20 Mayıs 2010 Perşembe

The Vampire Diaries – Yine mi Vampirler?


Bir çok insan vampirlere ilgi duymuştur. Vampirler, cadılar, kurt adamlar bilindik efsaneler olarak kült olmuş durumda. Haliyle üzerine film çekildiğinde bir çok takipçisi oluyor, ilgiyi topluyor. Yıllardır bu tür filmler eksik olmuyor beyaz perde ve TV’lerden. Çok önceden büyük bir ilgiyle izlerdim bu tür filmleri. Ama zamanla o ilgi hali erozyona uğrayıp olaya eğlencelik olarak bakmaya başladı. Bazen gerçekten kaliteli filmler yapılıyor, bazen de “bu ne yahu” diyebileceğiniz saçma sapan vampir filmleri. Misal aklıma Queen of the Damned gelir, bir gülme tutar beni. Rezil oyunculuk, aptalca senaryoydu Queen of the Damned’de gördüğüm.. Çok da kötüydü.

Peki The Vampire Diaries?

Aslında The Vampire Diaries, LJ Smith tarafından yazılmış ve New York Times’ın en çok satan kitaplar listesine girmiş bir korku serisidir. Dizi kitaptan peydahlandı. Kitabı okumadığım için diziye nasıl yansıtıldığı üzerine bir yorum yapamayacağım. Öncelikle yanlış anlamaların önüne geçmek için diziyi öyle ya da böyle beğendiğimi, izlerken eğlendiğimi, iyi zaman geçirdiğimi ve sıkmadığını söylemeliyim. Ama bütünsel anlamda baktığımızda bana kusursuz ve orijinal gelmedi. Orijinal olamayan dizilere karşı aidiyet duygum biraz zayıftır. İlgili dizinin orijinalliğinin önüne geçen çok etken var.

Dizinin ana konusu ise Mystic Fall isimli küçük ve nezih bir kasabada yaşayan insan Elena Gilbert’in vampir olan Stefan ve Damon isimli Salvatore kardeşlerin arasındaki iyiye ve kötüye şahitlik etmesidir. Stefan vampirlerin iyi tarafını temsil ederken, Damon (adı üstünde!) vampirlerin kötü tarafını göstermektedir. Vampirlerin bir duyguya sahip olup olmadığı, aşka nasıl baktıkları, aşkları için ne yapabilecekleri, insanoğlunu nasıl karşıladıkları gibi bazı ana dokunuşlar gözlerden kaçmıyor. Stefan ve Damon özel yüzükleri sayesinde güneş ışıklarından etkilenmeyen vampirlerdendir. Sarımsak, haç, kilise gibi şeyler etkilemez onları. Mine çiçeği adı verilen özel bir çiçekten etkilenmektedirler. Tabii ayrıca klasik olarak kalbe çakılan bir kazıktan. Günlük hayatlarını normal insanlar gibi yaşamaktadırlar.


Diziye başlarken 17 yaşındaki Elena ve 15 yaşındaki kardeşi Jeremy dört ay önce ebeveynlerini trafik kazasında kaybetmişlerdir. Bu trajik olay hayatlarını çok etkiler. Salvatore kardeşlerin Mystic Fall kasabasına gelmesiyle Elena Stefan’a ilgi duymaya başlar ve ilişkileri gelişir. Damon da bunu çekemez. Nedeni ise Elena’nın 1864 yılında Salvatore kardeşleri vampire dönüştüren ve iki kardeşi derin bir aşk acısına gömen güçlü kadın vampir Katerina’nın görüntü anlamında tıpatıp ikizi olmasıdır. Mystic Fall kasabası ise kurulduğu 1860 yılından beri vampir ve cadıların yaşadığı bir kasabadır. 1864 yılında vampirlere top yekun katliama girilmiş, pek az kısmı günümüze kadar gelmiştir. Salvatore kardeşler de onlardan biridir. Bir çok ayrıntıyı ise ipucu olabileceği için anlatma gereği duymuyorum. Damon karakterinin Lost dizisinin Boone’u olduğunu ekleyelim.


Bu diziyi izlerken bir çok diziden etkilenimler görüyorum. Dizideki duygu hali, birliktelik, yaşananlar, kasabanın yapısı, kasabanın gizemi ve nezihliği, insanların birbirini çok yakından tanıması, karakterler derken bazı diziler aklıma gelip durdu. Dawson Creek’ten Kyle XY’e ve Roswell’den Gossip Girl’e kadar. Dawson Creek ve Gossip Girl tarzı dizilere olan benzerliği ise haliyle dizide Amerikan yaşam tarzının empoze edilmesiyle oluyor. Bildiğimiz klasik Amerikan lisesi, sarışın bir aptal kız, okulun ilgi odağı akıllı, çalışkan bir kız, balolar, etkinlikler.. Dizinin ana karakterlerinden Elena’yı oynayan Bulgar kökenli Nina Dobrev’in oyunculuğuna baktığımda aklıma direkt 1999-2002 yıllarında yayımlanan Roswell dizisinin ana karakteri Liz Parker geliyor. Neredeyse ruh ikiziler.. Bakış tarzlarından duygusal yaklaşımlarına kadar..


Roswell Dizisi (1999-2002)

Vampir Stefan Salvatore ve insan Elena Gilbert aşkına baktığımızda aklımıza ilk gelen şey Twilight oluyor. Stefan’ın Twilight’taki Edward karakterine sima, yapı ve davranış anlamında benziyor olması ayrı bir önyargı konusu.

Bu diziyi izlerken yaşadığım en büyük sıkıntı hiçbir karaktere aidiyet bağıyla bağlanamamam oldu. İzlediğimiz bir şeyi daha çok sevmemizi ve bağlanmamızı sağlayan etkenlerden biri, karakterlerden birine aidiyet bağı ile bağlanmamız ve bazı hisler edinmemizdir. Bu dizi beni gerçekten eğlendirse de hiçbir karakterle o bağı kuramıyorum. Battlestar Galactica’da Amiral William Adama titretir bizi, Six Feet Under’da Nate ile yaşarız adeta, Babylon 5’ta Captan John Sheridan, Delenn ile ayrı boyutlara gideriz, hatta G’Kar bile bize bir çok şey anlatır.

Ama The Vampire Diaries karakterleri? Maalesef.. Bana o hissi veremediler bir türlü. İzleyen bir çok arkadaş muhakkak bazı karakterlerle kendilerine bir bağ kurmuşlardır. Kimisi iyilik timsali Stefan’a bayılır, Damon’dan nefret edebilir. Ama bazı gerçek olaylarla karşı karşıya geldiğimizde o nefret edilecek ve insanlıktan nasibini alamamış Damon’ın Stefan’dan yeri gelince daha mert ve gerçekçi olduğunu görebiliyoruz. Damon karakterinin başlangıçta saf bir kötücüllüğü gözler önüne sermesi, ama zamanla Mystic Fall kasabasındaki bazı insanlarla bağ kurması sonucunda bazı insan duygularını yeşertmesi ve akabindeki Damon'ın ruh hali, Stefan’ın iyilik dürtüsünden daha dikkat çekici ve daha mertçe görülüyor.

Dizide klasik Amerikan dizisindeki klişelerin olması, Amerikan hayat tarzının serpiştirilmesi klasik gençlik dizisi kisvesi altında gözlere sunulsa da gizemli bir çok olayın olduğunu, sık sık flashbacklerle 1864 yılına döndüğümüzü, kasabanın gizemi gibi etkileri es geçemeyiz. Zaten o yüzden izlerken insanı hiç sıkmıyor ve olaylar arasında kopukluk yaşanmıyor.

Geçtiğimiz günlerde ilk sezonu biten dizinin ikinci sezonunun da takipçisi olacağım. İzlerken yine eğleneceğim. Bu sefer olaya muhakkak kurt adam da müdahil olacak gibi. Amerikan yaşam tarzını mesken edinmiş kurt adam…

Dizinin kusursuz olan bir tarafı var ki o da çalınan müzikleri. Kalbe kazık yemiş gibi oluyorsunuz. Kesinlikle muhteşem. Sırf müzikleri için bile izlenecek bir iştir The Vampire Diaries. Birbirinden harika alternative parçalar ve olaylar örgüsüne cuk diye oturan melodiler.

5 yorum:

Dreamtime dedi ki...

Roswell'i hatırladım.Buffy'den sonra bir ara takip etmiştim sırf şu yakışıklı herif için.Kendisi Dawsons creek'te de oynuyordu.Ama artık bu vampir olaylarından gına geldi hiçbir dizi ya da film izlemiyorum vampir konulu :D

Atilla Çelik dedi ki...

Supernatural varken bunlar çocuk filmi gibi mi kalıyor Seyhan'ım :p Sen de az değilsin ha. Dean için Supernatural, bir yakışıklı için Roswell falan. Sana İskandinav dizilerinin hepsini bulup getiricem yavrum, doya doya izlersin. :))))

Dreamtime dedi ki...

ahahahha ama ilk dikkatimi çeken konudan ziyade oyuncular Abiciğim :) e ona göre de izlettiriyor kendini dizi ya da filmler.Zaten konu da etkilemişse seni sarıyorsun diziye :D

Atilla Çelik dedi ki...

:)))) Eee herhalde oyuncular. Takılıyorum ben sana. Benim en sevdiğim diziler Battlestar Galactica, Six Feet Under, Babylon 5 falansa eğer nedeni oyuncularına aidiyet duygusuyla bağlı olmam ve beni çok etkilemeleridir yani. Oyunculuk çok önemli her anlamda. Hele bir de Dean gibi bir şebek varsa seni gülme krizlerine sokan, daha ne istersin. :)

WarBlood dedi ki...

bu dizide herşeye eyvallah ama vampirlerin boktan bir yüzük sayesinde gündüz gezmesine bir türlü alışamadım.3000 yıllık vampir olan russel eddington amcamızın suçu ne?

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails