Hayatımız boyunca sayısız sinema izlemişizdir. Bazıları bizi ayrı etkilemiştir. Yıllardır sinema ve dizilerle çok ilgiliyim ve çok geniş bir arşive sahibim. Bu arşivlerden bazıları beni çok etkilemiş durumda. Bu filmler listeme giren sinemalardan biridir Little Miss Sunshine…
Bağımsız Amerikan filmi dalında yayınlanan ve iki oskar kazanan bu film, içeriği itibariyle oldukça absürd ve dolu bir hikaye örgüsüyle bezenmişti.
Geniş bir ailemiz vardır. Film, ailenin, küçük kızları Olive’ın hayalini gerçekleştirmek için minibüse doluşup çocuk güzellik yarışmasına gidişlerini, yolculuk esnasında başlarından geçenleri ve hayatlarının değişmesini anlatıyor. Olaylar geliştikçe aile bireyleri hayatlarını alt üst edecek bir çok kırılma noktası yaşıyor, hayata bakışları değişiyor ve yer yer de darmadağın oluyorlar.
Her bir aile bireyi kendi çapında anormaldir.
Kızının başarılı olmasından başka gözü hiçbir şeyi görmeyen ve bu başarıyı hayatının merkezine koyan bir baba…
Ailesini ve evliliğini bir arada tutmaya çalışan mücadeleci bir anne…
Hiç ama hiç konuşmayan bir oğul. Ağzından tek laf alamayacağınız… Çünkü savaş pilotu olana kadar sessizlik yemini etmiştir. Nietzche hayranıdır ve ailenin en içine kapanık, tehlikeli bireyidir.
Eroin bağımlısı bir dede…
Zamanında intihara teşebbüs etmiş ve bu yönüyle ailenin yüz karası olarak addedilen, Marcel Proust üzerine araştırmalar yapmış ama hakkettiğini bir türlü elde edememiş akademisyen bir dayı…
Ve yolculuğa çıkarlar…
Hem neşe vardır, hem hüzün. Müthiş oyunculuk ve performanslar… İnsanın tüylerini diken diken edecek diyaloglar. Özellikle dayı ile sessizlik yemini etmiş yeğenin iskeledeki Marcel Proust ve hayat üzerine diyalogları beni darmadağın etmiştir, Proust hayranlığım nedeniyle.
Sessizlik yemini mi dedik? Oğlanımız sessizlik yeminini bozmak zorunda kalıyor. Bu yeminini bozduğu anki sahneler, o öfkeli çığlığı ise müthiş bir ambiyans yaratıyor. Yeminini neden bozduğu sürpriz olsun. Filmin tadı kaçar sonra.
Herkes kaybedebilir hayatta. Ama hemen ardından hayatın anlamına erişerek kendine güvenini kazanması gerekir bireylerin. Bazen kaybetmekten korkmamak lazım. Çünkü kötü hatıralarımız belki de bize en çok şey öğretenlerdir.
Kaybeden bireylerin bu kadar mutlu olduğu başka bir film kolay kolay bulamazsınız. Filmin patlama sahneleri, son bölümlerde ailenin eğlenerek kendinden geçmesi, diğer kazanan insanları umursamaması, hayatın güzelliğine bakması sizi mutlu bir dünyaya götürecek.
Bağımsız Amerikan filmi dalında yayınlanan ve iki oskar kazanan bu film, içeriği itibariyle oldukça absürd ve dolu bir hikaye örgüsüyle bezenmişti.
Geniş bir ailemiz vardır. Film, ailenin, küçük kızları Olive’ın hayalini gerçekleştirmek için minibüse doluşup çocuk güzellik yarışmasına gidişlerini, yolculuk esnasında başlarından geçenleri ve hayatlarının değişmesini anlatıyor. Olaylar geliştikçe aile bireyleri hayatlarını alt üst edecek bir çok kırılma noktası yaşıyor, hayata bakışları değişiyor ve yer yer de darmadağın oluyorlar.
Her bir aile bireyi kendi çapında anormaldir.
Kızının başarılı olmasından başka gözü hiçbir şeyi görmeyen ve bu başarıyı hayatının merkezine koyan bir baba…
Ailesini ve evliliğini bir arada tutmaya çalışan mücadeleci bir anne…
Hiç ama hiç konuşmayan bir oğul. Ağzından tek laf alamayacağınız… Çünkü savaş pilotu olana kadar sessizlik yemini etmiştir. Nietzche hayranıdır ve ailenin en içine kapanık, tehlikeli bireyidir.
Eroin bağımlısı bir dede…
Zamanında intihara teşebbüs etmiş ve bu yönüyle ailenin yüz karası olarak addedilen, Marcel Proust üzerine araştırmalar yapmış ama hakkettiğini bir türlü elde edememiş akademisyen bir dayı…
Ve yolculuğa çıkarlar…
Hem neşe vardır, hem hüzün. Müthiş oyunculuk ve performanslar… İnsanın tüylerini diken diken edecek diyaloglar. Özellikle dayı ile sessizlik yemini etmiş yeğenin iskeledeki Marcel Proust ve hayat üzerine diyalogları beni darmadağın etmiştir, Proust hayranlığım nedeniyle.
Sessizlik yemini mi dedik? Oğlanımız sessizlik yeminini bozmak zorunda kalıyor. Bu yeminini bozduğu anki sahneler, o öfkeli çığlığı ise müthiş bir ambiyans yaratıyor. Yeminini neden bozduğu sürpriz olsun. Filmin tadı kaçar sonra.
Herkes kaybedebilir hayatta. Ama hemen ardından hayatın anlamına erişerek kendine güvenini kazanması gerekir bireylerin. Bazen kaybetmekten korkmamak lazım. Çünkü kötü hatıralarımız belki de bize en çok şey öğretenlerdir.
Kaybeden bireylerin bu kadar mutlu olduğu başka bir film kolay kolay bulamazsınız. Filmin patlama sahneleri, son bölümlerde ailenin eğlenerek kendinden geçmesi, diğer kazanan insanları umursamaması, hayatın güzelliğine bakması sizi mutlu bir dünyaya götürecek.
1 yorum:
kendisi bloguma isim olmuştur.Severiz.
Yorum Gönder