Kafasına saldırırsan, kuyruğundaki zehirle saldırır;
Kuyruğuna saldırırsan dişlerini geçirir;
Gövdesine saldırırsan hem dişleri hem de kuyruğu ile saldırır.
Sun Tzu (The Art of War)
Barutlu silahların geliştirilmesiyle, iki askeri sınıfın sonradan edindiği tecrübe ve gelişimler arka planda kalmıştır. Teknolojik gelişim sonucunda büyük top ateşinin karşısındaki samuraylar, şövalyeler, tüfekçiler, psikolojik olarak tahribat yaşamalarının yanında fiziksel olarak da büyük tahribata uğramışlardır. Tek bir top ateşiyle yirmiden fazla adam hayatını kaybedebiliyordu. 1512 yılındaki Ravenna Savaşı’nda, tek top atışıyla otuz zırhlı şövalyenin öldüğü iddia edilmiştir. 1495 yılındaki Fornovo Savaşı’nda, altmış metrekarelik alanda İsviçreli üç bin adam tahribata uğramıştı. 1522 yılında Bicocca’da dikdörtgen şeklinde askeri diziliş sağlanmıştı ve her dizilişte yan yana 7,500 adamın yer aldığını düşünürsek, bir top güllesinin hedefini şaşma ihtimali çok düşüktü.
Japonya’da topçu birlikleri özel silahlar gibi pek gelişmemişti. Tipik Japon askeri alan formasyonu daha gevşek bir düzenlemeydi ve savunma formasyonu, çabucak hareketlenerek hücum formasyonuna dönüşebilirdi. Ama İsviçre mızrak birliklerinin dizilişi genelde değişmezdi ve tipik Japon ordusunun bir anda formasyon değiştirmesi yolu takip edilerek bu tahribat biraz azaltılabilirdi. Çünkü hücum terimi, modern savaş yönteminin en önemli tanımlamalarından biriydi.
İki askeri devrimin ortak yönlerinden biri, istihkam ve güçlendirmelerin geliştirilmesiydi. Bir görüşe göre, Avrupa’nın ağır topları ortaçağa özgü duvarları çok rahat bir şekilde tahribata uğratabilmiştir. 1453 yılında İstanbul düşürüldüğünde, Türk topçu birliklerinin kale duvarlarına verdiği zarar ve o zamana kadar görülmemiş, gelişmiş ağır topların kullanılması Hıristiyan Avrupa’sını şok etmiş ve bu toplar, askeri teknoloji açısından bir devrim niteliği taşımıştır. Granada İspanya krallığının, 1487 yılındaki Malaga kuşatmasında mancınıkları kullanması, Avrupa savaş tarihi için önemli anlardan biriydi. Eski tip kaleler, top ateşine karşı çok korunmasızdı. Çünkü o zamanki kalelerin uzun ve ince duvarları, kuşatma kuleleri ve kale duvarına merdiven dayanmasına koruma sağlamak üzere inşa edilmişti. O zamanlarda ateşli silahlar ve büyük toplar diye bir teknoloji mevcut değildi. Topçu birliklerinin kullanılmaya başlanmasıyla kale mimarisinde devrime gidildi. Daha kısa ve hammaddesinde her zaman taşın kullanılmadığı kalın duvarlar yapıldı. Toprak hattının güçlendirilmesiyle top ateşlerine karşı belli bir korumanın sağlanabileceği hesap edilmiştir. Toplar, saldırı için kullanıldığı gibi kaleleri savunmak için de kullanılmıştır. Bu yüzden, uzun kuleler ve onları perdeleyen duvarlarla bezenen kale yapımı değil, daha kompleks, daha kısa ve güçlü duvarlara sahip kaleler inşa edilmiştir. Kısa duvarın mukavemeti, uzun duvara göre daha fazla olacaktı. Ayrıca üç köşeli top kale kuleleri, hendeklerin arkasına yerleştirilmişti.
Japonya’daki mevcut benzerlik ilginçtir. İlk dönemlerin yamashiro stilinde yapılan kaleleri, ormanlarla çevrili tepelik alanlara yapılıyordu. Kalenin düz avlusu bir çok yapıyı içerebiliyordu. Korkutucu yükseklikte sarp alanlara sahip tepeyi, iri taş duvarlarla kaplarsanız ürkütücü bir görüntü dikkatleri çekecek ve kaleye ateşli silahlarla saldırılması için açık alan fırsatı verilmeyecekti. Bu mimari yapı, Japon kale tasarımının en önemli özelliklerinden biriydi. Uzun menzilli topların saldırısından korkularak, ani saldırıları geri püskürtmek ve karşı saldırıyla cevap verebilmek için söz konusu tasarımla kaleler yapılmıştır. Açılı duvarlar ve derin hendeklerle güçlendirmenin yapılması, çağdaş Avrupa tasarımıyla benzerlik göstermiştir. Her iki tarafın sahip olduğu kaleler, yüksek rütbeli askerlerce yönetilen sığınaklar ve kışlaları içermiştir.
Ateşli silahlarla tanışılmasıyla, samuray ve şövalyelerin ortadan kaldırılması kendiliğinden vücut bulmadı. Hem şövalyeler hem de samuraylar, değişen koşullara adapte oldular ve söz konusu askeri yenilikleri şahsi başarılarıyla birleştirerek, zafere ulaşma yolunda bir kazanç olarak kullandılar. Makineli tüfekçilerin yaylım ateşi saçarak savaşması, samuray ve şövalyelerin liderlerini memnun etmeyecek miydi? Başarı elde etmenin kısa yoldan teknolojik gelişimlerle sağlanması, liderlerin yeni teknikleri niçin şevkle kucakladıklarını açıklayıcı niteliktedir. Ateşli silahlar rakibi zorlarken, gururlu samuray ve soylu şövalyeler silahlarıyla düşman birliklerinin hatlarını açacaktı. Ama eğer koşullar onların katılımını gereksiz kılıyorsa, geçici olarak arka planda kalacaklardı. Koşullar at üstünde savaşmayı dikte ediyorsa, samuray ve şövalyelerin savaşması uygun olacaktı. Bunda herhangi bir utanç söz konusu değildi. İngiliz şövalyeleri Agincort’da atlarından inmişlerdi, 1615 Tennoji Savaşı’nda samurayların atlarından indikleri gibi. Venedikli genç asiller çoğunlukla kadırgalarla savaşarak hizmet ediyordu. Granada Savaşları’nın büyük komutanı olarak bilinen Gonzalo de Cordoba bir piyade miğferi giymiş, Faslı olup Kuzey Afrika’da yaşayan ve 8. yüzyılda İspanya’yı fetheden Mağribi’lerin kalelerine saldırmış, büyük başarılarla dönmüştür. Savaşçıların bireysel önemleri artmışsa herhangi bir şeye adapte olabilir, yeni durumu benimseyebilir ve kendisini geliştirebilirdi. Ve de aristokratik statüsünü sürdürebilirdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder