1 Mayıs 2010 Cumartesi

Bir Zamanlar Üniversite...

(Yıl 1997: Şişeyi ters tutmuş kerata benim. Önlerde amma saçım varmış ha o zaman!)

Yıl 1995. Bir çok gencin hayalini süsleyen üniversiteyi kazanmıştım. Trabzon’a gelmiştim. Ama öncesinde moralimi gerçekten bozan bir olayla karşılamıştım. Üniversitelerde insanlar rahatlık payesini bulup kılık kıyafet açısından özgürlük yaşarken, babam Trabzon insanı korkusundan saçlarımı kestirmem için acayip zorlamıştı beni. Mis gibi uzattığım saçlarımı kestirip öyle üniversiteye gitmek zorunda kalmıştım. Moralin muazzam bozuktu. Hatta saçlarım gittiğinde deli gibi ağlamıştım. Çok ama çok sinirlenmiştim çünkü.

Trabzon’un bizi iyi karşıladığı söylenemezdi. Okula kayıt olurken evi ayarlamıştık. Hemen Trabzon Havaalanının civarında olan Pelitli’de sıfır kilometre bir eve çıkmıştık. Ev gerçekten harikuladeydi. Öğrenci evi demeye bin şahit lazımdı, lüks bir ev sayılırdı.

KTÜ’ye gelme sebebim Pendik’te apartmanımızda oturan ve çok ama çok sevdiğim bir arkadaşım olan Ümit’in orada okumasıydı. O orada okuduğu için bir yıl sonra ben gelmiştim yanına. Ben, Ümit ve kuzenim aynı evde kalacaktık. Kayıt olmaya geldiğimde babam, ben ve Ümit evi tutmuş, noterde imzayı basmış ve hemen ardından eve tekrar geri dönmüştük. Odalara bakınıyorduk. Şu odada şu kalır, bu odada şu kalır diye hesap ediyorduk. Bir oda açıkta kalıyordu. “Ee buraya ne yapacağız” demiştik. Babam da “ne yapacaksınız, oraya da karı atarsınız” demişti. Yarılmıştık tabii. O zamanlar babam gerçekten çok manyak bir adamdı bu konularda.

Üniversitede ilk aylarım sessizlikten ibaretti. Hiç arkadaşım yoktu. Aslını söylemek gerekirse, ilk kez ailemden uzak olarak şehir dışına çıktığım ve büyük bir şehirden geldiğim için, okuldaki kişilerle asla uyuşamayacağımı düşünüyordum. Potansiyel mevzusu açısından arada farklar olacağını düşünüyordum. Trabzon yerlisinin Metal dinlemesi mi? Haşaaa! Bu denli kopuk, aptal ve salakça düşüncelere sahiptim. Hala da gülerim bunları düşünen o aptal zihnime.

Walkmani takar, dersliğe gelir, teneffüs olur, tekrar walkmani takardım. Kuzenim ikinci öğretimdi ve haliyle tek başıma olurdum hep. 1,5 saatlik öğleyin molalarında hep tek başıma otururdum. Her zaman müzik dinlerdim. İlk 3-4 ayım böyle tek fişek modundaydı zaten.

Yine oturup müzik dinlediğim günlerden birinde, Makine Mühendisliği’nin bahçesinde oturuyorken karşımda bizim sınıftan iki kızı, bana bakıp bir şeyler konuşuyorken gördüm. Sonra biri kalktı yanıma oturdu. Bir şey söyledi ama duyamamıştım. Walkmani kapattım ve “efendim” dedim.

“Metallica mı dinliyorsunuz?”
“Hayır!”
“Dinleyebilir miyim?”
“Tabii.”

Walkmande play tuşuna basılır ve kızın yüzündeki ifade bir anda korkuya, ekşileşmeye dönüşür.

“Bu kim?”
“Cannibal Corpse!”
“Teşekkür ederim.”
“Ne demek!”

Hemen yanımdan kalkılır ve tıpış tıpış diğer arkadaşının olduğu yere döner. Morarmış bir vaziyette..

Gel zaman git zaman, bazı dedikodular kulağıma gelmeye başlamıştı. Sınıftaki bazı arkadaşlar benim için ne kadar tuhaf ve garip bir adam diyorlarmış. Hatta kızlar bir geyiğe başlamışlar; kim kiminle çıkıyor diye. Bir çok kişi birileriyle çıkıyordu ama sıra bana gelince Atilla walkmaniyle çıkıyor diyorlardı.

Medeni Hukuk dersindeydik. Kuzenim gececi olmasına rağmen dersimize benle gelmişti. Yan yana oturuyorduk. Kuzen “akşama ne yemek yapacağız” demişti, ben de “bilmiyorum ki” demiştim. Hoca konuştuğumuzu gördü ve “ne konuşuyorsunuz” dedi. “Bir şey yok” dedim. “Bilinmesi gereken bir şey varsa biz de bilelim” dedi. “Önemli bir şey değil” dedim.

Zaten görüntüm nedeniyle hocaların çoğu garip garip bakar dururdu bana. Hoca sınıfa döndü ve “ne tipler var, garip, Amerikan tıraşlı Arabistan ayırtmaçlı” dedi. Bu lafı duyar duymaz kıpkırmızı kesilmiştim. Sınıfa kocaman bir gülme sesi hakim oldu. Zaten insanları tanımıyordum, kendi kabımda biriydim ve inanılmaz alınmış, utanmıştım. Onca insanın gülmesine rağmen birkaç arkadaş parmak kaldırdı ve hocamıza, insanları görüntüleriyle yargılamanın hoş bir şey olmadığını aktardılar. O hocaya çok hırs yapmıştım. Sen misin benimle alay eden, sınavda millet patır patır dökülürken 86’yı koymuş ve AA getirmiştim. Kendimce intikam almıştım güya.

Aradan geçen zamanlar sonrası o hocayla aramız iyi oldu zaten. Bir çok hocayla da öyle oldu. Genelde ülkücü ve dinci hocalar vardı, zamanlar geçtikçe, saçlarım uzadıkça, giyimim absürd oldukça cins cins bakıyorlardı. 100 kişilik sınıfta affidirsiniz ama coh affidirsiniz tarrak gibi ortaya çıkıyordum adeta. Ama ne zamanki çok başarılı bir öğrenci olduğum ortaya çıktı, tavırlar değişti birden!

Bahar şenlikleriydi. Kuzenimle turluyorduk. Hala toplu bir arkadaş ortamına sahip değildik. Sürekli beni kesen bir arkadaş grubunun yanında tanıdığımız bir arkadaş vardı. Bize selam verdi ve çağırdı. Nerden bilebilirdik ki, o noktadan sonra yepyeni, deli manyak, psikopat ötesi bir arkadaş grubu oluşturacağımızı, okulda efsanelere imza atacağımızı ve tüm okulun gözlerinin bizim üzerimizde olacağını?

(KTÜ Kampüs ve Trabzon Havalimanı)

Metal ortamlarına şu an pek hoş bir gözle bakmam. Belki de bu zamane ortamlarının boktanlığından, sikkoluğundan ibaret olabilir. Eskilerin ortamları daha bir samimiydi, daha bir birliktelik doluydu. Bunun getirisi olarak tanışmamızın daha 2. günü ertesi gün için bahar şenliklerinde eğlenmemiz gerektiği üzerine odaklanmıştık. Ertesi gün, bir teyp almış, pilleri ve biraları zulalamıştık. Üniversitenin Trabzon havalimanına bakan balkonları vardı. Bazı balkonlarda standlar kurulmuş, insanlar eğleniyordu. Biz de bir balkonu ele geçirmiş, müziği açmış, birayı içmeye başlamıştık. Sonra bir anda kendimizden geçmiştik. Delicesine headbang yapıyorduk birbirimize kenetlenerek. Şarkı bitene kadar hayvanlar gibi bağıra çağıra... Şarkı sonlanıp kafamızı kaldırdığımızda tüm millet eğlenmeyi bırakmış bizi seyrediyordu.

Alkolün de etkisiyle kafalar mükemmeldi. O akşam aslında kuzen ve onun amcasının oğluna bir dersi anlatacaktım. Pek derslerle ilgilenmezlerdi ve anlamadıkları bir dersti. Bu aklımdan çıkmıştı. Ben orada kendimden geçmiş halde takılırken, kafa ayrı bir dünyaya gitmişken kuzen ve amcasının oğlu geldi.

“Atilla, hani bize ders anlatacaktın?”
“Siktirmeyin la dersi, ayda yılda yakalamışız eğlenceyi, dersle mi uğraşıcam? Alın defterimi, bakın işte”

Bu olayı kendimde olduğum bir sırada bana hatırlattıklarında, gülme krizlerine girmiş ve “oha” demiştim. Nasıl öyle bir tepki vermişim diye. Meğersem o gün, kuzen ve amcasının oğlu eve gelmişler. Defterimi almışlar. Masada yan yana oturmuşlar. Defterimi koymuşlar önlerine. İlk kuzen deftere bakmış, sonra amcasının oğluna bakmış. Sonra amcasının oğlu deftere ve hemen ardından kuzene bakmış. Birden öyle sap gibi donup kalmışlar. Birbirlerine bakıp “eee ne sik yiyecez ki, boş boş deftere mi bakacaz, zaten bi bok bilmiyoruz” dercesine bakmaay devam etmişler, sonra tekrar deftere bakmışlar. Hemen ardından gülme krizlerine girmişler.

Bunu bana anlattıklarında ki replikle göstermişlerdi, gülme krizine girmiştim. Tabii bu tarz bir çıkışı normal ruh halindeyken asla etmezdim ama kafam feci uçmuştu o gün. Zaten o dönem en başarısız dönemimdi. 4 üzerinden 2,43 getirmiştim, yine de çok iyi bir ortalamaydı ama normalde 3’den aşağıya inmediğim için kendimi başarısız saymıştım.

Her neyse, biz orada kendimizden geçmeye devam ederken, bir insanlar güruhu bize doğru geldi. Hepsi üniversite dışından gelmiş Trabzonlulara benziyordu. Üniversite ile alakaları yoktu.

“Laaa, ayiptur, ne ediyisunuz haburada, milletun ortasinde çöpekler gibi baş oynatayisunuz”

Ben: “Orada kızlar kıçlarını, götlerini, memelerini oynatırken bir şey olmuyor da bizim kafamız oynayınca mı olay oluyor?

“Ayiptur diyurum daaa.”

Hastasıyım Trabzonluların. Akçaabat’a Agzaabad diyen Akçaabat şivesinin de hastasıyım. :)

Devamı başka bir yazıda...

6 yorum:

Jordi Metal dedi ki...

CAnibal Corpse mevzusuna yarıldım ha garinti hatun senin unforgiven falan dinleyen bir popülist metalci sanmıştır.

Atilla Çelik dedi ki...

Sorma Hakancığım. Bir de üzerimde Cannibal Corpse tişörtü vardı. :))))

buster dedi ki...

Ah be abi hep bana mı olur bilmem ama şu kız sana gelip o soruyu sorduğunda nedense ileride daha farklı şeyler olacağını düşünüyordum. Senin de yazıyı okuduktan sonra filmlerin harbiden kolpa olduğuna inanmaya başladım. Zaten inanmıyordum ama ne bileyim tuhaf işte. Yazı çok eğlenceli idi devamını bekleriz =)

Atilla Çelik dedi ki...

:)

Hayat filmlerde olduğu gibi olmaz canım. O filmlerdeki diyaloglar, süper akıllı tavlamalar, gerçekleşen ilginç olayların hemen hemen hepsi kurgu. Hayat ise gerçek.

Hem dert etme. O kız özel anlamda hayatımda yer alabilecek bir kız değildi. Sevdiğim bir arkadaşım oldu kendisi o kadar.

Unknown dedi ki...

öğrenci evi perdelerinin hastasıyım :D

Atilla Çelik dedi ki...

:))))

O gün resimde en solda olan arkadaşın evinde içiyorduk. Havalar da soğuktu. Ev de sobalı. Belli bir saatten sonra dötümüz donmuştu. Battaniyelerin içine girmiştik 6-7 kişi. Baktık dayanılacak gibi değil, gecenin üçünde dışarı çıkmış manav kasası, bilumum kalas ne kadar odun varsa zimmetimize geçirip eve getirmiştik. Sobayı bir güzel yakmıştık.

Isınmıştık. Ama uyurken bir anda ortalık duman oldu. Uyandığımızda bazı arkadaşlarımızın ilk işi kusmak olmuştu. Zehirlenmişlerdi. Bana nasıl bir şey olmadı hala bilmiyorum. :)))

Aradan yıllar geçmiş. Cidden öğrencilik dönemleri bir başkaydı. Bazen özlemiyorum desem yalan olur.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails