13 Eylül 2009 Pazar

Galatasaray – Beşiktaş: Erken Golün Dayanılmaz Rahatlığı



Birçok anlamda ilginç bir maçtı. Maç öncesi deklare edilen söylemlerin bir çoğu da tutmuştu. Beklentilerin altında kalan bazı noktalara da şahit olduk. Nelerdi maç öncesi ortaya konulan öngörüler?

Beşiktaş açısından, alışılagelen derbi öncesi Mustafa Denizli sürprizlerinin olup olmayacağı sorgulanan bir konuydu. Denizli bu anlamda genel kitleyi yanıltmadı. Rüştü ve daha takımın sistemine tam olarak hazır olmayan Tabata gibi sürprizlerinin yanında, Fink’i kesip Yusuf ve Nihatlı bir kadroyu ortaya sürdü ki, maç öncesi bu hiç beklenmedik bir sürprizdi. Çünkü Nihat ve Yusuf hazır olmamakla birlikte, Ekrem Dağ ve Rüştü sakatlıklardan yeni çıkmış oyunculardı. Form durumlarının iyi olduğundan asla söz edilemezdi. Bu Beşiktaş açısından bir nevi intihar oldu.

Diğer görüşlerden biri ise Galatasaray’ın milli takımlara yolladığı bir çok oyuncu nedeniyle lige verilen arada tam takım olarak Beşiktaş maçına hazırlanamaması, Aydın ve Ayhan gibi sistem açısından önemli olan oyuncuların sakatlıkları, Gökhan Zan’ın yokluğu, birçok milli oyuncuya sahip olup maça yorgun çıkacak olmaları Galatasaray açısından dezavantajlı noktalardı. Öte yandan rakibi milli takımlara az sayıda oyuncu yollamış ve yaklaşık iki hafta boyunca bir nevi tam takım halinde sadece Galatasaray’a odaklanabilmişlerdi. Ayrıca kaybetmeleri halinde rakiplerinin dokuz puan gerisinde kalacak olmaları nedeniyle, Beşiktaş’ı favori olmadığı bir derbide, can derdi nedeniyle puan alabileceği yönüne itiyordu. Zaten maç 2-0 oluncaya kadar oynanan futbola bakarsak, bu paragrafta geçen cümlelerin az çok yerini bulduğu söylenebilir.

Galatasaray’ı oynayacağı futbol anlamında en çok etkileyecek faktör, takımla uzun süre çalışamayıp milli takımlarda oynayacak oyuncuların yorgunlukları olacaktı. Öyle de oldu. Galatasaray adına maçın genel gidişatına damgayı vuran hem yorgunluk hem de golün erken gelmesi oldu.

Maç öncesi aktarılan yorumlardan biri, Beşiktaş’ın bu maçı kazanmak ya da en azından puan kazanmak istiyorsa ne yapıp ne edip ilk golü yiyen taraf olmamasıydı. Çünkü gol noktalarında oldukça sıkıntı çektikleri gibi, gol yedikten sonra şu anki form düzeyleriyle oldukça etkili ayaklara sahip bir rakip karşısında maçı çevirebilmelerinin çok güç olacağıydı.

İlk yarı boyunca Beşiktaş’ı Galatasaray’a nazaran daha etkili gösteren ve topu daha çok ayağında gösteren faktör, Galatasaray’ın golü çok erken bulması ve o noktadan sonra kendisini zorlamayıp ipleri rakibin eline vermesiydi. Beşiktaş ilk yarı boyunca ipleri elinde tutan takım hüviyetinde görünüyordu ama bal yapamıyorlardı, Serdar Özkan’ın oldukça müsait bir pozisyondan yararlanamaması dışında. Bunun dışında topun daha çok ayaklarında görünmesinin renkli ve yaratıcı tarafları yoktu. Bunu etkinliğe çeviremediler. Rakibi kendisini sıkmamasına rağmen Keita’nın iki güzel ortasıyla Kewell ile çok net iki gol pozisyonundan yararlanamadı. İlk yarı daha çok topla oynayan rakım Beşiktaş olmasına rağmen, en etkili pozisyonları Galatasaray bulmuştu.

Beşiktaş ilk yarı rakibini sık sık defans arkasına atılan toplarla hırpalamak ve goller bulmak istedi. Fakat Galatasaray bu tuzağa hiç düşmedi. Bunda kısmen, bana göre maçın en iyi adamı olan Sabri’nin de büyük etkisi vardı. Galatasaray defansif kademesini arkaya atılan toplarda çok akıllı bir şekilde kurguladı. Nihayetinde ilk yarı sonuçlandığında Beşiktaş’ın ofsayta yakalanma sayısı ekrana yansımıştı bile; yedi, rakamla 7…

Beşiktaş’ın ikinci yarıya direkt iki oyuncu değişikliği ile başlaması, Mustafa Denizli’nin hatalı olduğunu ve kumar oynadığını kabullenmesi anlamına geliyordu. İkinci yarı Beşiktaş ilk yarıya oranla daha etkiliydi, Galatasaray hala yorgunluğun izlerini taşıyor ve kendisini zorlamıyordu. Galatasaray’ın bu sezon ligde oynadığı en kaygısız maçlardan biriydi. Belki de Beşiktaş, Galatasaray’ın etkili ama yorgun olan ayaklarını kilitlemeyi iyi başarmıştı.

Orta saha kurgusunda daha kalabalık olan taraftı siyah beyazlılar. Sarı kırmızılı rakibinin Ayhan Akman’sızlıktan kaynaklı, defans ve forvet hattı arasındaki bağlantıyı bir türlü kuramaması, etkili ayakların yorgunlukları ve bu yorgunluğun, yıpranmanın getirdiği çözülme iplerin Beşiktaş’ta olmasını sağlamıştı. Öte yandan asıl puana ihtiyacı olan ve tüm gücünü harcaması gereken Beşiktaş’tı. Skor 2-0 oluncaya kadar oynanan futbol bunun aynasıydı. Beşiktaş çok net dört gol pozisyonunu Serdar Özkan ile buldu fakat genç oyuncu deneyimsizliğinin kurbanı oldu. Kartallar hem kontrollü hem de maçı isteyen bir kimlik ile sahaya yayılmaya devam ediyorlardı. Galatasaray da ben ne yapar, eder, bu maçı bir türlü kazanmasını bilirim kaygısızlığında yeşil zeminde salınıyordu.

Büyük takım olmak her maçta mükemmel oynamak anlamına gelmiyor aynı zamanda. Oldukça güçlü rakibi, fazla oynamadan ve efor sarf etmeden, bitirici hamleler ile temiz bir skor ile yenmek de güçlü takımın aynalarından biri. Ya da yıldız ve etkili oyunculara sahip olmanın dayanılmaz rahatlığı…

Eğer Serdar Özkan’ın yerinde Kewell olsaydı, belki siyah beyazlıların hanesine iki golü yazılmış görürdük. Ama bunun yerine usta ayakların hiç beklenmedik anda ortaya çıkıp ikinci golü atmasıyla kartalların gardı tamamen düşüyordu. Aslan kükremeden bir anda iki farklı öne geçmesini bilmişti.

Halbuki Beşiktaş ikinci yarıya gerçekten iyi başlamıştı. Daha tehlikeli ve daha çok adamla geliyor, risk alıyordu. Galatasaray ise ısrarla rakibinin oyununu kabulleniyor gibi görünüyor ve bitirici hamleyi vurmak için fırsat kolluyor gibiydi. Eğer bir takım can derdindeyse, bir maçı kaybetmek bir çok şeyi kaybettirecekse, karşı takım da bu maça tam kadro olarak bir türlü hazırlanamamışsa, oldukça yerinde giden ve ivme kazanan futboluna ekstra ivmeler kazanmak şansından milli maç araları nedeniyle mahrum kalıyorsa, böyle bir futbolu görmek şaşırtıcı olmamalı. Galatasaraylılar açısından ise asla üzücü olmamalı. Olaya şu açıdan bakmalarında fayda var. Beşiktaş kazanmak için elinden gelen her şeyi yaptı, tüm gücüyle oynamak istedi, rakibini aynı zamanda da kilitlemek istedi. Bunları bir nebze başardılar ama durgun olan rakiplerinin söz konusu kaygısızlığına rağmen bileğini bükemediler. Güçleri yetmedi rakiplerine. Yedikleri ikinci golde ise aldıkları riskin cezasının kesilmiş olduğunu görebilirler. Mehmet Topal tek pasla Kewell’ı yalnız başına, başıboş bir şekilde ceza sahası içine sokuyor ve Baros da fırsatçılığı, takipçiliği ile iyi oynamayan takımını bir anda iki farklı üstünlüğe taşıyordu.

İlk Gaziantep maçı hariç Galatasaray iki farklı öne geçtiği tüm maçlarda rakibini tamamen sindiren bir futbol anlayışıyla istediğini yapan bir takım örgüsündeydi. Beşiktaş maçında da aynısı oldu. Maçı kazanmak için elinden geleni yapan kartallar, ikinci golü yedikten sonra tamamen oyundan düştüler ve teslim bayrağını çektiler. Galatasaray da oyunu istediği gibi yönlendirmeye başladı.

Galatasaray’ın karşısına çıkan takımların ne yapıp ne edip, iki farklı geriye düşmemeleri gerekiyor. Çünkü Galatasaray iki farkı bulduktan sonra rakibini esir alan bir futbol anlayışıyla sahaya yayılıyor. Bunda etkili silahlara sahip olmanın ve o noktadan sonra maçı vermeyecek takım hüviyetini belli etmelerinin önemli etkisi de var. Tabii yorgunluk olmasına rağmen bazı oyuncuların yüksek fizik kondisyonları ve bu kondisyonun rakiplerinden daha iyi olması rakibin teslim bayrağı çekmesine neden olabiliyor.

Galatasaray bu maçta etkili bir oyun oynamadı ama oyun disiplininden koptuğu, paniklediği asla söylenemezdi. Ligin başından beri Galatasaray’ın en önemli özelliği, disiplini ve sisteme sonuna kadar sadık kalmalarıydı. Beşiktaş’ın sürekli saldırdığı anlarda bile heyecan yapmamışlar ve kaygısız ruh hallerinden örnekler sergilemişlerdi.

Zannedersem Galatasaray’ı bu yıl rakiplerinden ayıran en önemli özelliği, sistemi tam olarak uygulayamasalar ve yer yer oyunu kuramasalar bile sakin olmaları, disiplinlerinin yanında oyunun kaderini her an değiştirebilecek üstün kalitede oyunculara sahip olmaları. Bu oyuncular asla günlerinde olmasalar bile ne yapıp ne edip skoru değiştirebiliyorlar. Bunu üçüncü golde sadece isimlere bakarak görebilirsiniz:

Elano’dan ayağa teslim bir orta, Kewell’dan hiç bekletmeden usta işi bir pas, Baros’tan usta işi bir son vuruş.

İsimlere dikkat kesiliyoruz; Elano – Kewell – Baros…

Böyle bir kadro ve bitirici ayaklar rakiplerde olmayınca kötü oynanan maçlarda bile her an golün gelmesini bekleyebiliyorsunuz. Milli maçlardan kaynaklı yorgunluğu ve yıpranması nedeniyle sahada hiç gözükmeyen Arda bile erken golün yaratıcısı olan oyuncuydu. Dört net gol pozisyonu bulmuş Serdar Özkan’a sahip büyük bir takımla, daha etkili ayaklara sahip diğer büyük takımın arasındaki en büyük farklardan biri bu olsa gerek.

Üzerinde uzun uzun konuşulması gerek öte yandan. Galatasaray söz konusu etkili ayaklarına rakibinin Tabata’ya saydığı bonservis bedeli kadar para vermiş de değil. Rakip taraftarların kendi takımlarını o anlamda sorgulamaları da bir şart.

Maçın en iyileri ise Beşiktaş tarafından tartışmasız Serdar Özkan’dı. Bu genç oyuncumuzun daha ehil ellere ihtiyacı var. Üzerinde kesinlikle durulması gereken bir oyuncu. Galatasaray’da ise Sabri bence maçın en iyisiydi. Hem defansif anlamda, hem takıma enerji pompalamak, hem de ataklara katılma anlamında oldukça etkiliydi. Geçmiş maçlarına nazaran kademelere daha iyi girdi ve birkaç kritik topu kesmesi gözlerimizden kaçmadı. Sabri’nin son maçlarda Rijkaard ve teknik ekibin ehil ellerinde bir dönüşüme uğradığı ortadaydı. Futbolu anlamında gelişim gösterdiğini bizlere gösteriyordu. Ama Beşiktaş maçı ile birlikte Uğur Uçar’ın Sabri Sarıoğlu’ndan formayı kapabilmesinin neden daha da güç olduğu ortaya çıktı gibi. Sabri’nin artık sadece futbola odaklanması, eskisi gibi sinirli olmaması, hakemler ve rakip oyuncularla uğraşmaması ise tüm futbolcuların gelişebileceğine ve olumsuz alışkanlıklarını yok edebileceğine işaret ediyor. Tabii ki ehil, planlamacı, bilge ve sistemci ellerde. Keita ise Galatasaray açısından sahanın en çalışkanlarındandı. Hem defansif ve hem de ofansif anlamda takımının etkili oyuncularındandı.


Maç yorumunu kısaca sonlandırmak gerekirse, kartallar ellerinden geleni yaptılar, daha fazla istediler, can derdiyle oynadılar, şu anki mevcut tüm güçlerini sahaya yansıttılar ama rakiplerine güçleri yetmedi. Rakipleri kaygısız ve bitirici oyunla net bir skorla sahadan galip ayrılmasını bildiler. Eğer bir takım, ligin en az gol yiyen ve çok zor gol yiyen güçlü rakibine oranla daha etkisiz olmasına rağmen, net bir skorla 3-0 galip ayrılıyorsa, büyük takım kimliğini sergilemiş demektir. Şu an için görünen bu.

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails