23 Mayıs 2010 Pazar

Son Samuray Filminin Gerçekliği, Son Samuraylar, Mitler


2003 yılında yayımlanan ve tam dört dalda Oscar’a aday gösterilen, Tom Cruise, Ken Watanabe, Hiroyuki Sanada, William Atherton gibi isimlerin rol aldığı The Last Samurai isimli sinema o sıralar büyük ilgi görmüştü. O esnalarda Samuraylar ve Japonya üzerine bir kitap araştırması içinde olduğum ve onlarca sayfa bir şeyler karaladığım için böyle bir döneme denk düştüğünden ilgili filmden çok etkilenmiştim. Filmde bahsi geçen olaylar aslında Japonya tarihinde gerçekten de olmuş bir olaydır. Aynı zamanda samuray sınıfının nasıl sonlandırıldığı ve samurayların son kez nasıl baş kaldırdıklarına dair ince bir çizgi taşır.

Peki bu sinema filmi samuray tarihi gerçekliğinden ne kadarını taşıyordu, isimler gerçek miydi, bir Amerikalı gerçekten de onlara katılmış mıydı son isyanlarında ve ne kadarı samimiydi? Öncelikle Tom Cruise’dan hiç haz etmediğimi, filme bir kere ön yargı ile başlamam gerektiğini biliyorum. Ama Katsumoto rolüyle Ken Watanabe ve Ujio rolüyle Hiroyuki Sanada’nın (kendisini Lost dizisinin 6. sezonunda izlediniz) oyunculukları, samuray felsefesi üzerine söylemleri, tavırları beni inanılmaz etkilemişti. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu iki isim bana göre oyunculuklarıyla Tom Cruise’u ezip geçmişlerdi. Ama bu doğal bir durum. Çünkü Watanabe ve Sanada samuray rolünde daha önce çok yer aldılar ve felsefeyi iç dünyalarına mükemmel bir şekilde rafine etmiş insanlar. Haliyle rolleri tamamen gerçek gibiydi.


Filmde bahsi geçen samuray felsefesine dair görüşler, imparatora gösterilen sadakat, Amerikalıların uzun yıllar dışa kapalı bir hayat yaşayan Japonya’ya gemilerle akın ederek yavaştan Japonya’yı kültürel ve ekonomik anlamda sömürmesi, ateşli silahları ülke içine sokup ekonomiyi karıştırarak samurayların ortadan kaldırılıp yeni bir hükümetin kurulmasını istedikleri bir gerçektir.

Yüzyıllar boyunca Japonya’ya hükmeden, liderlik eden samurayların sonu gelecekti. Bir zamanlar samuray dönemi vardı ve her şeyin bir sonu vardı. Nasıl kiraz ağacı çiçeği gün gelip toprağa düşüyorsa, kiraz çiçeği yaşamının sonuna geliyorsa samurayların da sonu gelmişti. Ama tüm bunların sonucunda, harika bir eser olan Heike Monogatari’den şöyle bir alıntıyla karşı karşıya kalacak ve gerçeklik payı bulacaktık:




“Gururlu insanlar sonsuza dek yaşamaz, onlar bir ilkbahar gecesi rüyasına benzerler. Güçlüler bile yok olacaktır, tıpkı rüzgarın önüne kattığı tozlar gibi.”


Japonya tarihinde çok önemli bir yere sahip olan ve bir nevi Japonlar’ın atası sayılan samurayların ortadan kaldırılması, Japonya tarihinin en çok ilgi çeken sahnelerinden birine sebep olacaktı. Bu noktada gerçekleşen olaylar ve son samurayların meşhur başkaldırışları tarihe geçecekti. Söz konusu isyan bugün hâlâ ilgiyle takip edilen, hatta “Son Samuray (The Last Samurai)” sinemasıyla tüm dünyaya lanse edilip zamanında geniş yankı uyandıran 1876-77 tarihli Satsuma İsyanı’dır. İsyan sonrası Japonya’da yaşananlar ise şaşırtıcıdır.

Japonların Atatürk’ü Meiji

İlgili yıllar Japonya’yı yeni bir döneme sokmanın çabalarını içerir. Zamanın imparatoru Meiji Japonya’yı modernleştirmek için bir çok devrime imza atmıştır. Türkiye Cumhuriyeti için M. Kemal Atatürk ne ise Japonya için de Meiji odur.

Meiji Restorasyonu sonrasında samuray sınıfı henüz ortadan kalkmamıştı ama, samuraylar eski konumlarını yavaş yavaş kaybetmişlerdi. Başlangıçta ülkeye hükmediyorlardı, hem savaşçı hem de yönetici olarak. Zamanla aristokratlara dönüştüler. Ama Amerikalıların da müdahaleleriyle samuraylar öyle bir hale geldi ki, bir zamanlar paraya para demeyen bu statü, bir dirhem pirince muhtaç kalacak duruma düşmüştü. Samuraylar yeni konumlarını kabul edemiyor ve kaba hesapla 700 yıldır mevcut olan samuray sınıfının etkisinin azaltılmasına içerliyorlardı.

Bu konuda rahatsız olan samurayları bir çatı altında toplamak, Kyushu Adası’nın güney bölgesindeki Satsuma’da bir lider olan Saigo Takamori’nin liderliğiyle gerçekleşmişti. “The Last Samurai” filminde bize Katsumoto olarak yutturulan şahsiyet ise aslında gerçek Japonya tarihindeki Saigo Takamori’den başkası değildir ki, günümüzde bile Saigo Japonya için hâlâ bir ilahtır.

Saigo Takamori başlangıçta Meiji hükümetinde önemli bir mevkide yer almış ve Meiji reformlarını desteklemişti. Aslında bir çok samuray, Meiji’nin yeni hükümet kurmasını desteklemişti. Eski askeri düzenin kurulmasını ve samurayların tekrar eski konumlarına getirileceğini umuyorlardı. Ama işler beklendiği gibi yürümemişti. Geçen bir kaç yıl sonrası, Meiji hükümetinin aldığı kararlar Saigo’yu hiç memnun etmemişti. Uyuşmazlığın en büyük nedeni, Saigo Takamori tarafından teklif edilen Kore’yi istila etme fikrinin ret edilmesi ve eski samuray ayrıcalıklarının ortadan kaldırılmasıydı. İmparatorluk hükümetinden uzaklaşan Saigo, İmparatorluk hükümetine karşı harekete geçmek isteyen Kyushu bölgesi samuraylarını bir çatı altında toplamıştı.

1877 yılına geldiğimizde isyan etmeye hazır olan ve harekete geçmek için bir kıvılcıma ihtiyaç duyan samuraylar, Saigo Takamori önderliğinde birleşmişlerdi. Son samuraylar, modern Batı savaş teknikleriyle ve Batı’nın teknolojik olarak gelişmiş silahlarıyla donatılmış İmparatorluk ordusuna karşı cesurca savaşmışlardı. Bir tarafta makineli tüfekler ve toplarla donatılmış 60,000 kişilik İmparatorluk ordusu; diğer tarafta zırh, kılıç, ok ve mızrak gibi ilkel silahlarla savaşan 20,000 kişilik son samuraylar...

Gerçekleşen savaşı Saigo kaybetti ve hayatta kalan 300 samuray, memleketleri Kagoshima’daki Shiroyama Tepesi’ne çekildi. Cephane ve yiyecekleri tükenen son samuraylar, hiç şanslarının olmadığını biliyorlardı. 24 Eylül 1877 sabahında, İmparatorluk topçu birlikleri top atışlarına başlamıştı. Saigo Takamori yaralanmış ve samuray geleneklerine bağlı kalarak intihar etmişti. Geri kalan son samuraylar da birbirlerinin kafalarını kesmişti.

Ha Samuraylar, Ha Yeniçeriler

Günümüzde Saigo Takamori, Japonlar için bir kahramandır. Ayrıca savaştan galip olarak çıkan İmparatorluk hükümeti, yıllar sonra akıllı bir hareket yapmış, ölümünden sonra Saigo’yu bağışlamış, onu onurlandırmış ve ulusal kahraman ilan etmiştir. Saigo Takamori’nin heykeli, Kagoshima (Satsuma) Park’ında yıllardır ifşa edilmektedir.

Söz konusu isyan The Last Samurai isimli bir filme de konu oldu ama, bire bir gerçek tarihsel süreç ve gerçek isimleri yansıtmadı. Çünkü isyanda baş rolü Saigo Takamori oynamıştır ve onun gayretlerini filmde gerçek anlamda görmek mümkün olmamıştır.

Bu olaya benzer bir noktayı, Türkiye’nin eski tarihine gidersek görebiliriz. Osmanlı İmparatorluğu döneminde yeniçerilerin ortadan kaldırılmak istenip yerlerine yeni bir ordu sistemi ve birliklerin getirilmek istenmesi, yıllardır mevcut olan militarist düzeni şoka uğratmış, alışık olmadık bir durum ortaya çıkmış ve yeniçeri isyanı baş göstermişti. Nihayetinde yeniçerilerin sonu gelmişti.

Samuraylar açısından düşününce, onlar tarafından Bushido ideallerinin ateşli bir şekilde uygulanması hor görülecek bir şey değildi. Çok garip olacak ama, savaşların azlığı demek aynı zamanda “onur” duygusunun daha az tadılması gibi bir şeydi! Doğrusunu söylemek gerekirse, bu bakış açısı, İkinci Dünya Savaşı’nda atom bombasının anlatılması güç hasarlarına maruz kalıp, Japonya felç oluncaya kadar devam etmişti. Gerçi samuray sınıfı bu istekleri nedeniyle ortadan kaldırılmıştı ama aynı Japonya; Rusya ve Çin ile savaşarak, İkinci Dünya Savaşı’na katılarak samuray ruhunu geri getirmişti. Ama şahsi görüşüme göre, yanlış şekilde geri getirmişti.

Saigo Takamori Sonrası Gözyaşı Döken Japonya ve Kuyruklu Yıldız

Sonradan düşülen kayıtlara göre, İmparatorluk ordusunu başkaldıran samuraylara karşı komuta eden Aritomo Yamagata, komutanları toplamış ve Saigo Takamori’nin görkemli ölümünden bahsetmiştir. Ölümünden sonra Saigo’nun yüz ifadesinin oldukça sakin olduğunu ve ölümünün bile onun yüzünü değiştiremediğinden dem vurmuştu. Kader arkadaşı Saigo için gözyaşı dökmüştü. Bu son samuraya yakışan bir ölümdü.

Saigo o kadar çekici bir isim olmuştur ki, ölümünden sonra bir nevi yarı tanrıya dönüştürülmüştür. Hükümet sansür uygulamaya çalışsa da, Saigo’nun muazzam popülaritesi, bir şekilde topluma ve halka sızıyordu. İnsanların düşüncesine göre, Saigo’nun yenilgisi gerçekte onun cennete çıkışıydı. Osaka’da, bir Ağustos ayının ilk günlerinde, Saigo’nun yıldızlara yükselişinin hikayeleri yayınlanmaya başlamıştı. 2 Ağustos gününün ilk ışıklarında gökyüzünün güneybatısında bir kuyrukluyıldız görülmüştü. 3 Ağustos tarihinde Osaka gazetelerinde, teleskopla yapılan inceleme sonucunda parlak bir yıldızın üzerinde Saigo’nun portresinin ortaya çıktığı şeklinde bir haber yayınlanmıştır. Saigo sağlıklı, zinde ve İmparatorluk ordusu üniforması giyinmiş bir haldeydi.

Bu öykü şehirde yayılmış ve gece olduğu zaman, insanlar çamaşır yıkama platformlarının üzerinde gökyüzüne bakmışlar ve trajik bir şekilde ölmüş kahramanı net bir şekilde görmek istemişlerdir. Toplum için Saigo’nun derecesi yükselmişti. Saigo’nun kuyrukluyıldızla düşünsel bağlamda bir araya getirilmesi, sözcük oyunları düşünülünce Japonların sevgisini güçlendiriyordu. Çünkü kuyruklu yıldız terimi o dönemde ‘hoki boshi’ olarak nitelendiriliyor ve ayrıca Saigo’nun isyanından söz edilerek ‘isyancı yıldız’ anlamına da geliyordu.

Saigo’nun kuyrukluyıldızla bağdaştırılması Tokyo’ya kadar ulaşmış, bu haber büyük saygı duyulan bir malzeme haline gelmiş ve insanlar daha iyi bakış atabilmek için yüksek yerlere çıkıp gökyüzüne bakınıyorlardı. İnsanların onu görmek için toplandıkları platform, ağırlık yüklenmesi nedeniyle çökmüş ve bir çok kişi yaralanmıştı.

Mars Gezegeni Aslında Saigo’ymuş!

Saigo’nun gökyüzüne çıkışı astronomik olaylarla da desteklenmişti. 1877 yılı Ağustos ve Eylül ayında, dünya ile mars birbirlerine çok yaklaşmıştı ve mars ender görünebilecek bir şekilde parıldıyordu. Saigo’nun kızgınlıkla yandığı ve mars gezegenine dönüştüğü söylenmiştir. Aynı aylarda Japonya’da, Amerikalı gökbilimci Asaph Hall’in marsın çevresinde bir uydu keşfettiğine dair haber çıkmıştır. Bu da ayrı bir dedikoduya sebep vermiş, söz konusu uydunun Saigo’nun vefakar kader arkadaşları olduğu söylenmiştir. Saigo’nun arkadaşları, onu orada bile yalnız bırakmamışlardır! Eylül ayında Saigo’nun marsa dönüşmesi dedikodusu, popüler resim sanatı odaklarının ortak teması olmuştu.

Amerikalı hayvanbilimci ve Japon toplumunun iyi gözlemcilerinden Edward Morse, günlüğüne şöyle kayıtlar düşmüştür: “Tokyo sokaklarının resim atölyelerinin önünde kalabalıklar oluşuyordu. Satsuma İsyanı (Saigo’nun İsyanı) ressamlara malzeme sağlamıştı. Resimler siyah ve kırmızı renklerle parlıyor, dramatik görünüşler dikkati çekiyor ve “Kanlı Savaş” bizim görüşlerimizden farklı olarak betimleniyordu. Bir resimde gökyüzünde bir yıldız betimleniyor, merkezinde bütün Japonya’nın sevgilisi asi lider Saigo yer alıyordu. Kagoshima’da kuşatıldıktan sonra, o ve arkadaşları hara kiri yapmıştı. Çoğu insan onu, şimdilerde olağanüstü bir şekilde parıldayan mars sanıyor.”

3 yorum:

julien sorel dedi ki...

tebrik ederim, derin bir inceleme olmuş. filmi ilk kez izlediğimde meiji reformları bana da türk modernleşmesini (hem askeri reformlar, hem de siyasi, toplumsal reformlar bağlamında) çağrıştırmıştı, iyi yerden yakalamışsınız. aynı durum rusya'da büyük petro'nun streletz'leri kızılmeydan'da toplu olarak kurşuna dizmesini de çağrıştırmakta. neyse modernleşme denen olgu sayesinde, bir çok ülkede geleneksel savaşçı sınıfların aniden veya tedrici olarak tarih sahnesinden silindiğini defalarca okuduk, izledik, öğrendik.

çok uzatmadan bu harika film ile ilgili bir anekdot da ben aktarayım:

hangi kitapta rastladım tam emin değilim, sanırım benedict anderson'un "hayali cemaatler"i idi. kitapta, filmdeki "omura" karakterinden bahseden bir kaç paragraf vardı. filmde imparatorun reformlar süresince akıl hocalığını yaparak amerikalılarla dirsek teması kurarken ve samuray sınıfının ortadan kaldırılmasını desteklerken gördüğümüz bu karakter gerçek bir dönem bürokratıdır.

gerçekten de imparatorun danışmanlığını yapan ve yürürlüğe koyduğu reformlarla feodal elitlerin yani samurayların şiddetli direnişi ile karşılaşan omura'nın sonu filmde görünmemekle beraber, cinnet geçiren bir samurayın kafasını uçurması nedeniyle hayatını kaybettiği de gerçektir. samuraylarla olan mücadelesinden kendisi de sağ çıkamamıştır yani...

uzun oldu biraz, saygılar sevgiler...

Atilla Çelik dedi ki...

Merhaba,

Enfes yorumunuz için çok teşekkür ederim. Gerçekten bahsi geçen olay Japonya için çok kritiktir. O esnalarda inanılmaz şeyler yaşanmış aylarca.

Aslında o döneme ait araştırdığım daha çok şey vardı. Ama onları da koysaydım çarşaf gibi bir yazı ortaya çıkacaktı. Bu haliyle de yeterince uzun oldu.

Bir de şu Saigo'nun kayıp kafası meselesi falan olmuştur ki Japonlar aylar boyu birbirlerini yemişti. Çok garip olaylar yaşandı o dönem gerçekten. Tamamına şahitlik edince acayip etkilenmiş ve şaşırmıştım.

Adsız dedi ki...

Filmi dün izledim ve çok etkilendim ve filmi izlerken yukarıda değindiğiniz modernleşme surecinde Osmanlı devleti ıslahatlar süreci gözlerimin önünden gecti... Geleneklerin yok edilmesi ve dunya toplumunun modern bir sıradanlığa geçmiş olması oldukça üzücü, Farklılıklarla ve renklerle güzel olabiliriz ve bu farklılıkları tolere ederek yaşanılır bir yer yapabiliriz dünyayı, geleneklerin yok edilmesi ise bu farklılıkları yok etmekten ve dünya toplumunu tek bir kalıba sokmaya çalışmaktan ibaret görüyorum. Samurai felsefesi ise harika huzur merkezi gibi anlatılmıştı, taki nin ve çocuklarının yabancıya yaptığı iyiligi kimse yapmaz günümüzde, hatta durun günümüzde iyilik yapan insanlar haberlere çıkar oldu, biz de bu kadar değiştik ...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails