Futbol kaderler yaratacak ve yazacak kadar enteresan bir oyun. Bazen bir eğlenceli halidir, bazen sinir harbi, bazen gözlerimizi şenlendiren bir tiyatro, bazen de bir savaş ve ölüm hali. Her futbol oyununun kendine has bir teması vardır. Doksan dakika boyunca göz kabarttığında, sergilenen futbol tiyatrosunun her birine güzel bir isim verebilirsiniz, ardından birkaç perde halinde sahnelersiniz.
Futbol bazen sinir ve savaş hali. Savaş vardır yeşil meydanda. Ölümler yoktur. Bombalar patlar sahanın milimetrik alanlarında. Bir de ilgili savaş halini yöneten Büyük Yargıç vardır. Bu yargıcın kararları beğenilir ya da beğenilmez. Ama bilerek yapmadığı, insanlık hali nedeniyle göremediği bazı sahneler savaş haline sebep olur ve futbolcularda beyin ölümü gerçekleşir. Tıpkı beynin içinde patlayan nükleer bomba gibi.
16 Temmuz 1945’te ilk nükleer patlamaya tanık oluşunun ardından Robert J. Oppenheimer şöyle not düşmüştü tarihin kara dehlizlerine ve not defterine: “Birkaç kişi güldü, birkaçı ağladı. Çoğunluk sessizdi. Hinduların kutsal kitabı Bhavagad Gita’dan bir satır geldi aklıma. – ‘Ben Ölüm oldum, dünyalar yok eden.’”
Kasımpaşa – Galatasaray maçı bir ölüm oluyordu az kalsın, Galatasaraylıların duygularını yok eden. Galatasaray gibi büyük bir futbol takımının ve barındırdığı üst düzey oyuncularının Büyük Yargıç’ın göremediği ve bilerek yapmadığı bir pozisyon sonrasında bu kadar ölümü yaşamaları ve sinir harbine girmeleri belki de bir maçı kaybettirecekti.
Hakem, Kasımpaşalı Ali Güneş’in 9. dakikada panter edasında eli ile çıkardığı pozisyonu penaltı ve kırmızı kart ile cezalandırmamış olabilir. Yine Ali Güneş’in Kewell son adamken onu düşürmesini kesinlikle kırmızı olması gerekirken sarı ile cezalandırmış olabilir. Büyük bir takımın bu tür mevzular üzerinde fazla durmayıp, sinirlenmeden ve öfke harbi yaşamadan sakin bir şekilde işine bakması gerekirdi. Böyle yapmayan Galatasaray’ı ilk kez bu sezon, ilk yarı itibariyle bu kadar dağınık, sinirli, öfkeli ve sinirden eli ayağı dolanıp doğru düzgün pas yapamayan bir takım hüviyetinde gördüm. Galatasaray’ı bu yıla dair Galatasaray yapan olguların tamamen dışına çıkmışlardı Sarı Kırmızılılar. Sezonun en kötü oyununu ilk 45 dakikaya sığdırmayı başardılar. Ama öyle ama böyle…
Futbol kader yazacak bir oyundur demiştik. 90 kocaman dakikalık bir futbol maçının herhangi bir saniyesinde oluşan bir pozisyon, maçın tüm oyun karakterini değiştirebiliyor. Bu maç tiyatroysa, eğer 9. dakikadaki pozisyonun hükmü tam verilseydi tiyatronun adını farklı koyacak ve daha farklı perdelerden farklı oyunlar izleyecektik. Ama yanlış hükmün biz tiyatro severlere etkisi kötü oldu, Sinir Futbolu adını verdik bu tiyatroya.
Üzerinde durulması gereken daha acı bir gerçek var. Aslında bunu yazının sonlarında yazmam gerekiyor ama, madem Büyük Yargıç’ın insanlık hali nedeniyle istemeden yaptığı birkaç hata bazı söylemleri gerekli kılacaksa üzerinde durmak lazım. Her iki takımın hocalarının akıl mantalitelerini yoğurmak ve kıyaslamak açısından. Daha 9. dakikada penaltı ve 10 kişi kalma cezası hükmünden kurtulan, yine ikinci yarının başlarında 10 kişi kalma cezasından kurtulan bir takımın hocasının, mağlubiyeti hakem hatalarına bağlaması inanılır gibi değildir. Türk futbolunun nasıl bir uçuruma sürüklendiğini, Türk futbol insanlarının beyin olarak ne kadar öldüğünü ve zehirlendiğini, kıvırcık saçlı adam söylemiyle ispatladı bizlere şöyle diyerek; “Bana kalırsa hakem elinden gelini yaptı. İki takım da agresif oynadı, hakem maçı fena idare etmedi.”
İnanılır gibi değil. Eğer Türk feleğinden geçmiş bir Türk hoca olsaydı, kazanmalarına rağmen ilgili hakem için demediğini bırakmazdı. Frank Rijkaard ve teknik ekibinin getirdiği futbol mantalitesinin ülke futbolunun ne kadar ötesinde olduğunu bir kez daha anlamış olduk bu söylemiyle. Şahsım ve ülkem adına utandım ülkem futbol zihninden. Frank Rijkaard ve ekibine karşı da mahcup oldum. Tüm futbol bilgelerine..
Maçın ilk bölümü Galatasaray adına özellikle sorgulanmalı. Hem de tüm sezona karşı önlem olarak dikkate alarak. Rakibin oldukça agresifleştiği, bu agresif oyun kurgusunda direnç gösterdiği ve Galatasaraylı oyuncuların da onlara ayak uydururcasına öfkeye öfke ile cevap verme hırsı, şu ana kadar sergilediği paniksiz ve telaşsız futboldan uzaklaşması, ilk yarının 30. dakika civarlarında cezasını kesmişti Sarı Kırmızılılara. Top kaybında rakibi de kendisi de 38 rakamındaydı. Bu kadar usta ayakların sahayı parsellediği bir futbol arenasında, arada büyük siklet farkının olduğu diğer futbolcularla aynı sayıda top kaybı yapması, mini etek olarak nitelendirilen istatistik, bazen sahada uygulanan futbolun aynası olabilmekteymiş.
Maçın ikinci bölümünde ise bambaşka bir Galatasaray vardı. Ama rakibinin agresif tavrını sürdürmesi futbol dışı sahneleri izlememize neden oldu. Fakat Galatasaray açısından bu yıl görülen önemli farklılıklardan biri, takımın temposunu bulduğunda karşı rakip kim olursa olsun bu tempo karşısında dayanamayacağıydı. Maç son dakikalara da kalmayabilirdi. Sarı Kırmızılılar adına kaçan inanılmaz gol fırsatları vardı. Bu sezon rakiplerinin hatasını hiç affetmeyen takım görünümündeki aslanlar, affedilmeyen takım olacaklardı neredeyse, yarım düzine golü çok rahat bir şekilde bulmaları işten bile değilken. İlk 45 dakika itibariyle çok fazla efor sarf eden Kasımpaşalıların oyundan düşeceğini tüm futbol bilgeleri görmüştü saltanat koltuklarından.
Fakat bu maç bize şunu gösterdi. Hakem kararları ne olursa olsun, ne kadar şanssız olursanız olun, asla pes etmeden sonuna kadar savaşırsanız, mücadelenizi ortaya koyarsanız ödülünüzü öyle ya da böyle alırsınız. Bunu Türk Futbol Edebiyatı’nın en klişe terimlerinden biri olan ‘hakemi de yendik’ sözüyle genişletmemek lazım. Bu tür edebiyatlara girildiği an futbol felsefesinin tadı kaçıyor. Olması gereken sözün ne olduğunu bu maçın ardından gördük: Futbol kaderler oyunu olabilir, minicik bir saniye ya da salisede olan bir vukuat, doksan dakikayı ölümcül noktalara getirebilir. Ama tek bir saniye, azmederek savaşmanız gereken 89 dakika 59 saniyeyi çöpe atmaz. Sinirlere hakim olarak oyununuzu sürdürürseniz ödülünüzü alacaksınızdır, tıpkı Kasımpaşa – Galatasaray maçında olduğu gibi.
Bu maç aynı zamanda Galatasaray’ın karşılaşacağı rakiplere bir ipucu oldu. Çok dikkatli olması gerekiyor artık Aslanların. Çünkü görünen o ki, Galatasaray’a karşı aşırı agresif olan, bazı noktalarda şansı eline alan, iyi futbolu engelleyen kötü kararları arkasına alan bir takım Galatasaray’a zor anlar yaşatacaktır. Tabii ki Galatasaraylı oyuncular bu agresif tuzağa düşmedikleri ve öfkelenmedikleri sürece. Oyun disiplininden kopmadıkları sürece rakip ne kadar agresif olursa olsun amaca ulaşılacaktır.
Karaoğlan Nonda’ya özel bir parantez açmak lazım. Kendisi için özel bir paragrafı hak etti gerçekten. Bu yılki Nonda performansı takdire şayan. Oldukça az süre almasına rağmen takımın en çok gol atan ikinci oyuncu olması üzerine ne kadar şey yazıp çizersek çizelim, bazı şeyleri anlamlandıramayacağız. Çalışan, yedek kalmasına rağmen pes etmeyen, kendisine güvenen ve yedekliği sorun etmeyen bir oyuncunun hediyesini aldığına şahitlik ettik. Çalışanı severiz toplum olarak. Bu çalışkanlığını devam ettiren ve profesyonel bir futbolcunun nasıl olması gerektiğini bizlere gösteren Nonda’yı tebrik etmekten başka ne yapabiliriz? Uzun zamandır sahaya çıkmamış bir oyuncunun bir devreye üç golü sığdırmış olması, garip bir futbol istatistiği olarak ilginçlikler hanesine eklensin.
Sarı Kırmızılıların kendileri adına en çok sevinmeleri gereken noktalardan biri ise böyle yıldızlara sahip oldukları için gurur duymaları. Ülkemiz futbol tarihinin yıldız kalıplarına baktığımız zaman pes etmeyen, takımı için resmen savaşan, gözü kazanmak hırsıyla yanıp sönen yönlerine fazla şahitlik edilmemiştir. Futbolun narin ve sakin yüzleri olarak görülmüşlerdir yıldızlar. Ama Galatasaray’ın yıldız futbolcuları, bir yıldızdan öte takımları için savaşan bir nefer olduklarını gösterdiler. Takımına öncülük edebilmek için sürekli koşan ve her noktaya basmak isteyen Arda Turan, takımını bu savaştan galip çıkarmak için sonuna kadar savaşan ve aşırı hırs yaparak bir nevi kırmızı yemeyi bile göze alabilen Keita, fiziksel olarak çok yetersiz olduğu söylenerek peş peşe üç maçta 90 dakika forma giyen ama son dakikalarda bile sonuna kadar ter akıtıp, son nefesini harcayan Kewell gibi yıldızları tartıya koyduğunuzda bunu takdir mi etmenin yoksa saygı duymanın mı gerektiğini tam olarak bilemiyoruz. Sarı Kırmızılıların bu yılki en büyük yakıtı bu olsa gerek; pahalısından ucuzuna, yeteneklisinden mücadelecisine ve yıldızından neferine kadar kazanma hırsı ve mücadele azmi.
Bu maç aslında çok özel bir maç oldu. John Milton’ın ya da başta Paradise Lost olmak üzere bazı depresif İngiliz müzik gruplarının, kasvetli ülkelerinin özünden gelip kendi karakterleri ve ruhlarına yansıyan bir kader oyunu olsa gerek, eserlerine sık sık yansıttıkları ironiler silsilesiydi bu garip maç. Bazılarımız Allah’a inanır ya da inanmaz, ama inananların sık sık ettiği Allah’ın sopası deyiminin de gerçekleştiğine şahit olduk. Haftalardır sonuna kadar mücadele eden bir takımın içeride ve dışarıda elde ettiği seri galibiyetleri, neredeyse tamamen şansa ve bala yorarak ülkem futbol mantığının olmadığını ve renkler savaşının asla ölmediğini gösteren silahtan tehlikeli kalemlerin mecazen idam edilmesi gerektiği maçtır. Allah’ın, böyle düşünenlere vurduğu sopa ve çalışanların tevekkülüne cevabı olsa gerektir.
9. dakikada oyundan atılması gereken bir oyuncunun ikinci yarıda son adamken tekrar Kewell’ı indirmesi ve yine atılmaktan kurtulmasının ardından sakatlanarak oyunu terk etmesi futbol tanrılarının cilvesi olsa gerek. Haftalardır Rijkaard ve Galatasaray’ı ballı olmakla bir tutan sivri kalemli silahtarlara Rijkaard’ın iki hamle ile verdiği cevap olsa gerek. İlk yarıda ortada görünmeyen Galatasaray, iki oyuncu değişikliği ve değişen oyun mantalitesi ile birlikte koskoca 50 dakikayı tek kale oynadı neredeyse. Kasımpaşa’nın orta sahayı geçebildiği anlar 3 ya da 4 sayısı ile sınırlanmış olsa gerekti. Bu takımın ve Rijkaard’ın balla değil, azmederek, savaşarak ve doğru futbol taktiklerini uygulayarak, tempoyu koymayı başardığı zaman rakibini tamamen teslim aldığını göstermiştir yedi düvele. İlk ve ikinci bölümleri bu kadar ayrık ve farklı olan futbol tiyatroları fazla olmasa gerek.
Eğer ki hala Galatasaray’ın bal, şans, el, kol ve hakem ile maçları kazandığını söyleyecek el bombaları varsa, bunları tekrar yazmadan önce bize söylesinler ki kendilerinden uzak duralım ve bizden uzaklarda bir yerlerde patlasınlar. Vazgeçtim. Hemen dibimizde de patlayabilirler. Kalemleri ne bizim gibi gerçek futbolu sevenleri ne de Sarı Kırmızılıları yaralayacaktır. Gün gelip devran dönecek ve o silah kendilerinin cezalandırılma nedeni olacaktır. Çünkü; futbol tanrılarının sopası vardır. Başınızdan asla eksik olmaz.
Futbol bazen sinir ve savaş hali. Savaş vardır yeşil meydanda. Ölümler yoktur. Bombalar patlar sahanın milimetrik alanlarında. Bir de ilgili savaş halini yöneten Büyük Yargıç vardır. Bu yargıcın kararları beğenilir ya da beğenilmez. Ama bilerek yapmadığı, insanlık hali nedeniyle göremediği bazı sahneler savaş haline sebep olur ve futbolcularda beyin ölümü gerçekleşir. Tıpkı beynin içinde patlayan nükleer bomba gibi.
16 Temmuz 1945’te ilk nükleer patlamaya tanık oluşunun ardından Robert J. Oppenheimer şöyle not düşmüştü tarihin kara dehlizlerine ve not defterine: “Birkaç kişi güldü, birkaçı ağladı. Çoğunluk sessizdi. Hinduların kutsal kitabı Bhavagad Gita’dan bir satır geldi aklıma. – ‘Ben Ölüm oldum, dünyalar yok eden.’”
Kasımpaşa – Galatasaray maçı bir ölüm oluyordu az kalsın, Galatasaraylıların duygularını yok eden. Galatasaray gibi büyük bir futbol takımının ve barındırdığı üst düzey oyuncularının Büyük Yargıç’ın göremediği ve bilerek yapmadığı bir pozisyon sonrasında bu kadar ölümü yaşamaları ve sinir harbine girmeleri belki de bir maçı kaybettirecekti.
Hakem, Kasımpaşalı Ali Güneş’in 9. dakikada panter edasında eli ile çıkardığı pozisyonu penaltı ve kırmızı kart ile cezalandırmamış olabilir. Yine Ali Güneş’in Kewell son adamken onu düşürmesini kesinlikle kırmızı olması gerekirken sarı ile cezalandırmış olabilir. Büyük bir takımın bu tür mevzular üzerinde fazla durmayıp, sinirlenmeden ve öfke harbi yaşamadan sakin bir şekilde işine bakması gerekirdi. Böyle yapmayan Galatasaray’ı ilk kez bu sezon, ilk yarı itibariyle bu kadar dağınık, sinirli, öfkeli ve sinirden eli ayağı dolanıp doğru düzgün pas yapamayan bir takım hüviyetinde gördüm. Galatasaray’ı bu yıla dair Galatasaray yapan olguların tamamen dışına çıkmışlardı Sarı Kırmızılılar. Sezonun en kötü oyununu ilk 45 dakikaya sığdırmayı başardılar. Ama öyle ama böyle…
Futbol kader yazacak bir oyundur demiştik. 90 kocaman dakikalık bir futbol maçının herhangi bir saniyesinde oluşan bir pozisyon, maçın tüm oyun karakterini değiştirebiliyor. Bu maç tiyatroysa, eğer 9. dakikadaki pozisyonun hükmü tam verilseydi tiyatronun adını farklı koyacak ve daha farklı perdelerden farklı oyunlar izleyecektik. Ama yanlış hükmün biz tiyatro severlere etkisi kötü oldu, Sinir Futbolu adını verdik bu tiyatroya.
Üzerinde durulması gereken daha acı bir gerçek var. Aslında bunu yazının sonlarında yazmam gerekiyor ama, madem Büyük Yargıç’ın insanlık hali nedeniyle istemeden yaptığı birkaç hata bazı söylemleri gerekli kılacaksa üzerinde durmak lazım. Her iki takımın hocalarının akıl mantalitelerini yoğurmak ve kıyaslamak açısından. Daha 9. dakikada penaltı ve 10 kişi kalma cezası hükmünden kurtulan, yine ikinci yarının başlarında 10 kişi kalma cezasından kurtulan bir takımın hocasının, mağlubiyeti hakem hatalarına bağlaması inanılır gibi değildir. Türk futbolunun nasıl bir uçuruma sürüklendiğini, Türk futbol insanlarının beyin olarak ne kadar öldüğünü ve zehirlendiğini, kıvırcık saçlı adam söylemiyle ispatladı bizlere şöyle diyerek; “Bana kalırsa hakem elinden gelini yaptı. İki takım da agresif oynadı, hakem maçı fena idare etmedi.”
İnanılır gibi değil. Eğer Türk feleğinden geçmiş bir Türk hoca olsaydı, kazanmalarına rağmen ilgili hakem için demediğini bırakmazdı. Frank Rijkaard ve teknik ekibinin getirdiği futbol mantalitesinin ülke futbolunun ne kadar ötesinde olduğunu bir kez daha anlamış olduk bu söylemiyle. Şahsım ve ülkem adına utandım ülkem futbol zihninden. Frank Rijkaard ve ekibine karşı da mahcup oldum. Tüm futbol bilgelerine..
Maçın ilk bölümü Galatasaray adına özellikle sorgulanmalı. Hem de tüm sezona karşı önlem olarak dikkate alarak. Rakibin oldukça agresifleştiği, bu agresif oyun kurgusunda direnç gösterdiği ve Galatasaraylı oyuncuların da onlara ayak uydururcasına öfkeye öfke ile cevap verme hırsı, şu ana kadar sergilediği paniksiz ve telaşsız futboldan uzaklaşması, ilk yarının 30. dakika civarlarında cezasını kesmişti Sarı Kırmızılılara. Top kaybında rakibi de kendisi de 38 rakamındaydı. Bu kadar usta ayakların sahayı parsellediği bir futbol arenasında, arada büyük siklet farkının olduğu diğer futbolcularla aynı sayıda top kaybı yapması, mini etek olarak nitelendirilen istatistik, bazen sahada uygulanan futbolun aynası olabilmekteymiş.
Maçın ikinci bölümünde ise bambaşka bir Galatasaray vardı. Ama rakibinin agresif tavrını sürdürmesi futbol dışı sahneleri izlememize neden oldu. Fakat Galatasaray açısından bu yıl görülen önemli farklılıklardan biri, takımın temposunu bulduğunda karşı rakip kim olursa olsun bu tempo karşısında dayanamayacağıydı. Maç son dakikalara da kalmayabilirdi. Sarı Kırmızılılar adına kaçan inanılmaz gol fırsatları vardı. Bu sezon rakiplerinin hatasını hiç affetmeyen takım görünümündeki aslanlar, affedilmeyen takım olacaklardı neredeyse, yarım düzine golü çok rahat bir şekilde bulmaları işten bile değilken. İlk 45 dakika itibariyle çok fazla efor sarf eden Kasımpaşalıların oyundan düşeceğini tüm futbol bilgeleri görmüştü saltanat koltuklarından.
Fakat bu maç bize şunu gösterdi. Hakem kararları ne olursa olsun, ne kadar şanssız olursanız olun, asla pes etmeden sonuna kadar savaşırsanız, mücadelenizi ortaya koyarsanız ödülünüzü öyle ya da böyle alırsınız. Bunu Türk Futbol Edebiyatı’nın en klişe terimlerinden biri olan ‘hakemi de yendik’ sözüyle genişletmemek lazım. Bu tür edebiyatlara girildiği an futbol felsefesinin tadı kaçıyor. Olması gereken sözün ne olduğunu bu maçın ardından gördük: Futbol kaderler oyunu olabilir, minicik bir saniye ya da salisede olan bir vukuat, doksan dakikayı ölümcül noktalara getirebilir. Ama tek bir saniye, azmederek savaşmanız gereken 89 dakika 59 saniyeyi çöpe atmaz. Sinirlere hakim olarak oyununuzu sürdürürseniz ödülünüzü alacaksınızdır, tıpkı Kasımpaşa – Galatasaray maçında olduğu gibi.
Bu maç aynı zamanda Galatasaray’ın karşılaşacağı rakiplere bir ipucu oldu. Çok dikkatli olması gerekiyor artık Aslanların. Çünkü görünen o ki, Galatasaray’a karşı aşırı agresif olan, bazı noktalarda şansı eline alan, iyi futbolu engelleyen kötü kararları arkasına alan bir takım Galatasaray’a zor anlar yaşatacaktır. Tabii ki Galatasaraylı oyuncular bu agresif tuzağa düşmedikleri ve öfkelenmedikleri sürece. Oyun disiplininden kopmadıkları sürece rakip ne kadar agresif olursa olsun amaca ulaşılacaktır.
Karaoğlan Nonda’ya özel bir parantez açmak lazım. Kendisi için özel bir paragrafı hak etti gerçekten. Bu yılki Nonda performansı takdire şayan. Oldukça az süre almasına rağmen takımın en çok gol atan ikinci oyuncu olması üzerine ne kadar şey yazıp çizersek çizelim, bazı şeyleri anlamlandıramayacağız. Çalışan, yedek kalmasına rağmen pes etmeyen, kendisine güvenen ve yedekliği sorun etmeyen bir oyuncunun hediyesini aldığına şahitlik ettik. Çalışanı severiz toplum olarak. Bu çalışkanlığını devam ettiren ve profesyonel bir futbolcunun nasıl olması gerektiğini bizlere gösteren Nonda’yı tebrik etmekten başka ne yapabiliriz? Uzun zamandır sahaya çıkmamış bir oyuncunun bir devreye üç golü sığdırmış olması, garip bir futbol istatistiği olarak ilginçlikler hanesine eklensin.
Sarı Kırmızılıların kendileri adına en çok sevinmeleri gereken noktalardan biri ise böyle yıldızlara sahip oldukları için gurur duymaları. Ülkemiz futbol tarihinin yıldız kalıplarına baktığımız zaman pes etmeyen, takımı için resmen savaşan, gözü kazanmak hırsıyla yanıp sönen yönlerine fazla şahitlik edilmemiştir. Futbolun narin ve sakin yüzleri olarak görülmüşlerdir yıldızlar. Ama Galatasaray’ın yıldız futbolcuları, bir yıldızdan öte takımları için savaşan bir nefer olduklarını gösterdiler. Takımına öncülük edebilmek için sürekli koşan ve her noktaya basmak isteyen Arda Turan, takımını bu savaştan galip çıkarmak için sonuna kadar savaşan ve aşırı hırs yaparak bir nevi kırmızı yemeyi bile göze alabilen Keita, fiziksel olarak çok yetersiz olduğu söylenerek peş peşe üç maçta 90 dakika forma giyen ama son dakikalarda bile sonuna kadar ter akıtıp, son nefesini harcayan Kewell gibi yıldızları tartıya koyduğunuzda bunu takdir mi etmenin yoksa saygı duymanın mı gerektiğini tam olarak bilemiyoruz. Sarı Kırmızılıların bu yılki en büyük yakıtı bu olsa gerek; pahalısından ucuzuna, yeteneklisinden mücadelecisine ve yıldızından neferine kadar kazanma hırsı ve mücadele azmi.
Bu maç aslında çok özel bir maç oldu. John Milton’ın ya da başta Paradise Lost olmak üzere bazı depresif İngiliz müzik gruplarının, kasvetli ülkelerinin özünden gelip kendi karakterleri ve ruhlarına yansıyan bir kader oyunu olsa gerek, eserlerine sık sık yansıttıkları ironiler silsilesiydi bu garip maç. Bazılarımız Allah’a inanır ya da inanmaz, ama inananların sık sık ettiği Allah’ın sopası deyiminin de gerçekleştiğine şahit olduk. Haftalardır sonuna kadar mücadele eden bir takımın içeride ve dışarıda elde ettiği seri galibiyetleri, neredeyse tamamen şansa ve bala yorarak ülkem futbol mantığının olmadığını ve renkler savaşının asla ölmediğini gösteren silahtan tehlikeli kalemlerin mecazen idam edilmesi gerektiği maçtır. Allah’ın, böyle düşünenlere vurduğu sopa ve çalışanların tevekkülüne cevabı olsa gerektir.
9. dakikada oyundan atılması gereken bir oyuncunun ikinci yarıda son adamken tekrar Kewell’ı indirmesi ve yine atılmaktan kurtulmasının ardından sakatlanarak oyunu terk etmesi futbol tanrılarının cilvesi olsa gerek. Haftalardır Rijkaard ve Galatasaray’ı ballı olmakla bir tutan sivri kalemli silahtarlara Rijkaard’ın iki hamle ile verdiği cevap olsa gerek. İlk yarıda ortada görünmeyen Galatasaray, iki oyuncu değişikliği ve değişen oyun mantalitesi ile birlikte koskoca 50 dakikayı tek kale oynadı neredeyse. Kasımpaşa’nın orta sahayı geçebildiği anlar 3 ya da 4 sayısı ile sınırlanmış olsa gerekti. Bu takımın ve Rijkaard’ın balla değil, azmederek, savaşarak ve doğru futbol taktiklerini uygulayarak, tempoyu koymayı başardığı zaman rakibini tamamen teslim aldığını göstermiştir yedi düvele. İlk ve ikinci bölümleri bu kadar ayrık ve farklı olan futbol tiyatroları fazla olmasa gerek.
Eğer ki hala Galatasaray’ın bal, şans, el, kol ve hakem ile maçları kazandığını söyleyecek el bombaları varsa, bunları tekrar yazmadan önce bize söylesinler ki kendilerinden uzak duralım ve bizden uzaklarda bir yerlerde patlasınlar. Vazgeçtim. Hemen dibimizde de patlayabilirler. Kalemleri ne bizim gibi gerçek futbolu sevenleri ne de Sarı Kırmızılıları yaralayacaktır. Gün gelip devran dönecek ve o silah kendilerinin cezalandırılma nedeni olacaktır. Çünkü; futbol tanrılarının sopası vardır. Başınızdan asla eksik olmaz.
1 yorum:
Super yazi, her hafta takip ediyorum yazilarini abi, eline koluna saglik
Yorum Gönder