16 Eylül 2009 Çarşamba

Galatasaray, Panathinaikos Maçı ve Milli Takıma Kısa Bir Bakış



2009-2010 sezonuna başladığımız şu günlerde Galatasaray’daki değişimler ve geçtiğimiz sezon/sezonlara kıyasla farklılıklar bir çok Galatasaray taraftarının gözünden kaçmıyor. Sokaktan herhangi bir taraftarı çevirirseniz kendi bilgi dağarcığıyla söz konusu farklılıkları yansıtacaktır bizlere.

Oyun Sistemine Sadakat, Disiplin ve Fizik Kondisyon

Rijkaard ve Neeskens ortaklığının takıma yansıtmak istediği futbolun günümüz modern total futbolu olduğunu, belli bir esnekliğe sahip olduğunu, bireysel yetenekli oyuncuların forvet bölgelerinde esnek ve serbest bir şekilde oynamakla birlikte, geri dönüşlerde bir takım oyuncusu gibi oynadıklarını görüyoruz. Her ne kadar Galatasaray bu sistemi tam olarak oturtamasa bile bunun çok doğal olduğunu kabul etmekte fayda var. Çünkü bu sistem esnekliği ve sürekli ayağa pas ile gerçekleştirilmesi sebebiyle zamana ihtiyaç duyan ve akıl futboluna karşılık gelen bir sistem. Geçen yıl Skibbe’nin az çok oynatmayı başardığı akıl futbolunun bu yılki futbol literatürüne az da olsa altyapı sağladığını kabul etmekte fayda var. Geçen yılın en önemli sıkıntısı fizik kondisyon eksikliği ve sakatlıklardı. Ama yeni kondisyonerlerimizin katkısıyla hazırlık kampında takıma çok iyi bir yükleme yapıldı ve bunun meyvelerini hemen hemen her maçta toplamaktayız.

Geçtiğimiz sezonlarda Galatasaray hücum futbolu oynasa bile sisteme sadakat açısından sorun yaşamakta, maçın bazı bölümlerinde bireysel oyuncuların kendi başlarına yarattıkları girişimlerle goller bulmaya çalıştığı ve yer yer disiplinden koparak paniklediği bilinen bir durumdu. Yeri gelince organize olamıyor ve sisteme sadakat anlamında sıkıntı yaşıyorduk. Galatasaray’ın 11 resmi maçta 9 galibiyet ve 2 beraberlik almasının en önemli sebeplerinden biri, takımın sisteme sonuna kadar sadık kalması, asla panik yapmaması, 70. dakikada gol bulamasa bile asla doldur boşalt oynamaması ve aynı ciddiyetle oyununa devam etmesidir. Takımın sinirleri bozulmadığından maç içinde çözülmediğini, buna mukabil rakiplerin Galatasaray’ın yüksek disiplini karşısında çözüldüğünü görmekteydik. Şu ana kadar oynanan maçlara göz attığımızda Galatasaray golleri daha çok ikinci yarılarda ve ikinci yarının ilerleyen dakikalarında bulmaktadır. Bunda hem kondisyon seviyesinin yüksekliği, hem sisteme sadakat ilkesi, hem de asla panik yapmamanın büyük etkisi var. Çünkü ülkemiz futbol dünyasında 90 dakika boyunca panik yapmadan ve sinirleri yıpranmadan sadakatle sisteme bağlı oyun sergilemek çok zor bir durum. Galatasaray ise bu zor durumun üstesinden geliyor görünmektedir. Bu yüzden de rakiplerinin çok önünde yer almaktadır oynadığı sistem itibariyle.

Oyun sisteminin asıl merkezi ise orta saha olarak görülüyor. Defans-orta ve forvet üçlü bloğu çok esnek bir şekilde, aradaki mesafeyi çok açmadan hem ileri hem de geri hareket edebilmelidir. Bazı maçlarda bu esnekliği bozan takımlar Galatasaray’ı zorlamaktadır.

Genel şablona baktığımızda topun pas olarak aktarılışında bir hat çizgisi kullanılıyor. Defans oyuncularına gelen top ön liberoya, oradan Ayhan ya da Arda’ya, oradan da forvet oyuncularına aktarılmakta. Öte yandan ters top denemeleri ve kanatlara ters toplar atmak diğer önemli hedefler. Her iki bek ön liberoya, ön liberolar da kanatlara topu açabilmektedir. Ya da Beşiktaş maçında olduğu gibi Keita sağdan sola doğru ters top atarak Kewell’ı iki kere pozisyona sokabilmektedir. Diğer önemli husus ise sıfır çizgisine inerek yapılan ortalar. Bu ortalar futboldaki en tehlikeli pozisyonların sebebidirler. Bu işi Galatasaray’da en iyi yapan oyuncu ise Aydın Yılmaz.

Hagi sonrası duran toplarda sürekli sıkıntı çeken takımımız bu yıl antrenmanlarda bu konudaki sıkıntısına çok iyi çalışmış görünüyor. Sistemin hala oturtulma yolunda olduğu bu dönemlerde maçları çevirebilmemizde ve bir çok gol bulmamızda duran topların büyük katkıları oldu. Geçiş dönemimizi böylece sorunsuz geçmemizin ilacı bulunmuş durumdadır.


Futbolcular ve İstatistiklerdeki Değişim



Bazı Galatasaraylı oyuncuların futbol kalitesi anlamında önemli bir dönüşüm yaşadıkları ve ekstra performansla oynadıkları bir gerçek. Bunu görememek için kör olmak lazım. Bu konudaki en büyük mesafeyi Arda Turan kat etti. Bu yıla kadar etkili bir oyuncu olsa bile skora çok fazla etki edemiyor, genelde çalımlarıyla adam eksiltmeye çalışıyor ama bu çabaları gol ve asist anlamında önemli sayılara erişmiyordu. Rijkaard dönemi ile birlikte sol açık oyuncusundan tam bir beyin oyuncusuna dönüştürülen Arda Turan, hem takımını yöneten, hem de gollere imza attıran isim konumunda. 11 resmi maçta yaptığı 12 asist ise inanılmaz bir istatistik. 5 lig maçındaki asist sayısı ise 6.

Diğer dikkati çeken oyuncu ise Sabri Sarıoğlu. Son zamanlara kadar sürekli eleştirilen bu oyuncudaki değişim sadece sahadaki performansıyla sınırlı değil. Daha düne kadar hakem ve rakiplerle uğraşmaktan sahada futbolunu oynayamayan Sabri, bu yıl adeta süt dökmüş kediye dönmüş durumda. Sadece futboluna odaklanan, geçmiş yıllara oranla kademelere daha iyi giren, enerjisini takım yararına kullanmaya başlayan ve takıma güç pompalayan bir oyuncuya dönüşmüş durumda. Uğur Uçar’ın Sabri’den neden formayı alamadığını ve Rijkaard’ın neden sürekli Sabri’ye şans verdiğini anlamak güç olmasa gerek.

Aydın Yılmaz’a bitti gözüyle bakılırken Rijkaard ile birlikte hızını verime dönüştürdüğünü, dengesiz oyununu daha dengeli hale getirerek final paslarını daha verimli kullandığı dikkatlerden kaçmadı. Hatta Aydın Yılmaz Rijkaard için çok önemli bir silaha dönüşmüş vaziyette. Kanatlarda hızlı adamları seven Rijkaard’ın Aydın’ın bu özelliğinden olumlu yönde faydalanması ve futbolunu olgunlaştırması beklenen bir durum.

Arda Turan ile birlikte ayrı bir paragrafı hak eden oyuncuların başında Mustafa Sarp geliyor. Galatasaray ile sözleşme imzaladığında insanlar dudak bükmüştü ama ben ilk imza attığı gün ‘formayı sırtına geçirirse hiç şaşırmayın’ demiştim. Dediğimiz şey gerçekleşti. Eğer Arda Rijkaard’ın kralı ise Sarp da prensidir. Galatasaray oyun sisteminin en kritik oyuncularından biridir. Takımın tam bir katalizörü ve dengeleyicisi görevini başarıyla yönetmekle birlikte, bloklar arasındaki esnekliği sağlayan en önemli yapı taşlarından biri konumunda. Attığı sürpriz goller ve atağa sürpriz çıkışlarıyla takımına hücum anlamında da katkıda bulunmaktadır. Takımın hırs ve enerji yönünü sergileyen, içten ve savaşarak oynayan bir istikrar abidesi. Beşiktaş maçı ardından, Tabata’nın sakatlamaya yönelik hareketi karşısında verdiği reaksiyon için özür dilemesi ise Türk futbolunda yıllardır göremediğimiz inanılmaz bir efendilik örneğiydi. Röportajlarda kullandığı güzel Türkçe ve akıcı konuşmasıyla beyin olarak oldukça zeki olduğunu kanıtlıyor bizlere. Çünkü bu bile bir insanın zekasına işaret eder, futboluna sirayet ettiği gibi.

Takımdaki arkadaşlık olgusunun üst seviyeye yükselişi ve teknik heyetin ağırlığı nedeniyle takım içindeki bütünleşme, günümüzdeki başarının en önemli temeli. Elano, Kewell, Baros, Keita, Nonda gibi yıldızların bile yedek kulübesinde kedi gibi beklediği, heyecanla kenardan maçı takip ettiği ve sahadaki arkadaşlarıyla adeta beraber oynarcasına heyecanlandığı bir ortamda, o takımın başarısız olması çok zor. Galatasaray bir çok yıldız oyuncuya sahip ama bu yıldızlar takım oyuncusu gibi oynamakta ve davranmaktalar. Oyundan çıkan oyuncunun soyunma odasına gitmediği ve direkt yedek kulübesinde arkadaşlarına destek verdiği bir takımın seyircilerin içini ferah tutması beklenebilir bir durumdur.

Galatasaray şu ana kadar oynadığı 11 resmi karşılaşma ile adeta tüm göstergeleri delik deşik etmiş durumda. Bu yönüyle yenilmez armada tadı vermektedir. Bu maçlar sonucunda alınan 9 galibiyet ve 2 beraberlik ile birlikte gol makinesine dönüşmüş takım, hem taraftarlarını zevke boğmuş durumda hem de çok erken olmasına ve bu ileride bir sorun yaratabilecek olmasına rağmen beklentileri çok yükseltmiş durumda. 11 resmi maçta atılan 35 gol ve 5 lig maçında atılan 16 gol inanılmaz bir istatistik. Toplamda maç başına gol ortalaması 3,18’e gelmekte. Ligde atılan 16 golün dördü ise kornerlerden geldi. Bu bağlamda kornerden en fazla gol bulan takım hüviyetinde.

Ayrıca şu ana kadar oynadığı maçların neredeyse tamamında rakipleri Galatasaray’dan daha fazla koşmuş. Bu yeni sistemin bir getirisi. Ayağa pas sisteminin rakibi yorduğu ve onları daha fazla koşmak zorunda bıraktığını bu istatistikten çıkarabiliyoruz.

Panathianaikos Maçına Kısa Bir Bakış




Galatasaray şu ana kadar fazla üst düzey maç oynamadı. Ama medyanın peş peşe alınan galibiyetlere sürekli kulp taktığını da biliyoruz. Elde edilen her galibiyet sonrası bu maç ölçü olamaz denilip durulmakta, içlere sinen korku böyle dışarı vurulmaktadır. Ligin en sert ve en az gol yiyen takımlarından olan ve defansif zorluğuyla dikkatleri çeken Kayserispor’a atılan 4 gol sonrasında da böyleydi. Süper Ligin ayağa en iyi pas yapan takımlarından biri olan Ankaraspor maçı sonrasında da böyleydi. Geçtiğimiz cumartesi gününe kadar ligin en az gol yiyen takımı olan Beşiktaş’a atılan 3 gol sonrası da… Medyanın burada ne yapmak istediğini tabii ki biliyoruz. Üzerinde kafayı bozmaya bile gerek yok.

Ama Panathianaikos maçı için bu sezon şu ana kadar oynayacağımız en zor maç olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Hem deplasmanda olmamız, hem de uzun yıllar sorun yaşadığımız ve bu sorunu taraftar bazında sürekli körükleyen Yonca taraftarlarının eğilimleri maçın zorluğunu iyice arttırmaktadır. Türkiye için Galatasaray ne ise, Yunanistan için de Panathianaikos odur. Yunanistan’ın Galatasaray’ı olarak nitelendirilmekte yeşil yoncalılar. Sahip oldukları futbol ekolü nedeniyle Galatasaray’ın oyun sistemine ters gelecek bir takım oldukları bir gerçek.

Rijkaard ile birlikte Barcelona’da kader ortaklığı yapan ve yardımcısı konumunda çalışan Henk Ten Cate’in yoncaların başında olması, her iki isim için ilginç bir deneyim olacak. Çünkü her iki hoca birbirlerinin ruh halleri ve oyun sistemlerini çok iyi biliyorlar. Bu yüzden tam bir taktik savaşı izleyeceğiz. Ama Rijkaard’ın son dönem Barca macerasından çıkardığı dersler ve dinlenerek geçirdiği bir yıl sonrasında eski kader arkadaşı Ten Cate’e bir sürpriz yapacağı söylenebilir.

Bu maçta rakipten ziyade taraftarlardan çekindiğimi söyleyebilirim. Eğer futbolcularımız kulaklarını kapatır ve sadece oyunlarına bakarlarsa iyi bir skorla ayrılmamız işten bile değildir. Bu maç en çekindiğim maçlardan biri. Çünkü şu ana kadar resmi maçlarda hiç yenilmeyen bir takım olarak, bu istatistiği bozmak benim gibi Galatasaray taraftarlarını pek hoşnut etmeyecektir. Grupta Pana ile liderlik mücadelesi içinde olacak Galatasaray’ın liderlik anlamında öne çıkabilmesi için en azından bir beraberlik çıkarması gerekiyor.


Milli Takıma Bakış



Bilindiği gibi Bosna Hersek’ten beraberlik çıkararak 2010 Dünya Kupası’nı mucizelere bıraktık. Bir yerde hata var. Ama nerede hata var diye derin sorular sormamıza gerek yok. Bu hataları Rijkaard’ın Tam Saha dergisine verdiği ve ülkemiz futbolundan bahsettiği kısımlarda çok net bir şekilde görebiliyoruz. Asıl sorunumuzun sistem eksikliği ve yapılanma sorunu olduğunu söylemek için futbol muallimi olmaya gerek yok. Çünkü ülkemiz futbolunda mantıklı ve bilimsel yapılanma, anlık düşünmeme, popülist düşünceye uzak olma, ahbap – çavuş ilişkisinden uzak durma ve sabretmek gibi kilit düşünce sistemlerinden fazlasıyla uzak bir toplumuz.

Attila İlhan üstadımız ülkemizin genel yapısını ve insanlarımızın kültürel, toplumsal anlamdaki dağınıklığını çok güzel özetlemişti zamanında; Osmanlı ile Türkiye Cumhuriyeti arasında sıkışmış bir toplum ve millet… Ne tam olarak Osmanlı zihniyetinden uzak kalabiliyoruz, ne de tam olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin yaratması gereken bilimsel ve mantıklı düşüncelerden faydalanabiliyoruz. Sırat köprüsünün üzerindeyiz sanki, her iki yöne de koşamayan. Bizzat Türkiye Cumhuriyeti’ne ait ve toplumun genel anlamda aidiyet bağıyla bağlandığı ortak bir kültürden de söz edemiyoruz.

Ne kadar hoşumuza gitmese de Amerikan kültüründen bahsedebiliyoruz. Japon, Alman, İngiliz kültüründen söz edebiliyoruz. Ama Türkiye dediğimiz zaman klasik bir söz vardır hani, hemen yazmaya başlarlar: “Delikanlıdır, kanı deli gibi akar, ateşlidir, çok heyecanlıdır, yerinde duramaz…”

Bu klasik söylemler bile aslında nasıl bir toplum olduğumuzu çok iyi anlatmaktadır. Ağırlıklı ruh hali bu eksende dönüp duran bir ülkenin sistem, sabır, mantık ve disiplin içermesi gereken alanlarda uzun süre tutunamaması sizce neden kaynaklanabilir? Her şey cümlelerin içinde gizli.

Ülkemiz milli takımı da zamanın oyuncularının bireysel becerileri ve o anki formda takımın yoğunluğunu yansıttığı bir ortamda üstün başarılar kazanmıştı. Galatasaray’ın bir sistem yarattığı dönemlerde milli takımımızın durumu ortadaydı. Çünkü Galatasaray eşittir milli takım denklemi yüzde yüz doğru olmasa bile, ağırlıklı olarak Galatasaraylı oyunculardan oluşan milli takımımız söz konusu oyuncuların uzun süreli bir sistemin parçası olması nedeniyle becerilerini ülke takımına yansıtmayı çok iyi bilmişlerdi.

Tepemizde Demokles’in Kılıcı gibi asılı duran bir gerçek var. O da acilen bir paradigma değişikliği. Bu ne Fatih Terim sorunudur, ne de futbolcular sorunudur. Balık baştan da kokmuyor. Çürüme sesleri temelden kaynaklanıyor. Güçlü ve sağlam temelimiz yok. Rijkaard’ın anlatmak istediği de buydu. Almanya ve İtalya gibi takımlar futbol oynama ve yetenek bazında ülkemiz ve diğer ülke oyuncularının arka planında kalsalar bile, belli bir sistemleri olduğu ve o sisteme sadakatle bağlı kaldıkları için adları turnuva takımı olarak çıkabiliyor. Bizde ise kronikleşmiş ‘bugüne bak, anı yaşa’ dürtüsü ile sürekli inişli çıkışlı bir grafikle gözlerimiz bozulma noktasına geliyor, başımız dönüyor.

Bu işler ateşlilikle, sadece motivasyonla, kanımızın deli akması ile olmuyor. Akılla, mantıkla, sistemle ve sabırla oluyor.

Buna en yakın örneği yakın dönemden vereyim; Rijkaard’ın Galatasarayı’ndan. Son dönemlerde izlediğimiz Galatasaray, sürekli sabrederek sisteme sadık kalması, panik yapmaması ve aklıyla oynayarak hiç acele etmemesiyle farklılığını belli ediyor. Eğer dakikalar ilerleyip gol gelmese bile ne taraftarlar korkmaya başlıyor, ne de futbolcular. Panik ve olumsuz heyecan olmuyor. Ama milli takımımıza baktığımız zaman, hangi sistemde oynadığı belli olmayan, sabretmeyen, panik atak bir havayla goller bulmaya çalışan, zamanlar ilerledikçe bireyselliğe yönelip acele eden, eli ayağına karışan bir sistem ile karşı karşıya kalıyoruz. Alın bir tarafa Ankaraspor – Galatasaray maçını, bir tarafa da Bosna Hersek – Türkiye maçını koyun. Aradaki fark, bin deve boyu hendeklik fark kadar. Ne bir eksik, ne bir fazla.

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails