21 Ocak 2010 Perşembe

Marcel'in Ruhundan Fountain


Benliğime bulaşmış bir mektubun hayalini kurar, rüyamda ender olarak hayalî şekilde okur, her cümlesini hazmetmeye çalışırdım. Birdenbire dehşete kapılarak dururdum. Beklediğim birinden mektup alsam da, onun bu mektup olmayacağını, çünkü bu mektubu kendi kafamdan uydurduğumu kavrardım. Eğer başarılı olursam, en değerli, en arzulanan kelimeleri ihtimallerden çıkarırım korkusuyla, bana yazmasını istediğim kelimeleri zihnimden uzak tutmaya çalışırdım.

Mucizevi bir şekilde alacağım mektup kafamdan uydurduğum mektubun aynısı olsaydı bile, bu mektupta kendi metinlerimi görecektim. Dışımdan gelen, gerçek, yeni bir şeyle karşılaşmışım, zihnimin dışında, irademden bağımsız mutluluk elde etmişim hissini yaşayacaktım.

Bazı zamanlar bizi üzmüş insanların davranışlarının samimi olmamasını dilesek de, bu davranışın geleceğe tuttuğu ışık karşısında arzumuzun eli kolu bağlanır. Bu insanların gelecekteki davranışlarının ne olacağını arzumuza değil, bu ışığa sormak gerekir.

Eskiye ait bildiğimiz yerler, kendilerini kolaylık olsun diye yerleştirdiğimiz mekanlar alemine ait değildirler sadece. O zamanlardaki hayatlarımızı oluşturan, birbirine bitişik izlenimlerin ince bir dilimi gibidirler. Belirli bir görüntünün hatırası, belirli bir anın özleminden ibarettir. Yürünen yollar, seneler gibi uçup giderler.


Erdemlerimiz ve iyiliklerimiz; özgür, değişken, kullanımı sürekli olacak şekilde bize ait şeyler değillerdir. Zihnimizdeki erdem ve iyiliklerimiz, karşılaştığımızda kendilerini harekete geçirmeyi görev saydığımız olaylara sıkı sıkıya bağlanmıştır. Karşımıza “farklı” nitelikte bir olay çıktığında, gafil avlanırız. Erdemlerimizi kullanabileceğimizi, ince olabileceğimizi ve düşünceli olabileceğimizi aklımıza bile getiremeyiz.

Hayatımızın farklı dönemlerinde açığa çıkardığımız karakterimiz, genelde öyle olsa bile, her zaman başlangıçtaki karakterimizin gelişmiş veya zayıflamış, güçlenmiş veya yumuşamış şekli değildir. Bazen tamamen zıt bir karakterdir.

Bir nevi ters yüz edilmiş giysi gibidir…

İşte, bazen gösterilen yakınlıklarda, kişisel bakış açısının rol oynadığının bilincindeyizdir. Birçoğumuz yakınlıklarımızı belirlerken bu bakış açısının içine girer. Burada, bir kişinin içtenliği ve neşesi, canımızı sıkan, bizi rahatsız eden bir kişinin bütün zihinsel yeteneklerinden, duyarlılığından, yardımseverliğinden daha iyi bir referanstır. Bu bağlam içinde, fazla alçakgönüllü olan insanların hatası, kendisini ilgilendiren şeyleri başkalarından aşağıda ve haliyle dışında tutmasından kaynaklanıyor.


İnsanın, sözlerinin ve hareketlerinin başkalarına hangi ölçüde göründüğünü tahmin edebilmesi ve analizleyebilmesi zordur. Kendi önemimizi abartırız korkusuyla, başkalarının tüm anlarının ve dünyalarının yayılmak zorunda olduğu alanı büyütüp dev boyutlarına getiririz.

Konuşmalarımın, tavırlarımın ayrıntılı hallerinin, sohbet ettiğim kişinin bilincine nüfuz edemediğini, hele ki hafızasında hiç yer etmediğini düşünürüm…

Zannederim…

Tıpkı bir suçluymuşum da bu varsayıma göre hareket etmek istediğimden, söylediğim bir kelimeyi sonradan hafifçe değiştiririm. Bunun bir başka benzer kelimeyle karşılaştırılamayacağını düşünürüm.


Hafif bir rüzgar eser…

Bildiğimiz bir havadır bu…

Diğer günlerden farkı yokmuşçasına…

Henüz bir geçmiş yokmuşçasına…


Hayal kırıklıklarıyla, gelecek için çıkarılabilecek tüm ipuçlarıyla birlikte yok olurcasına…

El değmemiş bir talihle…

Eski dünyadan tek bir şey…

Hayatı, her şeyi resetleme isteği gibi...

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails