Dünkü maçlar öncesi eminim ki çoğu insan Fenerbahçe’nin şampiyonluğuna kesin gözüyle bakıyordu. Ben dahil olmak üzere. Fenerbahçe’nin rakip kaleye yolladığı 35 şut sonrası top bir türlü kaleye girmeyince ve şampiyonluk Bursaspor’a gidince adalet denen şeyin bazen işlediğini düşündüm.
İşin tarihsel boyutunda olmayacağım. 26 yıl sonra bir Anadolu takımı şampiyon oldu, dört büyükler mezar oldu edebiyatına da girmeyeceğim. Bu yılki performansı ile şampiyonluğu en çok hakkeden takım Bursaspor’du ve başardılar da. Kendilerini içten bir şekilde tebrik ediyorum.
Ama dün yaşanan şeyler futbolumuzun ve bazı takımlarımızın nereye gittiğine dair keskin çentiklerdir. Fenerbahçe’den Trabzonspor’a, Bursaspor’dan Galatasaray’a kadar.. Öncelikle Fenerbahçe’nin kurum olarak ve bütün olarak kendisine çok ama çok soru sorması gerekiyor. Ben şampiyonluğa giderken ve şampiyon olduğumda neden benim kendi taraftarımdan başka kimse buna sevinmiyor ve şampiyonluğu kaybettiğimde de benim taraftarım dışındaki herkes çılgınlar gibi seviniyor diye.. Bu çok ince bir nokta. Trabzonlusu, Galatasaraylısı, Beşiktaşlısı hepsi Fenerbahçe’nin kaçan şampiyonluğuna seviniyor.
Neden?
Eğer Türkiye’nin en güzide kulüplerinden biri yıllardır Aziz Yıldırım İmparatorluğu’ndan ibaretse, skorsal başarı için her yol mubâhtır ilkesi edinilmişse, Fenerbahçe’yi tüm takımlardan ayrılan ayrı bir cumhuriyet olarak nitelendirirseniz, oynadığınız her maçta hakem dahil rakip oyuncuları kıyasıya döverseniz, çirkefliğin bini bin paraysa, takımınızın en iyi oyuncularınızdan biri ve beyni olan bir zatın eşi, eşinin haksız bir şekilde kazandırdığı penaltıyı gole çevirdikten sonra rakip taraftarlara “girsin bu size bu kol” gibilerinden hareketi yaparsa akabinde dökeceği gözyaşları Adalet Tanrısı’nın gazabındandır.
Fenerbahçe sezon boyunca gözlere hoş gelmeyecek bir çok atraksiyonun içinde oldu. Başarı için her yol uygun görüldü. Saraçoğlu’nda oynanan maçlarda rakip oyuncuları hem taraftarı hem de oyuncusuyla dövmesini de çok iyi bildiler. Rakip oyuncuları bariz bir şekilde tokatlayan, hakemin sürekli üzerine giden, hakemi bile kendi arasında turnikeye alan bir zihniyetin son haftaya kadar cezalandırılmayıp asıl kopma noktasında cezalandırılması düşündürücü.
Zaten maç sonrası yaşananlara diyecek hiçbir şey yok. Belki bir çok rakip taraftar Fenerbahçe taraftarlarının kendilerini şampiyon sanıp sahaya inmesini, timsah yürüyüşünü yapmasını, Selçuk’un 2-2 işareti yapmasını, FB TV spikerinin şampiyonuz çığlıkları atarken akabinde dut yemiş bülbüle dönüşünü çok hikaye konusu yapacaktır. Yapılmayacak gibi de değil. Ama asıl üzücü olanlar akabinde olanlar. Fenerbahçeli taraftarların ortalığı yakıp yıkmadan önce şunu düşünmeleri gerekirdi.
Ben bu şampiyonluğu ne kadar hak ettim?
Takımım ne kadar hak etti?
Bundan 10 hafta önce, Galatasaray şampiyonluğun en güçlü adayıyken bile şunu söylemiştim: “Ben bir Galatasaraylı olarak takımımın şampiyonluğu hak ettiğini düşünmüyorum. Son haftalarda müthiş bir oyun tuttursak ve şampiyon olsak bile hak etmediğimizi söyleyeceğim.”
Zaman beni haksız çıkarmadı.
Peki ya Galatasaray?
Fenerbahçe kendi içinde ne kadar eleştirilecekse, Galatasaray da bir o kadar eleştirilmeyi hak ediyor. Yeşil zemin içindeki futbolu geçiyorum. Skorlar iyi ya da kötü olabilir. Galatasaray beş maç peş peşe çok kötü oynayabilir. On maç peş peşe de yenilebilir. Ama ne olursa olsun, yıllar boyu kendisine yakışan Galatasaraylılık değerlerinden ödün veremez ve kendi işine bakar.
Bu yıl Galatasaraylılık değerlerinin ayaklar altına alındığına defalarca şahit olduk. Taraftarından futbolcusuna kadar.. Değişen futbol ve taraftar profili, bilindik Galatasaray değerlerini aşındırdıkça aşındırmış ve başarıya, sadece skora odaklı bir kitle yaratmıştır. Onuru ile mücadele eden, yeşil zeminde takımı için canını dişine takan, yeşil zemin dışında hayatını Galatasaraylılık örf ve adetlerine göre yaşayan, takım içi sevgiyi doruklara taşıyan, takımdaşlık ve arkadaşlık ruhunu yabancı yerli ayrımı yapmadan içinde güçlü bir şekilde taşıyan Galatasaray ruhunu öldürdük maalesef. Galatasaray’ın en büyük başarısızlığı budur. Bu başarısızlıkta teknik heyetin payı çok daha düşüktür. Bu, Galatasaray futbol yönetiminin sorunu ve başarısızlığıdır. Adnan Polat ve yönetimi geçen yıldan maalesef dersler çıkaramamışlardır. Asıl problemi Skibbe ve heyetinde görüp kendisinde aramayan Galatasaray yönetimi, aynı yanlışı yaptığı bu yıldan da ders çıkaramazsa seneye de bir başarı aramamak gerekiyor.
Eğer futbol anlamında bir devrim yaratmak istiyorsanız kendi örf ve adetlerinize sıkı sıkıya sarılıp, her şeyi doğru yönetmelisiniz. Teknik heyet kısmı bu olayın sacayaklarından biridir ve futbolun tamamı değildir. Bursaspor’daki doğru yönetimi ve kenetlenmeyi incelerseniz ya da son iki Galatasaray şampiyonluğundaki kenetlenmeyi görürseniz, başarı için asıl olan şeyin ne olduğunu görürsünüz. Eğer futbol yönetimi tam anlamıyla Rijkaard’a verilseydi, işte o zaman Rijkaard’ı suçlu olarak nitelendirebilirdik. Ama kazın ayağı öyle değil. Adnan Polat’ın yer aldığı yönetimlerde maalesef teknik heyet işin teknik-taktik tarafından mesul tutuluyor. Diğer konuda tüm kararları kendileri veriyor. Haliyle ortaya çok başlı bir yapı çıkıyor.
Galatasaraylılık değerinin erozyona uğradığı en büyük felaketlerden biri ise Galatasaray’ın kaybettiği bir maç sonrası Galatasaray’lı taraftarların stadyumda çılgınlar gibi sevinmesiydi. Halbuki ağlamak gerekiyordu gülünecek halimize. Alay ettiğimiz rakibimiz bu yıl bizden her anlamda daha başarılıydı. En azından iki kupada da finali görmüşlerdi. Bizler ise aylar öncesinde kopmuştuk bu hedeflerden. Sadece kendi takımımızla ilgilenip neler yapılabileceği üzerine düşünmemiz gerekirken, tamamen rakibimizin başarısızlığına odaklanmamız ise Galatasaraylılık değerinin iyice erozyona uğradığının işaretidir. Lamı cimi de yoktur bu işin.
Aslında Galatasaray’ı bu noktaya getiren şeyi yine, bizzat Galatasaraylı taraftarlar söylüyorlar: Adnan Polat Aziz Yıldırımlaşıyor.. Maalesef öyle.. Artık futboldan el ve ayaklarını çekme zamanları geldi.
Bu yılın en onurlu duruşlarını sergileyen Trabzonspor’u da fazlasıyla tebrik etmek gerekiyor. Sportif başarı için her yol mubâhtır anlayışının çok uzağında olan bir başkan, teknik heyet ve futbolcu profiline sahipler. Bir başkanın zihniyeti aslında bir kulübün aynasıdır. Eminim ki Sadri Şener’e bakan bir insanoğlu kızgınlığın ve nefretin minicik bir tohumunu bile taşımıyordur. Büyük bir saygı besliyordur.
Neden acaba?
Sportif bir zihniyette olmasından ve yumuşak başlılığından olabilir mi?
Şenol Güneş?
Şenol Güneş oldu olası her daim büyük saygı duyduğum bir futbol adamı olmuştur. Zihniyeti, efendiliği ve adamlığı ortada.
Senin başkanın, yöneticilerin, teknik heyetin ne kadar adamsa kurum olarak da o kadar adam olabiliyorsun.
Trabzonspor’un Şenol Güneş yönetiminde seneye çok azılı bir takım olacağından şüphem yok. Bir kendi takımıma bakıyorum, bir de Trabzonsporlu oyunculara. Ne olursa olsun, Trabzonlu oyuncular kalpten oynuyorlar. Çok mücadele ediyorlar. Bazı oyuncularının kapasitesi yetersiz olsa bile yürekten oynayan hallerine fazlasıyla şahitlik ediyoruz. Biz bu görüntüleri kendi takımımızda ne kadar görebildik ki? Zaten en çok özlediğimiz şeylerden biri bu değil miydi? Yanlış anlaşılmasın. Irgatlar gibi koşsunlar demiyoruz. Mücadele ettiklerini, kalpten oynadıklarını görelim istiyoruz. Kalpten oynamak başkadır, ırgatlar gibi koşturmak başkadır. Neill ve Baros örneğinde olduğu gibi..
Onur Kıvrak ise bu yılın en büyük kazanımlarından biridir. Bir çok insanı kendisine hayran bırakmıştır. Sadece performansı ile değil. İddiasız bir maçta yediği son dakika golüne ağlayacak kadar adı gibi onurlu ve içten olduğu için. Futbolda bu tür görüntüler en hassas olduğum anlardır. Tıpkı Guiza'nın Bursaspor maçı sonrası ıslıklanırken gözyaşlarına boğulduğunda benim de neredeyse gözlerimin dolması gibi... Kendisi belki takımımın en büyük rakibinin oyuncusu, klasik Türk futbolu zihniyetinde bundan zevk almam gerektiği söylenebilir ama yok! Ben bu tür olaylarda üzülüyorum. Rakip bir oyuncu olsa da üzülüyorum. Çünkü bu çok insani bir durum.
Bursaspor’un şampiyonluğu haklı bir şampiyonluktur. Ertuğrul Sağlam’ın onur savaşıdır. Her ne kadar bazen kendi oyuncularına bile sahada küfür eden bir şahsiyet olsa da! Kimse kusursuz değil. Bu kendisinin bir hoca olarak ne kadar hırslı, istekli ve savaşçı olduğunu gösteriyor. Yerli oyuncular ancak bu dilden anlayabiliyor. Yönetim, teknik heyet, oyuncular ve taraftar ahengini güçlü bir şekilde sağladığınızda, doğruları da uyguladığınızda 30 milyon avroluk takım olsanız bile 110-120 milyon avroluk takımları rezil edebiliyorsunuz.
Bursaspor’un şampiyonluğu bu anlamda çok önemlidir. Şampiyonluğu getiren pahalı futbolcu, milyon avroluk oyuncular ve hocalar değil; hırs, arzu, kenetlenme, arkadaşlık, kalpten oynama, yönetim-teknik heyet-futbolcu-taraftar ahenginin doğru uyumudur. Geçen yıldan ders alamayan büyük takımlar, bu yıl bundan ders çıkaracaklar mı merakla beklemedeyiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder