgın kızgın. Ben tabi yine Roadrunner hesabı vınnnn.

Başka bir ev buluyorum ve evin büyük tahta kapısının arkasına saklanıyorum. Çaktırmadan da kapının üzerindeki ufak delikten gözlemliyorum öküzün nerede olduğunu. Öyle bir görüntüyle karşılaşıyorum ki artık güleyim mi, ağlayayım mı bilmiyorum. Koskoca öküz hayvanı, benim 3 tekerlekli ufacık bisikletime binmiş öküz gibi sürüyor. Zaten kendisi de öküz!

Ama nasıl sürüyor bir görseniz! Böyle sinirli sinirli, sanki diyor ki “bisikletini böyle hacılarım!”

Ben kapının arkasında şaşkınlık, korku ve komedi arasında sıkışıp kalmışım. Öküzün birden kıvrak bir şekilde bisikletten atladığını görüyorum. Ben hemen kapının altına siniyorum. Al başa belayı. Kapının yanındaki boşluğa bakıyorum, yine öküzün kafası. İnek gibi bana bakıyor. Ama suratı hiç kızgın değil.

Ben yine fırlıyorum oradan, yine kaçıyorum. Nihayetinde çay bitkisinin yapraklarını ambarlara götüren, park etmiş kamyonlardan birini görüyorum. Ben hemen kamyonun kasasına zıplıyorum, çıkıyorum ve derin bir oh çekiyorum kasanın üzerine uzanarak.

Oh çekmekte tabii ki haklıyım. Bu öküz oğlu öküz kocaman kamyonun kasasına da çıkacak değil ya. Ben zevkten deliriyorum, kasanın içinde debelenip duruyorum sevinçten. Sonra sırtımı kasaya dayıyorum ve bekliyorum. Sesler ve tıkırtılar duymaya başlıyorum. Tıkırtıların şiddeti yükseliyor ve ben şaşırıyorum. Araba harekete mi geçecek diyorum.

Öyle bir şeye şahit oluyorum ki 100 yıl düşünsem aklıma gelmez. Öküz kamyonun kasasına çıkıyor. İlk önce toynaklarını görüyorum, sonra ön bacaklarını, sonra boynuzlarını, başını, vücudunu derken hoppp kasanın içinde bir adet öküz.

Ben dedim, tamam boku yedim, işim bitti. Ben iyice kasanın bir köşesine siniyorum. Öküz yavaş yavaş bana doğru geliyor, o kadar kızgın ve sinirli bir yüzü var ki beni parçalayacağını hissediyorum, yaklaşıyor, yaklaşıyor, yaklaşıyor, aramızda bir metre mesafe oluyor, yüzüme doğru eğiliyor ve bir anda saniyenin onda birlik kadarlık zamanında suratı bir anda değişip bana gülümsemeye başlıyor. Ama o kadar güzel gülüyor ki gazetelerdeki, magazinlerdeki inek karikatürlerindeki inekler kadar çok şirin ve sevimli bir şey oluyor. Milkadan da sevimli oluyor.

Gülümser gülümsemez birden arka ayakları üstünde yükseliyor, insan gibi duruyor ve bana gülümseyerek, şirince aynen şöyle diyor : “Baaaaaaaak, ben nasıl atliyom”

Görüntü aynen şöyle:

Öküz bana sırtını dönüyor, bacaklarının arasında testisleri sallanıyor, toynaklarını kamyon kasasının kenarına tutturuyor, sağ ayağını insan gibi kaldırarak kasanın üstüne sarkıtıyor, yükleniyor ve kıçını da kaldırarak hoppp atlıyor kasadan dışarı.

Benim halimi varın siz düşünün!

Hemen uyanıyorum ve uyanır uyanmaz direkt beni yatakta gülme krizi tutuyor, ama nasıl gülüyorum, kendimi tutamıyorum. O rüyayı gördüğümde teyzemdeydim. Kuzenim hemen yanıma geliyor ve oğlum ne oldu, kendine gel, deli gibi neden gülüyorsun uyanır uyanmaz diyor. Ben de hemen gördüğüm rüyayı ona anlatmaya başlıyorum. Kuzen kendini yerden yere atmaya başlıyor.

O aralar kuzenim sürekli benimle böyle alay ediyordu.

“baaaaak, ben nasıl atliyom!”

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails